LKEYİ BÖLÜNMEYE KADAR GÖTÜREBİLECEK AB, ESPOO VE AARHUS SÖZLEŞMELERİ ASLA
İMZALANMAMALIDIR!
ESPOO (ÇED) SÖZLEŞMESİ, sözleşmeyi imzalayan taraf ülkelerin belirli yatırım faaliyetlerinin çevresel
etkilerini planlamalarının erken bir aşamasında, birlikte değerlendirme yükümlülüklerini ortaya
koymaktadır. Ayrıca, devletlerin, Olumsuz çevresel etkiye sahip olması muhtemel bütün önemli
projeleri birbirlerine bildirme ve danışma yükümlülüğünü getirmektedir. Sözleşme 1991 yılında kabul
edilmiş ve 10 Eylül 1997'de yürürlüğe girmiştir.
Adı, çevre ile başladığı için oldukça masum görünen ve AB ülkeleri için çok da önemli olmayan bu
sözleşme, Türkiye için, kolonileşmenin başlangıcıdır. Ülkemizi bölünmeye kadar götürecek olan ön
sözleşmelerdir.
AB-ESPOO SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ (SÇD), her AB üyesi devletin, ulusal sınırları içinde bulunan nehir
havzalarının yönetim planlarını hazırlamalarını AB topraklarının dışına uzanan “uluslararası !” nehir
havzalarında ise ilgili devletlerle tek bir nehir havzası yönetim planı oluşturmak için çaba
harcamalarını, bunun mümkün olmaması durumunda; havza planlarını, nehirlerin kendi
topraklarındaki bölümü için hazırlamasını ve AB komisyonuna iletmesini öngörmektedir.
Nehir havzası yönetiminde AB ülkeleri arasında işbirliği zorunluluğu getirilmektedir. AB üyesi olmayan
ülkelerle uygun eşgüdümün kurulması için çalışılmasına yer vermektedir.
ESPOO sözleşmesi sadece suya odaklı sözleşmeler olmayıp, suya dayalı projeleri (baraj yapıları, yer
altı suyu çekim işlemleri) ilgilendiren hükümleri bulunmaktadır.
ÖZETLE; AB, özellikle sınıraşan sularımızın yönetiminin (AB, “Uluslararası Su” olarak
adlandırmaktadır) AB’ye devredilmesini ve bu nehirlerin bulunduğu havzalarda yapılacak
yatırımları AB İZNİNE bağlamamızı istemektedir. Daha da ileriye giderek, bu nehirler ile ilgili proje
hazırlarken Sınır ötesindeki ülke ve/veya ile anlaşmamızı da istemektedir. Yani Fırat için Irak ve Suriye;
Dicle için, Suriye ve yeni güney komşumuz, yakın zamanda ABD desteğiyle Devlet olması an meselesi
olan PYD-PKK oluşumu ile anlaşmayı tavsiye etmektedir. Tabii Çoruh nehri için Gürcistan, Aras Nehri
için, Türkiye, Azerbaycan, İran, Ermenistan uzlaşmasını, Arpaçay için Ermenistan ile uzlaşmamızı
istemektedir.
Çevreyi çok önemsediğini ifade eden AB’nin, Türkiye’de Nükleer santral kurulurken hiç sesi
çıkarmamıştır. Yüzlerce dereyi tahrip eden, dere tipi hidroelektrik santralleri kurulurken sesi
çıkmamıştır( 23250 MW için tahribatlar yapılmış, sadece 7857 MW’lık santral kurulabilmiştir). Doğu
ve Güneydoğu Anadolu ile Trakya’daki topraklarımızda, 272’si kanserojen 2500 civarında kimyasal
kullanılarak çıkartılmaya çalışılan Kayagazı’na, çıkartan şirketler AB ve/veya ABD kökenli diyerek itiraz
etmemiştir. Çevreyi tahrip etmesi kesin olan “Kanal İstanbul” ile ilgili tek kelime etmeyen AB, her
nasılsa, Doğu Akdeniz’de sondaj yapıp çevreyi kirletiyoruz ve bunun için kendilerinden izin almadık
diye, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Mogerini’nin imzasıyla, Komisyon adına, Mart 2018’de
KINAMA yayınlamıştır. AB’nin gerçek yüzü budur!
AARHUS SÖZLEŞMESİ ise, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE) 25 HAZİRAN 1998
tarihinde DANİMARKA'NIN AARHUS şehrinde (ÅRHUS) Dördüncü Bakanlar Konferansı'nda "Avrupa
için çevre" sürecinin bir parçası olarak kabul edildi ve 30 Ekim 2001'de yürürlüğe girdi.
Aarhus sözleşmesi; Çevresel konularda bilgiye erişim, çevresel karar verme sürecine halkın katılımı ve
yargıya başvuru sözleşmesidir. Konu bu şekli ile ortaya konulduğunda AB üyesi ülkeler için hiçbir
tehlike oluşturmadığı gibi, oldukça izi bir sözleşme olduğu söylenebilir. Ancak konu Türkiye özeline
geldiğinde durum oldukça farklılaşacaktır.
Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde 40 yıldır süregelen PKK olayı bilinmektedir. Mevcut Hükümet
ve/veya gelecekteki Hükümetlerden biri bu bölgelerde yatırım kararı aldığında PKK sempatizanı
birçok kişi veya STK’nın ertesi gün mahkeme kapısına koşacaklarını rahatlıkla tahmin edebiliriz.
Mahkemeler sonuçlanmadan, sonuçlansa bile başka kişiler tarafından yeniden mahkemeye müracaat
edileceğinden bu bölgelerde hiçbir yatırım yapılamayacaktır. Yatırım yapılamayan Bölgelerde işsizlik,
yoksulluk artacak ve bedelini önce Hükümetler sonra Türkiye bölünerek ödeyecektir. AB’nin AB
ortaklığı için bu sözleşmeleri öncelikle imzalamamızı istemesinin sebebi budur.
Türkiye için İntihar hükmünde olan bu sözleşmeleri şu ana kadar imzalamayan Hükümetimizin bu
kararlılığını takdir ederken, CHP’nin 24 Temmuz 2014 tarihinde Sayın Sezgin Tanrıkulu aracılığıyla
Mecliste Dönemin Dış İşleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’na “bu sözleşmeler neden imzalanmadı”
şeklinde sorduğu soruya da anlam vermekte zorluk çekiyoruz.
Prof.Dr. Doğan AYDAL
Genel Başkan Yardımcısı
Yayın Tarihi: 26 Nisan 2020 | Yayın Saati: 01:32:47