Siyasi İşler Başkanlığı Haftalık Raporu – 20.12.2022

SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU – 20.12.2022

 

 

ZEYTİN ALANLARININ MADENCİLİK FAALİYETLERİNE AÇILMASI DÜZENLEMESİ HAKKINDA

‘Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’, 10 Aralık’ta AK Parti Düzce Milletvekili Fahri Çakır ve 28 milletvekilinin imzası ile TBMM Başkanlığı'na sunuldu. Yargı kararlarına rağmen, zeytin sahalarının madenciliğe açılması hususunda son 20 yılda 10 kez değiştirme girişiminde bulunan AK Parti, Zeytincilik Yasası’nı bu kez söz konusu Torba Yasa teklifi ile yeniden ülke gündemine getirmiş oldu. Torba Yasa Teklifi’nin 1. maddesi zeytin sahalarının madenciliğe açılmasını öngörüyor. Sunulan kanun teklifinde:

MADDE 1-  4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’na aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 45 - Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte ruhsat sahibi veya rödövansçı olan gerçek veya tüzel kişiler tarafından ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlar veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda  zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının izin verilecek maden sahalarının bulunduğu ilçe ve il sınırlarına öncelik vermek suretiyle taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir. Zeytin sahasının taşınmasından kaynaklanan tüm masraf ve taleplerden madencilik faaliyeti yürütmesi yönünde lehine karar verilen kişi sorumludur. Zeytin sahasının taşınmasının mümkün olmadığı durumlarda ise, ilgili sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilmesi için iznin öncesinde aralarında biyolog ve ziraat mühendisinin de bulunduğu uzman kişilerden alınan görüşler doğrultusunda Bakanlıkça belirlenecek alanda dikim normlarına uygun, faaliyet yürütülecek alan ile eşdeğer büyüklükte izin verilecek maden sahalarının bulunduğu ilçe ve il sınırlarına öncelik verilmek suretiyle zeytin bahçesi tesis edilmesi zorunludur. Bu fıkra kapsamında zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlar veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan alanlarda madencilik faaliyeti yürütülen her yıl için, bu sahaların çevre ile uyum çalışmalarını temin etmek üzere ruhsat sahibinden işletme ruhsat bedeli kadar ayrıca tahsilat yapılır. Bu sahalar madencilik faaliyetlerinin öncesinde sahada bulunan zeytin ağacı sayısı ile aynı sayıda zeytin ağacı dikilerek çevre ile uyumlu hale getirilir. Zeytin sahasının taşınması ile zeytin bahçesi tesis edilmesine ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.

Bu maddenin uygulanmasında 7’nci maddenin yedinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.”

(Madencilik faaliyetlerinde izinler Madde 7- Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askerî yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhî müesseseler ile ilgili hususlar dahil hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir. İlgili bakanlıkların mevzuatı gereği yapacakları inceleme ve denetimlerde; ruhsat alanlarında bu yönetmelik esaslarına uygun çalışılmadığının tespiti halinde, mevzuat çerçevesinde yapılacak işlemler Genel Müdürlüğe bildirilir. Çevre ve insan sağlığına zarar verdiği tespit edilen madencilik faaliyetleri gerekli önlemler alınıncaya kadar durdurulur. Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, diğer izinlere ilişkin işlemler de ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca çevresel etki değerlendirmesi sürecinde en geç üç ay içinde bitirilir. Bakanlık ve diğer bakanlıkların mevzuatının gerektirdiği maddî yükümlülükler ruhsat sahibi tarafından karşılanır. İmar alanları içinde kalan madencilik faaliyetleri, ilgili yerel merciden izin alınarak yapılır. Ruhsat alındıktan sonra imar alanları içine alınan maden sahalarına bu hüküm uygulanmaz. Kamu hizmeti veya umumun yararına ayrılmış yerlere ve bu tür tesislere 60 metre mesafe dahilinde madencilik faaliyetleri Bakanlığın, binalara 60 metre, özel mülkiyete konu araziye 20 metre mesafe dahilinde ise mülk sahibinin iznine bağlıdır. Bu mesafeler, ihtiyaç halinde madencilik faaliyetlerinin boyutu, emniyet tedbirleri ve arazinin yapısı dikkate alınarak Bakanlıkça artırılabilir. Mesafeler yatay olarak hesaplanır. Maden arama faaliyetleri, bu Kanunda sayılanlar dışında herhangi bir izne tâbi değildir. İşletme faaliyetleri ise, bu Kanuna göre Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliğe göre yürütülür. Maden işletme faaliyeti ile Devlet ve il yolları, havaalanı, liman ve baraj gibi kamu yatırımlarının birbirlerini engellemesi, kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarından dolayı maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, kamu ve özel yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda, madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar, Başbakanlık Müsteşarı başkanlığında oluşturulacak bir kurul tarafından verilir. Kurulun teşkili, çalışma usulü, karar alma şekli ve diğer hususlar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Kamu yatırımları nedeniyle kurul kararı ile faaliyeti kısıtlanan maden işletmecisinin yatırım giderleri lehine karar verilen tarafça tazmin edilir. Madencilik faaliyetleri ve/veya bu faaliyetlere bağlı tesisler için verilmiş izinler, ruhsat hukuku devam ettiği sürece geçerlidir. Bu madde hükümlerine aykırı faaliyette bulunulduğunun tespiti halinde, ruhsat teminatı irad kaydedilerek bu alandaki faaliyet durdurulur. Beş yıl içinde üç kez bu maddenin ihlâli halinde teminatın tamamı irad kaydedilerek ruhsat iptal edilir. )

Aynı madde Enerji Bakanlığı tarafından, 1 Mart 2022 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan değişiklikle Madencilik Yönetmeliği’ne bir madde ekleyerek zeytin sahalarının madenciliğe açılmasında da gündeme gelmiştir. Daha sonra önce Danıştay 8. Dairesi, ardından Enerji Bakanlığı’nın itirazı üzerine Danıştay 8. ve 10. Daireleri ortak karar ile yürütmenin durdurulmasına hükmetmiştir.

Enerji Bakanlığı, zeytin sahalarının madenciliğe açılmasıyla ilgili ısrarına her ne kadar enerjinin yerli kaynaklardan ve kamu yararı gözetilerek üretileceği gerekçesini gösterse de yaşanan birçok olumsuz uygulama ve sonuç bunun pratikte farklı işlediği fikrini güçlendirmiştir. Nitekim Danıştay 8. ve 10. Dairesi’nin asıl kamu yararının zeytincilikte olduğu, ayrıca bir yönetmelik maddesi ile yasanın değiştirilemeyeceğini vurgulayarak yürütmenin durdurulmasına karar vermesinin temel argümanını bu fikir oluşturmuştur. Danıştay’ın geçen ay yürütmesini durdurduğu düzenleme maalesef bu kez Torba  Yasa ile gündeme getirilmiştir.

AK Parti iktidara geldikten sonra, zeytincilik yasasını değiştirmek konusundaki ısrarından hiç vazgeçmemiş ve 10 defa değiştirme girişiminde bulunmuştur. İlk olarak iktidara geldikten çok kısa bir süre sonra 2003 yılında, zeytin sahaları ile ilgili yasal düzenleme girişiminde bulunan AK Parti, daha sonra sırasıyla 17 Ocak 2006’da, 15 Temmuz 2008’de, 3 Temmuz 2009’da, 21 Nisan 2010’da, 20 Şubat 2013’te, 16 Haziran 2014’te, 17 Mayıs 2017’de, 1 Mart 2022’de ve 10 Aralık 2022’de aynı amaçla teklifler hazırlayıp, TBMM Başkanlığı’na sunmuştur. Bugüne kadarki düzenlemelerin 9’u da yargıdan dönmüştür.

“Enerji ihtiyacının karşılanması” söylemiyle verimli zirai alanların ve zeytinlik alanların talan edilmesi ülkemizin yabancı olmadığı bir uygulamadır. Maalesef önemli bir ihtiyaç olan enerjiyi üretmek  düşüncesiyle alınan kararlar sonrası yaşanan kontrolsüzlükler sebebiyle bu türden tekliflerin sorgulanması kaçınılmaz olmaktadır.

Öte yandan bu düzenlemelerle sadece zeytin ağaçlı alanlarının tarumar edilmekte kalmayacağı anlaşılmaktadır. Madencilik şirketlerinin izinler konusundaki alabildiğine özgür olmaları,  bu düzenlemeler sonrasında doğal bitki örtümüzün amacının dışında kullanımlarını adeta teşvik etmektedir. Yeni düzenleme ile maden yapılacak sahalar orman ise, orman izni alınması zorunluluğu ortadan kalkacaktır. Aynı şekilde doğru ve sağlıklı bir hayvancılık endüstrisinin gelişmesi için en önemli kaynak olarak değerlendirilmesi gereken meralık alanlar için de mera kurulundan  tahsis kararı alınması iptal edilmektedir. Madenle ilgili alanlar eğer zirai alanlar ise tarım dışı kullanım izninin alınmasına da gerek duyulmayacaktır.

Türkiye’de maalesef birçok zirai potansiyeli yüksek topraklar ve ormanlık alanlar, maden sahalarına sahip olduğu gerekçesiyle AK Parti ile ilişkileri güçlü kişi ve şirketlere adeta tahsis edilmektedir. Bu türden tahsislerin Cumhurbaşkanı Kararnamesi, acele kamulaştırma veya satın alma gibi hızlı ve kolay yollardan yapılması artık gizli saklı bir uygulama değildir. Bu sorunlu tahsisler neredeyse rutin bir uygulama haline gelmiş durumdadır. Bugün ısrarla zeytin alanlarına yönelik düzenlemelerin gündeme getirilmesinin arkasında da maalesef bu tahsislerin çapını artırma çabası vardır.

Ülkemizin sahip olduğu enerji kaynaklarının ülke ekonomisine ve milletin kullanımına kazandırılması tabii ki bir ülkenin atması gereken en önemli adımlardan biridir. Fakat her ülkenin, bir kaynağından yararlanırken ölçüsü, her zaman hem kaynakların doğru ve verimli kullanılması hem de fayda-zarar ilişkisinin sağlıklı değerlendirilmesi olmalıdır. AK Parti iktidarı maalesef bu iki önemli kıstasa itibar etmemekte ve kendi siyasi ilişkilerini kamu yararından daha çok önemsediğini gösteren bir tutum takınmaktadır.

Yasa teklifinde sökülen zeytinliklerin başka bir yere dikileceği ifadesi de yer almaktadır. Her ne kadar zeytin ağacı taşınabilen bir ağaç olsa da yeni yerine taşınma koşulları ve yeni yerine uyumu kolaylaştıracak şartların varlığı zeytin ağaçlarının adaptasyon yeteneğini önemli ölçüde etkilemektedir. Yerleri değiştirilen ağaçların yeni yerlerinde tutsa dahi verim hususunda epey olumsuz etkileneceklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Ayrıca onlarca, yüzlerce yıllık ağaçların taşınması ve yeni yerlerine uyumları düzenlemede yazıldığı kadar kolay ve meşakkatsiz bir uygulama değildir.  Bu açıdan ağaçların taşınması ve kesilen ağaçların yerine yeni zeytin fidanlarının dikileceği ve yeni zeytinliklerin oluşturulacağı hususu oldukça bilgisizce yapılmış bir öneri olarak değerlendirilebilir. Kesilen onlarca, yüzlerce yıllık yaşları olan zeytin ağaçlarının yerine konulacak yeni fidanların onların verimliliğine ulaşması için bir o kadar yıl geçeceğini bilememek eğer bilgisizlik değilse art niyetliliktir.  Zeytin gibi ağaçların büyümesi ve en üst verimlilik düzeyine ulaşmaları insan ömrü için oldukça uzun yıllar gerektiren bir durumdur. Yeni fidanların büyük bir ağacın verimliliğine kısa zamanda ulaşabilmesi mümkün değildir.  Bu açıdan eski ağaçların yerlerine yeni zeytinliklerin kurulacağı şartının getirilmesi stratejik bir ürün olan zeytin ve zeytinyağının öneminin yeterince kavranmadığının da işaretidir. Sadece İstanbul-İzmir otoyolunun geçtiği Manisa ilinde Ziraat Mühendisleri Odası’na göre aralarında anıt ağaçların da bulunduğu toplam 700 bin zeytin ağacı kesilmiştir. Bu çapta bir zeytin kesimi özellikle yerel bazda oldukça önemli bir kaynak kaybıdır ve bu kararın alınmasından önce alternatiflerin daha detaylı incelenmesini gerektirecek bir durumdur.

Türkiye’de yaklaşık 500 bin aile geçimini zeytincilikten sağlamaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 189 milyon zeytin ağacından 2021’de 556 bin ton sofralık, 1 milyon 183 bin ton yağlık zeytin elde edilmiştir. Yönetmeliği çıkaran yetkililer elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerine “kamu yararı” dikkate alınarak izin verileceğini savunmaktadırlar. Bu noktada en önemli soru; iktidara yakın ticarî işletmelerin çıkarı ile kamu çıkarının aynı olup olmadığı sorusudur. Ülkemizin dünya çapında zeytin ve zeytinyağı üreten ilk beş ülke arasında olduğu dikkate alındığında, bu tür kurnazca gündeme getirilen düzenlemelerle madencilik sektörünün ticarî çıkarlarının, vatandaşların sağlıklı bir çevrede yaşama ve tabiatın ekolojik ve kültürel varlığını koruma haklarından üstün tutulması anlamına geldiğini göstermektedir.

Bu tür girişimlerde doğru ve verimli kaynak yönetimi için yapılması ve dikkate alınması gereken husus, temel olarak atılacak her adımın azami ölçüde hem ekonomik hem de ekolojik olmasına dikkat etmek olmalıdır.

Türkiye’de ilk olarak zamanın Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yönetmelik değişikliği yapılarak kamu yararı gerekçesiyle zeytinlikler 2012 yılında da madencilik faaliyetlerine açılmıştır. Yönetmeliğin Danıştay tarafından iptal edileceği 2013 yılına kadar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, üç kilometre sınırını içeren kanun maddesini askıya alarak 26 maden işletme ruhsatlı saha için “kamu yararı” kararı almıştır. Bu dönemde maalesef madencilik faaliyeti için binlerce ağaç kesilmiş, söz konusu şirketler sorumlulukları hakkında gereken özeni göstermemiştir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2014 yılında “zeytinlik sahayı” 25 dekar üzerinden tanımlayarak 10-15 dönümlük zeytinlikleri, zeytinlik sahasının dışında bırakacak bir yasa taslağı hazırlamıştır. Kamuoyunda “zeytinliklerin imara açılacağı” biçiminde yer alan taslak farklı tarihlerde TBMM’ye sunulsa da yukarıda bahsedildiği şekilde kabul görmemiş ve uygulanması engellenmiştir.

Gıda krizlerinin yaşandığı, gıda güvensizliğinin büyük bir tehlike olarak insanlığın karşısına koyulduğu bir zamanda, insanın sağlıklı beslenme konusunda ihtiyaç duyduğu önemli gıdalardan olan zeytin ve zeytinyağı hususunda bu denli tüccar zihniyetli bakışın sağlıklı olmadığı ortadadır. Zeytinliklerin madencilik faaliyetine açılması tabiat kadar gıda güvenliğinin korunması açısından da yararı tartışılacak bir husustur. Tabii ki bu noktada asıl mesele enerji kaynaklarının ne kadar sağlıklı ve verimli kullanıma sunuluyor olmasıdır. Ülkemizde son yıllarda kontrolsüz ve plansız bir şekilde yoğunlaşan kömür-altın madenciliği, taş ocakları, santral projeleri, ‘yap-işlet-devret’ modeliyle uygulanan projeler nedeniyle ihtiyaç duyulan alanlar için ormanlarda milyonlarca ağaç kesilmekte, zirai alanlar işgal edilmekte ve çevrenin korunması konusunda maalesef yeterli düzeyde özen gösterilmemektedir. Bu türden hoyrat uygulamalar en başta zirai faaliyetlerin olumsuz etkilenmesine sebep olmakta başta çiftçilerin zirai uğraşlarını ve sağlıklarını olumsuz etkileyen girişimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekilde biyo-çeşitliliğin ve ekosistemin olumsuz etkilenmesine, yönetmeliklere uymayan haşin uygulamalar nedeniyle toprağın, derelerin, nehirlerin ve yeraltı sularının kirlenmesi ve kuruması gibi ciddi sorunlara da sebebiyet vermektedir. Tabiatla ilgili düzenlemelerin olumsuz etkilerinin kümülatif olması, sorumluların tabii kaynaklarımızı ve çevreyi olumsuz etkileyen uygulamalar konusunda daha rahat davranmalarına imkân veriyor olsa da bu türden kontrolsüz tatbikatların etkisi uzun vadede ağır ve telafisi çok güç meseleler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öte yandan kontrolsüz ve kurallara uymayan enerji santralleri; kurulması için gerekli ağaç kesim ve sökme işlemlerinin sonrasında, kurulduktan sonra da zeytin ve diğer zirai kaynakları olumsuz etkilemeye devam edebilmektedirler. Özellikle santrallerden çıkan küller ve külden oluşan asit yağmurları sebebiyle hem toprağa ve suya hem de bitki örtüsüne olumsuz etkiler devam etmektedir ve bunun sonucu olarak zirai üretim verimi ciddi oranlarda düşmektedir. Termik santrallerde buhar elde etme, soğutma ve temizleme için kullanılan sular, sıcaklık dereceleri yükselmiş olarak kontrolsüzce ve yönetmeliğe uymayacak şekilde toprağa, yeraltı sularına, akarsulara ve denizlere boşaltıldığında da önemli bir tabiat kirliliğine sebep olmaktadırlar. Benzer sorunlar jeotermal elektrik üretim santrallerinde de şikâyet konusudur. TÜİK’in, Su ve Atıksu İstatistikleri’ne göre 2020 yılında su kaynaklarından çekilen 18 milyon metreküp suyun 8 milyon metreküpünü termik santraller kullanmıştır. Bu kullanım, oransal olarak termik santrallerin su kullanımının %45’e tekabül ettiği anlamına gelmektedir. Termik santrallerden su kaynaklarına deşarj edilen atık su miktarı ise 8 milyon metreküp civarındadır. Yönetmeliklere uygun davranılmadığında suyu tertemiz akan dereler, nehirler ve yeraltı suları hızla kirlenebilmekte ve çevresel bir felakete yol açabilmektedir.

Öneriler:

·         Enerjide dışa bağımlılığı olan bir ülkenin kendi tabii kaynaklarını kullanması kadar doğal bir durum olmasa da bunu insanın yaşaması için gerekli gıdayı sağlayan temel varlıklarımızdan toprağı, suyu ve bitki örtüsünü korumayı odağına alarak yapması önem arz etmektedir.

·         Bugünün teknolojik imkânları azami ölçüde kullanılarak yerüstü kaynaklarımızı koruyarak yeraltı kaynaklarını kullanmak ve yeraltı kaynağı yeryüzüne çıkarıldıktan sonraki aşamalarda da korumacılığa azami itina göstermek önemlidir.

·         Maden ruhsatı verilmesinden önce gerekli fizibilite yatırılarak, mümkün ise toprak üstü yapıya zarar vermeden gerekli tedbirler eksiksiz alınarak ve takip edilerek yeraltı galeri çalışması şeklinde izin verilmelidir.

·         Her vakit madenlerin kapasite ve rezerv analizleri ve ölçümleri dikkatlice yapılmalı, maden ruhsatları bu değerlendirmelerin sonucunda ciddi kaynak düzeyinde olan alanlarda verilmelidir.

·         Madencilik konusunda bilgi ve deneyimleri olmayan kişi ve şirketlerin bir takım ilişkiler dikkate alınarak madencilik sektörüne girişlerinin sağlanması önemli bir olumsuzluktur. Bu hususta kesinlikle kamu yararı her şeyin başında tutulmalıdır.

·         Maden işletmelerinin standart ve yönetmeliklere uyumları sürekli ve ciddi şekilde izlenmeli, herhangi bir olumsuzlukta hızlı kararlar alınmalı ve yaptırımı güçlü cezalardan kaçınılmamalıdır.

·         Maden şirketlerinin zeytin gibi yerüstü zenginlikler konusundaki tasarrufları kamu yararını önceleyen uzmanlar tarafından düzenli denetlenmeli, zemin toprak ve bitki örtüsü hususlarındaki sorumluluklarını yerine getirmelerine özen göstermeleri sağlanmalıdır. Tahrip edilen alanların karşılığında yeni oluşturulacak veya taşınacak ağaçlandırma alanları titiz bir şekilde takip edilmeli, ağaçlandırma ve taşıma faaliyetlerinin tamamlanmasının ardından madencilik faaliyeti izni verilmelidir.

·         Madencilik faaliyetlerinde bugüne kadar çalışılmış ve rezervi bitmiş ya da terkedilmiş sahaların rehabilite edilmesi şartı ve kuralları vardır. Buna rağmen bu sahaların rehabilite edilme yüzdesi % 45’ler seviyesindedir. Bakanlığın kamu yararının gözetileceği hususundaki samimiyetini ispat edebilmesi bakımından, bu yasa değişikliğinin öncesinden bu oranı %45’ten %100’e getirmelidir.

·         Bahse konu kanun teklifinin temel amacı, Yatağan Termik Santrali ve Muğla bölgesi özelinden hareketle, görünür rezervlerin bitmeye yakın olduğu termik santral alanlarına yeni kömür çalışma sahaları kazandırabilmek ve bu santralleri kapanma tehlikesinden kurtarmaktır. Ancak AK Parti’nin, Türkiye Devleti adına imzaladığı ve onayladığı Paris İklim Anlaşması’na aykırı olduğu nitelendirilebilecek bu kanun değişikliğine karşın, yenilenebilir enerji-meralık alanlar-hayvancılık arasındaki ilişkide nasıl bir tavır alacağını aziz milletimize açıklaması gereklidir.

·         Yerleri değiştirilecek zeytin ağaçlarının bütün taşınma ve yeni yerine adaptasyonu hususlarındaki çalışma ve şartlar azami ölçüde yerine getirilmeli, sorumluluğunu aksatan şirketlere gerekirse her bir zeytin ağacı için ciddi yükümlülükler getirilmelidir.

·         Madencilik faaliyetleri izini karşılığında tahsil edilen ot bedeli, ağaç bedeli, ağaçlandırma bedeli vb. gelirlerin tamamının sadece tahsil edildiği amaç üzere kullanılacak bir fonda toplanması ve harcanması titiz bir şekilde takip edilmelidir.

·         Maden alanlarında faaliyet gösterecek işletmeler, hava, toprak, yeraltı ve yüzeysel sular, zirai faaliyetler, biyo-çeşitlilik ve ekoloji, yerel/bölgesel iklim, çöküntü, depremsellik, görsel etki ve doğal özellikler, sağlık ve güvenlik ve yerel ekonomi ve istihdam üzerindeki etkileri alanlarında uzman kişilerce ciddi analiz ve değerlendirmelere tabi olmalı ve alanlardaki etkiler düzenli olarak takip edilmelidir.

 

 Yeniden Refah Partisi Milli Siyaset Kurulları
Ziraat ve Orman Politikaları Kurulu 
ile
Enerji ve Tabii Kaynaklar Politikaları Kurulu

ortak çalışmasıyla hazırlanmış raporudur.

 

 

İMAMOĞLU ÜZERİNDEN YENİ POLİTİK HAMLE

ABD Dışişleri Bakanlığının İmamoğlu’nun 2 yıl 7 ay hapis cezasına çarpıtılması kararıyla ilgili çok hızlı bir refleksle harekete geçip: “ifade, barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlükleri” sacayağından hareketle, ‘temel özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı’ vurgusuyla Türkiye'yi söz konusu temel özgürlükler konusunda saygılı davranmaya ve bu davayı hızlı ve adil bir çözüme kavuşturmaya davet etmesi son derece manidar bir yaklaşım olsa gerek. Washington’u derin endişeye sevk eden bu gelişmenin perde gerisine baktığımızda geçmişte yaşanan benzer olayların kamuoyunun hafızasındaki canlılığını hala muhafaza ettiğini görebiliriz.

Yakın geçmişte özellikle Refah Yol döneminde yaşanan benzerini örneklerde görüldüğü üzere, ABD yönetimleri, Türkiye’de özellikle proje ürünü olan siyasi hareketlerin arkasında durarak ve daha da önemlisi yönlendirici politikalar ihdas ederek bildik siyasi istikrarsızlığa da neden olmaktadır.

Türkiye'de kötüleşmeye yüz tutan ekonomik göstergeler ve dış politikadaki olumsuz gelişmeler karşısında özellikle iktidar noktasında yeni alternatif arayış içerisine giden küresel güç odakları, bütünleşme vizyonu çerçevesinde yeni muhalif güç olarak ortaya çıkan altılı masanın başarısızlığı karşısında geçmişi çağrıştıran bildik yöntemlere başvurmaları, “tahayyül” ve ardından “tahakküm” olgusunu yeniden zihinlere yerleştirmeye çalıştıklarını ortaya koymaktadır.

Küresel güç odaklarının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu vasıtasıyla zihinlere kodlamaya çalıştıkları “yeni siyasi kahraman” kavramını “iç politika” aracı olarak sahneye koymuş olduklarını hayretle görmek mümkündür.

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan’ın deyimiyle; ‘kasa başındakiler’ ve ‘masa başındakiler’ retoriği ile örtüşen ve çözümü küresel güç odaklarına payanda olmakta gören bu politik anlayışlı yapının en yalın ifadeyle “Münih Mantalitesi”nin, kötüyle uzlaşma ve ona taviz verme üzerine dayanan anlayışının artık geçer bir akçe olmadığı bu son gelişmeyle bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Ne yazık ki, Türkiye’nin jeopolitik güç dengesinden kaynaklanan reflekslerinin düşünsel kalıpların çok gerisinde bırakılması sonucu son dönemlerde ABD’nin özellikle Ortadoğu ölçeğindeki müdahaleci ve tekelci kontrolünün Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye sokacak boyutlara ulaştığını görmek mümkündür. İşte bu noktada, kendi ağırlık merkezinden uzaklaşan ve geçmişteki ağırlık dallarını sürekli budayan Türkiye'deki mevcut iktidar, karşısında heyula gibi duran yeni tehdit unsurları ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır.

İşte bu noktada Türkiye de seçim öncesi oluşturulmaya çalışılan gergin siyasi hava,

Bizans stratejileri ve entrikalarını aratmayan bir atmosferde gelişme göstermektedir. Yapılacak olan seçimler, iktidarın kötü icraatlarının tescili niteliğinde iken altılı masayı oluşturan muhalefet liderlerinin, flatusvocis cinsinden, muğlâk siyasi anlayış içerisinde samimiyet ve inandırıcılıktan uzak ve çözüme yönelik olmayan günübirlik politikalarını dış baskıcı (exogenouscoercive) unsurların dayatmacı politikaları ile eklemleyerek kısa yoldan iktidara kavuşabilecekleri zannına kapılmış oldukları son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun mahkeme kararıyla açıkça ortaya çıkmış oldu.

Özellikle bölgemizde kardeşlik, barış ve istikrara yönelik, karşılıklı güven, saygı ve samimiyete dayalı, gerçek manada milli politikaların izlenmesi kaçınılmazdır. Artık Türkiye'nin istikrarını yeniden ön planda tutan yeni stratejik politikalara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Ezcümle, güven ve istikrara yönelik politikalar ortaya koymak yerine, kavgaya ve kargaşaya dayalı politik anlayışın tercih edilmesi durumunda, mevcuttan daha keskin bir güç kaybıyla karşı karşıya kalınması kaçınılmaz olacaktır.

Artık Türkiye’de, hoşgörü, barış ve kardeşlik içerisinde bir arada yaşama kültürüne her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğu muhakkaktır.

 

Doğan Bekin

Genel Başkan Yardımcısı | Dış İlişkiler Başkanı

SELAM OLSUN ENGELLİ KARDEŞLERİME

Engelli kardeşlerimin '3 Aralık Engelliler Günü'nü tebrik ediyoruz. Allah her birine sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler versin, iki cihanda yüzlerini güldürsün. 3 Aralık 1996 günü, engelli kardeşlerimiz için milat olup, “Engelliler Bayramı” olarak ilan edilen bir gündür. O gün merhum Başbakanımız Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN hocamız ülkemizin her bir köşesinden davet ettiği engelli kardeşlerimizi ve dernek yetkililerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Refah Partisi gurup salonunda topladı.

Konuşmak isteyen bütün Engelli kardeşlerimizin konuşma yapmasını sağladı, şikâyetlerini ve isteklerini dinledi. En sonunda kendisi söz aldı ve bugünü “Engelliler Bayramı ilan ediyorum” diyerek, “engelli kardeşlerimizin bütün ihtiyaçlarını hemen karşılayacağız ve sizlerin isteklerini kapsayan bütün hususları da kanunlaştıracağız” diye söz verdi. Beni talimatlandırarak gerekenleri hemen yapmamı istedi.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma fonundan (SYDTF) o günkü para ile 2,5 trilyon lirayı engeli kardeşlerimizin tüm ihtiyaçlarını temin etmek üzere kullandık. TBMM’den yetki alarak, 571, 572 ve 573 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameleri çıkardık. Böylece ülkemizde ilk defa engellilerin sorunlarını ortadan kaldıracak, 90 maddelik bir kanuni düzenleme yapıldı. Bu kanun maddelerinden bazılarını ifade edersek;

1.      Türkiye’de ilk defa engellileri devlet katında temsil edecek ve sorunlarını çözecek Engelliler İdaresi Başkanlığı kuruldu.

2.      Engelliler Koordinasyon Kurulu ihdas edildi.

3.      Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunun gelirlerinin %5’i, engellilerin ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılmak için tahsis edildi.

4.      Kamuda işe alınma oranı %2’den, %3’e çıkarıldı.

Yeniden Refah Partimizin Engelliler Başkanlığı'na, hemen her gün engelli kardeşlerimiz tarafından çok sayıda sorunları iletilmektedir. İnşallah yapılacak ilk seçimde, partimiz iktidar olacak ve kardeşlerimizin sorunlarını yine istedikleri istikamette biz çözeceğiz.

Tüm engelli kardeşlerimizin 'Engelliler Günü'nü tekrar tebrik ediyor, Yeniden Refahlı günler diliyoruz.

 

Prof. Dr. Sacit Günbey
Genel Başkan Yardımcısı | Sosyal İşler Başkanı | 54. Hükûmet Devlet Bakanı

 

 

 

 

SÖZ VERİLEN ENGELLİ KAMU PERSONELİ ATAMALARI HAKKINDA

Hayatlarındaki tüm olumsuz etkilere rağmen canla başla mücadele eden Engelli vatandaşlarımızın sosyal hayata kazandırılmaları ve dezavantajlı durumlarından sıyrılmaları için istihdamdaki oranı %3’ten %5’e çıkarılmalıdır.

Bu sorunu çözmek 10 milyon engelli vatandaşımızın rahat nefes almasına ve gelecek kaygısının giderilmesine ve yuva kurmasına vesile olacaktır.

Engellileri mağdur eden 2022 yılı engelli memur atama töreninde vaat edilen 4B sözleşmeli personel statüsünün de kapsam içine alınarak 12 bin istihdam sözünün yerine getirilmemesidir.

12 bin rakamına ilave olarak kamudaki engelli açığı talepleri tam olarak toplanıp ilk etapta en az 15 bin engelli ataması yapılmalıdır.

Kamu da ortopedik engelli, görme engelli ve işitme engelli olan vatandaşlarımızın yardımcı hizmetler sınıfında istihdam edilmelerinden doğan problemler Yardımcı Hizmetler sınıfında değil Genel İdari Hizmetler sınıfında istihdam edilmek suretiyle çözülebilir.

Yıllardır çözüm bulunmaya çalışılan özel sektörde engelli personel çalıştırma zorunluluğu yakından takip edilmeli ve bu konuda caydırıcı kanunlar çıkartılıp takibi yapılmalıdır.

Özel sektörde çalışan engelli bireylerin yaşadıkları sorunlara mutlaka müdahale edilmeli ve engelli bireyi sağlıklı birey gibi çalıştırma niyetinde olan işletmeler tespit edilip sıkı denetim yapılıp engellilerin özel sektörde güvenle çalışmalarının yolu açılmalıdır.

Engelli bireylerin çalışması sadece gelir elde etmek değil, sosyalleşmek, özgüvenini geliştirmek ve potansiyelini kanıtlamak demektir.

Milli Görüş’ün temsilcisi Yeniden Refah Partisi’nin genç ve tecrübeli kadroları olarak, “Engelli vatandaşlarımıza hizmet, inancımızın gereğidir” prensibini benimsiyoruz. Saygılarımızla.

 

 

Davut Konakçı
Genel Başkan Yardımcısı | Engelli Vatandaşlar Başkanı

 

Yayın Tarihi: 20 Aralık 2022 | Yayın Saati: 13:34:47