SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 26 OCAK 2022

 

SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU

 

26 OCAK 2022

 

 

 

 

 

KONULAR:

 

  •       ASIL CAHİLLİK PEYGAMBERE VE EŞİNE DİL UZATILMASINA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEMEKTİR!
  •      RUSYA-UKRAYNA GERGİNLİĞİ VE TÜRKİYE’NİN DENGE POLİTİKASI
  •      MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NIN, KAMUYA ÖĞRETMEN ATAMA SÜRECİNDE UYGULADIĞI SÖZLÜ SINAVDAKİ YANLIŞ VE HATALI UYGULAMALARI HAKKINDA GÖRÜŞ YAZISI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ASIL CAHİLLİK PEYGAMBERE VE EŞİNE DİL UZATILMASINA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEMEKTİR!

 

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, yaptığı açıklamada, "Milletimizin inancını, dini değerlerimizi hiçe sayarak Hz. Adem (AS) ve Hz. Havva annemize şarkı sözleriyle saldırılması asla kabul edilemez. Gerçek cahiller ve gafiller Hz. Adem’e (AS) yani bir peygambere dil uzatanlar ile bu dil uzatmayı düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmeye kalkışanlardır." dedi.

 

Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan, düzenlediği haftalık olağan basın toplantısında önemli açıklamalarda bulundu.

 

Taşıma Suyuyla Değirmen Dönmez, Taşıma Dolarla Ekonomi Yöneltilmez

Son bir senede enflasyon, hayat pahalılığı ve döviz kurlarının artmasıyla vatandaşın bir numaralı gündem maddesinin  ekonomi  olduğunu söyleyen Genel Başkanımız, buna karşın iktidarın çözüm olarak sunduğu Kur Korumalı Döviz Mevduatı ve Swap gibi formüllerin günü kurtarmaya yönelik hamleler olduğunu belirtti. 'Taşıma suyuyla değirmen dönmez, taşıma dolarla da ekonomi yönetilmez' uyarısında bulunan Genel Başkanımız Erbakan, 'ekonomide Kronik yapısal sorunların çözülmesi gereklidir. İsraf halen devam, bütçe açıkları borçlanma, dışa bağımlı ekonomi yapısı devam ediyor, bu şekilde gittiği müddetçe döviz artacak bu da enflasyonu artıracak.' ifadelerini kullandı.

 

İktidarın Görevi Sadaka Dağıtmak Değildir

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan açıklamasında  şunları kaydetti:

 

"İktidar yıllardır olduğu gibi sadaka ekonomisi ve sadaka siyasetine devam ediyorlar. Önce borç-faiz-zam-vergi ekonomisiyle, adaletsiz paylaşımla fakirleştirip, sonra da fakir kalan halka erzak yardımı yapan AK Parti iktidarı bu kez de “4 milyon” ihtiyaç sahibine doğalgaz yardımı yapacak. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı "Hane başına yıllık 450 lira ile 1150 lira arasında destek sağlanacak." dedi. Bir defa bu 20 milyondan fazla insanın ısınma problemi yaşadığını gösterir! İkinci olarak bu yardım aylık 70 TL gibi bir yardıma denk geliyor ki bu yeni doğalgaz fiyatlarıyla zamlardan sonra 4 kişilik bir hanenin dişin kovuğuna bile yetmeyecektir. Diğer bir husus taksimatta adaletsizlik hususu. Bu desteğin toplam bedelinin 3 milyar TL olduğunu bir de övünerek belirtiyorlar. Oysa ki imtiyazlı holdinglere 2022 yılında yapılacak garanti ödemeleri  42 milyar TL ödenecek. Tabi bu garanti ödemesi dolar 9 TL olarak hesaplandığı için 42 milyar doların 13 TL'yi geçti bu garanti ödemesi şimdiden 60 milyarı geçti. Diğer bir kıyaslama da  2022 yılında faize ödenecek para da 240 milyar TL. Döviz kurundaki artış hesaba katıldığında, bu rakamın da 300 milyar TL civarında olacağı rahatlıkla söylenebilir.  Yani 4 milyon haneye verilecek 3 milyar TL devede kulak bile değil. Hep söylediğimiz gibi iktidarların görevi sadaka dağıtmak, hayır işleri yapmak değil, iktidarların asıl görevi fakir halkın alım gücünü arttırmak refah seviyesini arttırmaktır. Siz önce Kış ortasında elektriğe yüzde 52-127 arası, doğalgaza yüzde 25, kömüre yüzde 72, oduna yüzde 32,6 zam yapıp önce fakirleştirip sonra da çıkıp 4 milyon haneye ‘ısınma desteği’ verileceğini açıklıyorsunuz. Yani kaşık ile verip kepçe ile geri alıyorsunuz. "

 

Malum Çevreler Dinimize, Cemaatlere Topyekun Saldırıya Geçti

Cemaat evinde kalan üniversite öğrencisi Enes Kara'nın intihar olayına da değinen Genel Başkanımız, Türkiye'yi üzüntüye boğan vahim olayın malum çevreler tarafından farklı bir tarafa çekildiğini belirterek şöyle konuştu:

 

"Cemaat evinde gerçekleşen intihar olayı sebebiyle malum çevreler dine, dini değerlere, cemaatlere topyekun saldırıya geçtiler. 'Bu ölümün sebebi, sorumlusu cemaatlerdir' noktasına getirdiler. Hatta ağızlarındaki baklayı bir çıkarabilseler yüce dinimiz İslam'ı suçlayacaklar. Bu çarpık mantığı anlamakta zorlanıyoruz.  Bir üniversite öğrencisi intihar ettiği zaman o üniversiteyi sorumlu kabul edip, bütün üniversiteleri kapatalım, engelleyelim mi diyeceğiz? Veya bir üniversite yurdunda intihar oldu Allah muhafaza o zaman da üniversite yurdunu mu kapacatacağız. Böyle bir mantıksızlığı nasıl izah edebiliriz? Böyle bir mantık olabilir mi? Tamamen maksatlı gerçekleri çarpıtıp bütün dindar kesime aklı başında cemaatlere ehli sünnet itikadına uygun hizmet yapmak isteyen cemaatlere bu işi sirayet ettirip bunların faaliyetlerini ortadan kaldırıp asıl kafalarındaki o materyalist nesiller yetiştirmek için adım atmak bu art niyetli karalama kampanyalarından bunu görüyoruz. Allah rahmet eylesin vefat eden gencimize elbetteki üzülüyoruz ancak olayı aslından saptırıp da böyle bir noktaya getirilmesini de doğru bulmuyoruz."

 

Asıl Cahiller Peygambere ve Eşine Dil Uzatılmasını İfade Özgürlüğü Olarak Değerlendirenlerdir

Aynı çevrelerin Cenabı Allah’ın bir peygamberine ve o peygamberin eşine saldırma cüretini de göstermekten çekinmediğini de hatırlatan Genel Başkanımız, bu hakaretin düşünce ve ifade özgürlüğü olarak değerlendirilemeyeceğini vurguladı. Erbakan, "Her ne kadar malum şarkı 5 yıl önce yapılmış olsa da gündem yeni düşmüştür. Milletimizin inancını, dini değerlerimizi hiçe sayarak, Hz. Adem (AS) ve Hz. Havva annemize şarkı sözleriyle saldırılması asla kabul edilemez. Gerçek cahiller ve gafiller Hz. Adem’e (AS) yani bir peygambere dil uzatanlar ile bu dil uzatmayı düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmeye kalkışanlardır." dedi.

 

İçişleri Bakanlığına Çağrı: Uçaklardan Zorunlu PCR Testi Kaldırılmalıdır

İçişleri Bakanlığımızın zorunlu PCR kararından geç de olsa kaldırması hatasından dönmesi önemli olduğunu belirten Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, ertesi gün uçaklara zorunluluk getirilmesine anlam veremediklerini kaydederek, "Ancak hemen 1 gün sonra uçak yolculuklarına PCR zorunluluğu uygulaması aklı alır gibi değil. getirmesi Bu virüs 10 saatlik otobüs yolculuğunda, 15 saatlik tren yolculuğunda, sinemada tiyatroda bulaşmayacak, 1 saatlik uçak yolculuğunda bulaşacak. Aynen daha önce metrobüste, otobüste dolmuşta bulaşmayıp sadece camilerde bulaştığı gibi. O dönemde demek ki bu dindar bir virüs,o nedenle hep camide oluyor demiştik, şimdi ne diyelim “uçmayı seven ya da maddi durumu iyi olan bir virüs” herhalde diyeceğiz. Bununla bir diğer çarpıklık da, 18 yaşından küçüklerden PCR testi istenmemesi. Bu nasıl bir mantıktır ? 15-16-17 yaşlarında olan yolcular virüs taşımıyor mu ?  Bulaştırmıyor mu?  Belki biraz sert bir ifade olacak ama bütün bu saçmalıkların bir an önce ortadan kaldırılması gereklidir. İçişleri Bakanlığımızdan bir an önce uçaklardan da bu zorunluluğu kaldırılması çağrısında bulunuyoruz. " şeklinde konuştu.

 

 

 

Dr. Fatih Erbakan

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

RUSYA-UKRAYNA GERGİNLİĞİ VE TÜRKİYE’NİN DENGE POLİTİKASI

 

Rusya, merkeze bağlı ‘perifer ülke’ olarak tanımladığı Ukrayna, Kazakistan ve Beyaz Rusya gibi ekonomik ve yeraltı zenginlikleri bakımından önemli potansiyele sahip ülkeleri ‘Avrasya Bütünleşmesi’ kapsamında en öncelikli ülkeler olarak görmektedir.

 

Bu arada Rusya’nın bu planını bozmaya çalışan ABD ise; 2014 yılından bugüne kadar güvenlik ve güvenlik dışı konularda Ukrayna’ya toplam 5.4 milyar dolarlık yardım yanında 3 milyar dolarlık devlet garantisi de sağlama yoluna gitmiştir.

 

Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in yayınladığı bildiride; ‘bir ülkenin sınırları ve toprak bütünlüğünün hiçbir şekilde zorla değiştirilemeyeceğini, krizin çözümünde diplomasinin tek sorumluluk yolu olduğunu’ ifade ederek Rusya’ya göndermede bulunurken, benzer şekilde ABD’nin Irak ve Suriye ve Filistin gibi ülkelerin toprak bütünlüğünü hiçe sayan uygulamalarını ise görmezden gelmesi tam bir çelişki ortaya koymaktadır.

 

Özellikle Vladimir Putin’in; ‘Avrasya Bütünleşmesi’ kapsamında 2014 yılında Kırım’ı Rusya’ya ilhak ettikten sonra Ukrayna’ya yönelik benzer politikası ister istemez Karadeniz’de suların yeniden ısınmasına neden olabilir.

 

Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky yönetiminin ‘Ukraynalaştırma’ hamlesi çerçevesinde aynen Kazakistan’da olduğu gibi Rus dilinin birçok alanda kullanımını kısıtlaması ve Ukraynaca dilinin ön plana çıkarılması çalışmalarına ağırlık verilmesi hiç şüphesiz Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ukrayna üzerindeki projesinin akamete uğramasına neden olabilecek bir gelişmedir.

 

Bu nedenle Rusya’nın etkisinden uzaklaşabilecek bir Ukrayna’nın, hızlı bir ivme ile ABD ve AB’nin kontrolü altına girmesinin jeopolitik ve jeostratejik açısından Rusya’ya büyük maliyet oluşturacağı bir gerçektir.

 

1954 yılında Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nden alınarak Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanan Kırım’ı 2014 yılında ilhak eden Putin, Dombas’ta Rusya yanlısı ayrılıkçılara destek verirken, Moldovya’nın toprağı sayılan Transdinyester’de tek taraflı bağımsızlık ilan eden ayrılıkçı güçlerin kurduğu "Prinistrovya Cumhuriyeti”ni desteklemesi ister istemez Ukrayna’daki vahim gidişat konusundaki kaygıların artmasına neden olmaktadır.

 

Özellikle, Batı medyasının Ukrayna konusundaki gerginliği tırmandırmaya yönelik savaş çığırtkanlığının hiç kimseye fayda getirmeyeceği gerçeğinden hareketle Karadeniz’in yeni kriz bölgesine dönüşmemesi amacıyla Türkiye gibi ülkelere büyük iş düşmektedir.

 

ABD’nin olası bir çatışmada, Bush doktrini çerçevesinde NATO üyesi olan Türkiye’nin; “Ya bizdensiniz ya da onlardan” yaklaşımıyla bu sorunun bir parçası haline getirilmeye çalışılması büyük açmazlara neden olabileceği bir gerçektir.

 

Bu konuda çözümsüzlüğe ve belirsizliğe doğru gelişme gösteren Ukrayna konusunda ‘Milli Politika’nın takip edilmesi ve iki ülke arasındaki muhtemel çatışmayı önleyici adımların atılması kaçınılmazdır.

 

 

Doğan Bekin

Genel Başkan Yardımcısı | Dış İlişkiler Başkanı

 

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NIN, KAMUYA ÖĞRETMEN ATAMA SÜRECİNDE UYGULADIĞI SÖZLÜ SINAVDAKİ YANLIŞ VE HATALI UYGULAMALARI HAKKINDA GÖRÜŞ YAZISI

 

Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığı’nın 15 bin sözleşmeli öğretmen ataması için sözlü sınav (mülakat) sonuçları yayınlandı. Bilindiği üzere bu mülakata KPSS’den belirli bir puanın üzerinde alan kişiler arasından, kontenjanın 3 katı kadar aday davet edilmiştir. Mülakat sonuçlarının yayınlanması ile birlikte KPSS sınavında yüksek puanlar almış, hatta derece yapmış adayların 60 puanın altında mülakat notu verilerek elendiği ile ilgili birçok serzenişe Partimize başvuran vatandaşlarımız ve medya aracılığıyla şahit olduk.

 

Yazılı sınav ve mülakat gibi sınav tekniklerin özü ehliyet ve liyakat sahibi olanlar arasından en iyiyi seçmektir. Ancak görmekteyiz ki uygulamada bu teknikler iktidar tarafından arka kapıdan dolanmak, kendi yandaşını kamuya yerleştirmek için kullanılmaktadır.

 

Tek derdi evine aş götürmek, ailesine yardımcı olmak, çoluğunun çocuğunun geleceğini hazırlamak, ülkesine ve milletine hizmet etmek olan, bu uğurda yıllarca okumuş, çeşitli kurslara giderek kendisini geliştirmiş, emek vererek KPSS gibi zor bir sınavda yüksek puan almış, açıklanan kontenjanlara göre atanabilecek durumdaki adayların, hangi objektif kritere göre yapıldığı belli olmayan bir mülakat ile elenmeleri ne bizlerin ne de kamu vicdanının kabul edebileceği uygulamalar olamaz.

 

Toplumdaki ayrışmanın ve kutuplaşmanın bir sonucu olarak, bu mülakatlarda, birçok başarılı adayın siyasi olarak Ak Partiye ve Cumhur İttifakına yakın olmadığı için bir dayısı, tanıdığı, torpili olmadığı için elendiği bir mülakat olduğu algısı geçen zaman içerisinde kamuoyunda geniş yer bulmuştur.

 

Bir sınav düşünelim, soruları, ülkemizin sınavların yapılmasında en prestijli kurumu olan ÖSYM’nin belirlediği ortak bir heyet tarafından hazırlanmış ve insanlar bu sınava girip aynı ölçekle puanlanmışlar. Buraya kadar her şey bir sınavda olması gerektiği gibi. Ardından illerde mülakat yapılacağı söylenmiş ve belirli adaylar bu mülakata davet edilmiş. İllerdeki jüriler farklı, illerde sorulan sorular farklı, önceden bir soru havuzu oluşturulmamış, adaylara sorulan sorular tutanağa geçirilmemiş, performans puanı tutanakları tutulmamış, ses ve kamera kaydı alınmamış... Dolayısıyla şeffaflıktan tümüyle uzaklaşılmış bir sözlü sınav yapılmış. Böyle bir sınavı tümüyle objektif yapsanız bile size kim inanır? Az önce saydığımız eksiklikler nedeniyle, Danıştay’ın “şeffaf olmayan mülakatları hayatın olağan akışına aykırı kabul ederek” iptal ettiği çok sayıda mülakat bulunmaktadır. Şimdi ortada Sayın Milli Eğitim Bakanının açıkladığı gibi doğru yapılmış, objektif bir sınav mı var, yoksa milletimizin tepkisini hak eden, ehliyet ve liyakatin hiçe sayıldığı bir sınav mı var soruyoruz?

 

Öyle bir anlaşılmaz durumla karşı karşıyayız ki; Sayın Milli Eğitim Bakanı aynı zamanda bir önceki ÖSYM Başkanıdır. Yaklaşık 10 ay süresince bu makamda oturmuştur. Her iki görevine de Sayın Cumhurbaşkanı tarafından atanmıştır. Mademki KPSS, aday seçimi için yeterli bir sınav değildir veya sınav sonuçlarında güvenilmez durumlar söz konusudur, soruyoruz o makamda oturduğunuz sürece neden bu sistemi düzeltmediniz? Milli Eğitim Bakanı, geçmişte Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı da yapmıştır. Çok sayıda doçent adayı, kendisinin zamanında doçentlik sınavına tabi tutulmuştur. Nitekim Sayın Bakan bir öğretim üyesidir. Sayın Özer’in özgeçmişine bakıldığında sınav uygulamalarına yabancı biri olmadığı, gayet tecrübeli olduğu görülmektedir. Aziz milletimizin tamamı aslında olanın ne olduğunu gayet iyi biliyor. Çünkü bu uygulamalar iktidarın bugün ilk defa yaptığı uygulamalar değildir. Polislik, Hâkimlik, Savcılık ve nice kamu kuruluşunda ve İŞKUR aracılığıyla özel sektörde Ak Parti’den icazet almadan, Ak Partiye üye olunmadan, Ak Partiden bir dayı bulmadan iş sahibi olunamadığı, artık tüm milletimizin malumu olan hususlar olmuştur.

 

Biz siyasi tecrübemizle ve Milli Görüş Anlayışımızla, “milleti hiçe sayan, hak ve adaleti unutmuş, vicdanı ile makamı arasına sıkışmış, empati yoksunu bu torpilci siyaset anlayışını” iyi tanıyor ve milletimizi bu siyaset anlayışından kurtarmak için çalışıyoruz.

 

Her zaman ifade ettiğimiz gibi bir ülkenin en önemli ve stratejik sermayesi, nitelikli ve inançlı insan sermayesidir. Nitelik; bir işi veya mesleği gerektiği gibi idare edecek ehliyete ve liyakate sahip olmaktır. İnanç ise, Hakk’ı bilmek, ülkesine inanmış ve adanmış olmaktır. Kendisini muhafazakâr ve milliyetçi olarak tanımlayan bir iktidarın, uygulamalarıyla gençliğe örnek olmak yerine, onları ümitsizliğe sevk etmesi, haksızlığa uğratması, adalet duygularını sarsması asla kabul edilemez.

 

Şimdi bu stratejik insan kaynağının bir kısmı iktidarın haksız uygulamalarıyla dışlanmaktadır. Bizler, gençlerimizin umudunu kaybetmemesi, ülkesine inancını diri tutması, umutlarının başka ülkelere göç etmemesi için siyaset yapıp politikalar üretirken, gençlerimize reva görülen bu adaletsizliği kabul etmemiz mümkün değildir. Bu gençlerimizden;

• Kimileri özel sektördeki işinden ayrılıp KPSS sınavına çalışmış,

• Kimileri anne baba olmuş ama sınava çalışmak için evladından fedakârlıkta bulunmuş, zamanını sınava çalışmak için kullanmış.

• Kimileri, yokluk içinde, yetişkin olduğu halde anne-babasından, akrabasından, arkadaşından maddi destek alarak bu sınavlara çalışmış.

• Kimisi karnında bebeğiyle gece gündüz demeden sınavına çalışmış, yüksek puan almış hatta derece yapmış, ancak ataması yapılmamış.

Bu hayal kırıklığı ve üzüntü yalnızca sınava giren vatandaşlarımızı değil, onların anne-babalarını, eş ve çocuklarını ve yakınlarını da etkilemiş, hak ve adalete olan inançlarını derinden yaralamıştır. Sayın Erdoğan ve iktidarı empatiden uzak bu uygulamaları ile sağlıksız bir toplum oluşturmakta, bireyleri bir araya getiren birleştirici unsurları ortadan kaldırmaktadır. İktidara soruyoruz:

• Hak ve adalete dayanmayan bir siyasetin, bir hukuk anlayışının toplumsal barışı ve düzeni sağlaması mümkün müdür?

• Hakkı yenilenlerin hakları üzerine bina edilmiş bir medeniyet ile bahsettiğiniz Büyük Türkiye İdeallerinize ulaşmanız ne derece mümkündür?

• Haksızlık ve adaletten yoksun bu uygulamalarınız, muhafazakâr-milliyetçi yaklaşımlarınızla ne derece örtüşmektedir.

• Eğer muhafazakârlıktan, haktan, adaletten anladığınız bu ülkenin evlatlarına eşit mesafede olmak değilse nedir?

 

Kamuya personel alımlarında kurumsallaşmış olamamanın, belirli bir kesime kamu kurumlarının kapılarının aralanmasının sonuçlarını, 15 Temmuzda aziz milletimiz, şehit ve gaziler vererek, ağır bedeller vererek ve acılar çekerek ödemiştir. Bugün görüyoruz ki halen o günlerden ders almamış bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunu ilk defa biz söylüyor ve iktidarı uyarıyoruz. Derhal kamu personeli seçimlerinde kurumsallaşınız, aksi halde bugün sizin yapmış olduğunuz gibi, gelecekte manipüle edilebilir bu sistemi belirli bir kesim veya örgüt yeniden kendi unsurlarını kamuya yerleştirmek için kullanabilir. İktidarın, böyle bir sistemin getirdiği tehlikeyi anlaması için daha ne kadar şehit ve gazi vermemiz gerekiyor bilemiyoruz.

 

Son dönemde ülkemizde yaşanan olumsuzlukları dış güçlere bağlayan iktidar, içeride kendi eliyle hukuku hiçe sayıp milletimizin adalet anlayışını derinden yaralayan, hak kavramını hiçe sayan bu eylemi gerçekleştiren iç güç haline gelmiştir. Bu mülakatlar derhal iptal edilmeli ve gelecek sınavlarda mutlaka;

1) Kamu güvenliği veya başka bir sebep nedeniyle, bir kamu kurumunda çalışmasının mümkün olmadığı adaylara, bu nedenle mülakata alınamayacakları KPSS sınavı başvurularını müteakip açık bir dille yazılı olarak bildirilmelidir. Böylece bu adaylar için hukuk yolu aralanmalı ve kurs maliyeti, başvuru ücreti, zaman maliyeti gibi maliyetlerden ari kılınmalıdırlar.

2) Sınav komisyonlarında sorulacak sorular önceden tek bir komisyon tarafından belirlenmeli ve ortak soru havuzu oluşturulmalıdır.

3) Ehliyetli ve Liyakatli bir jüri havuzu oluşturulmalıdır.

4) Yazılı sınavlarda kamera kaydı, mülakatlarda ise kamera ve ses kaydı mutlaka alınmalıdır.

5) Her adaya yöneltilen sorular ve performans hesaplamaları tutanak altına alınmalıdır.”

Ancak bu uygulama ile Denetlenebilir, Tarafsız ve Şeffaf bir mülakat sistemi oluşturabilir. Eğer iktidar, sözlü sınavlar için adaletli bir sistem oluşturamıyorsa, mülakat uygulamasından vazgeçmelidir.

 

Bu hatadan hemen dönülmesini ve gelecekte benzer mağduriyetlerin yaşanmaması için bu uyarıyı yapmayı yüce devletimize ve aziz milletimize olan bir görevimiz olarak görüyoruz.

 

Öğretmenlerimizin Mülakatlarında yaşanan bu adaletsizliğin bir tezahürünü Öğretmen atamalarında göreceğimize dair endişeler taşıyoruz. Atamalarda; otomatik atama sistemine bazı okulların sonradan dahil edilerek, bu okullara daha önceden belirlenmiş adayların atanması, bazı adayların sadece önceden belirlenmiş illere atanması gibi hak kaybına yol açacak kayırmacı uygulamaların yapılmasından endişe duyuyoruz.

 

İşe alımlarda ve atamalarda, muhalefetin, başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere Millet İttifakının uygulamaları da İktidar ile benzer şekilde hak ve adaletten uzaktır. Millet İttifakının yönettiği belediyelerde kendi yandaş kadrolarına yer açmak amacıyla, işlerinden, aşlarından edilen birçok vatandaşımız çok müşkül durumlarda bırakılmıştır. Bu haksız işten çıkarmalardan, öğretmenlerimizin ve eğitimcilerimizin de mağduriyet yaşadıklarını üzüntüyle takip ediyoruz. Örneğin; İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı İSMEK’te 2 binin üzerinde öğretmenin ve eğitimcinin sebepsiz şekilde veya sicilleri kasten kirletilmek suretiyle işten çıkarılmaları söz konusudur. CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nu ve Millet İttifakının ortaklarını bu haksız uygulamalara son vermeleri, milletin kendilerine vermiş olduğu emanetlere kamu vicdanı, hak ve adalet temelinde sahip çıkmaları gerektiğini önemle hatırlatıyoruz. Zihniyetleri ve aziz milletimize reva gördükleri bakımından pek de farkları kalmamış Cumhur İttifakını ve Millet İttifakını uyarıyoruz: “Size verilen emanetlere ihanet etmeyiniz”.

 

Bizler Yeniden Refah Partisi ve Milli Görüşün Temsilcileri olarak, çözülemeyecek hiçbir sorun olmadığına olan inancımızla, 50 yıllık Milli Görüş tecrübemiz ve yer aldığımız hükümetlerde yapmış olduğumuz icraatlarımızla, milletimizin görevi bize devrettiğinde neler yapabileceğimizi ispat etmiş, iş bitirme belgesine sahip bir hareketin temsilcileriyiz. Yeniden Refah İktidarında, kamu çalışanlarının adaylık ve atama süreçlerinde Ehliyete ve Liyakate Dayalı, Denetlenebilir, Tarafsız ve Şeffaf sistemler kurarak kurumsallaşmaya gideceğiz ve tüm milletimizle kucaklaşarak toplumsal barışı, adaleti, güveni ve huzuru yeniden tesis edeceğiz. Yeniden Refah Partisi iktidarında, gençlerimize, bir dayıya ihtiyaçları olmadan, bir siyasi partiden icazet almadan, onlara bir bedel ödemek zorunda kalmadan, kamu kurumlarının kapılarını açacak, sadece kendi emekleriyle, çalışarak ve başarılı olarak bu kapılardan içeri girebilecekleri ve ülkelerine hizmet edebilecekleri Yeniden Büyük Türkiye’yi gençlerimizle birlikte kuracağız. Yeniden Büyük Türkiye’nin inşasında bu gençlerimizle; hakim ve savcılarımızla, mühendislerimizle, güvenlik güçlerimizle, akademisyenlerimizle ve öğretmenlerimizle omuz omuza vererek hak ve adalet temelinde çalışacağımızı beyan ediyoruz. Kamuoyuna saygıylarımızla arz ederiz.

 

 

Yeniden Refah Partisi

Milli Eğitim ve Yükseköğretim Politikaları Kurulu

 

 

 

 

 

 

 

Yayın Tarihi: 26 Ocak 2022 | Yayın Saati: 11:14:59