SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 26.11.2020

AB, Türkiye'nin Stratejik Önceliği Olamaz

 

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 10-11 Aralık’ta yapılacak Avrupa Birliği (AB) Zirvesi öncesinde dün Brüksel’e yaptığı ziyaret kapsamında AB Konsey Başkanı Charles Michel’in Dış Politika Başdanışmanı Maryam Van den Heuvel, AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in Kabine Şefi Bjoern Seibert ve AB Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreteri Helga Schmid ile ayrı ayrı yaptığı görüşmelerde Avrupa Birliği üyeliğini Türkiye'nin stratejik önceliği olarak ortaya koyması Ak Parti iktidarının Avrupa'yı darıltmama adına ortaya koymaya çalıştığı ikircikli politikasının en somut göstergesi niteliğindedir.

Ak Parti, Avrupa Birliği üyeliğinin aslında bir ‘serap’ görmekten öteye gidemeyeceğini uzun iktidarı döneminde görmüş olması lazım gelirken, siyaseten Türkiye’yi AB politikalarına mahkûm ederek içine düştüğü belirsizliği yeniden gevşek zeminli  tek taraflı çıkar ilişkileriyle tahkim etme yoluna girmeye çalışmaktadır.

AK Parti, sarsıntılı iktidarını sürdürebilmek amacıyla Avrupa Birliği yolunda her türlü tavizi vermek suretiyle, bir bakıma kamuoyu nezdinde tartışma konusu olan güvenirliğine de gölge düşürmeye devam etmektedir. Çünkü dün söylediğinin aksine bir gün sonra farklı politikalar uygulamaya kalkışması bunun en bariz örnekleridir.

AK Parti’nin AB üyeliğini stratejik öncelik görerek, AB üyelik sürecini yeniden gündeme taşıması ister istemez 1971 yılında dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’un pragmatik bir yaklaşımla dile getirdiği “Şimdi hepimiz Keynesciyiz”( We are all Keynesians now ) retoriğini çağrıştıran bir ifadeyle Avrupa Birliği’ni ‘stratejik öncelik’ veçhesi olarak gören bir iktidarın “şimdi nereye gidiyoruz?”  sorusuna nasıl bir cevap verebileceği doğrusu merak ve kuşku konusudur.

Ak Parti iktidarı ne yazık ki, uygulamakta olduğu Batı güdümlü yanlış reçeteli politikalar sonucu ekonomik göstergelerde ‘pik’ yerine ‘dip’ yaparken, ortaya çıkan dış borç ve faiz sarmalı karşısında yeniden faiz artırımına gitmesi ve AB’ye yeniden göz kırpması malumun ilamından başka bir şey değildir.

Yeniden biçimlenmeye başlayan küresel yönetişimde Türkiye’nin muhtemel duruşunun nasıl olabileceği konusunda AK Parti’nin icraatları bağlamında müphem sorular ortaya çıkarken, Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın adına ve yerine Brüksel’e gerçekleştirdiği ziyaret ile Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin stratejik önceliği olduğunu ifade etmesi aslında iktidarın  ‘Milli ve Yerli’ duruş ile D-8 konusundaki samimiyetinin düzeyi de bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Bu cümleden olmak üzere Ak Parti, Batı karakterli politikaları önemsediği ve içselleştirdiği kadar D-8’i de içine sindirebilip önemseyebilse ve içleştirebilse zaten şu anda yaşanmakta olan sıkıntıların da önü alınmış olunabilirdi.

Sonuç olarak bu son durum, AB ile sürdürülen üyelik müzakerelerinde 2006 yılından beri ortada olan durağanlığa nasıl bir çare oluşturacağı asıl üzerinde durulması gereken bir konu olsa gerek. İktidarın özellikle Almanya, Hollanda, Avusturya ve Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesiyle yaşamakta olduğu kronik sorunların ortaya konulmaya çalışılan ‘stratejik öncelik’ bağlamında nasıl aşılacağı ve Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya, Kuzey Suriye, Irak, Kıbrıs, Libya gibi konularda Batı ile örtüşmeyen çıkarlarının alışagelmiş dış politika ekseninde seyrini nasıl etkileyebileceği gerçeği asıl üzerinde durulması gereken kritik konuların başında yer almaktadır.

 

Yeniden Refah Partisi olarak, Türkiye'nin çıkarlarını önceleyecek olan üretim, istihdam ve ihracata yönelik yerli ve milli politikaların ve D-8 projesinin bir an önce hayata geçirilmesini önemsediğimizi bir kez daha ifade etmek isteriz. Bu nedenle Türkiye'yi, ekonomik çıkar kaygılarıyla tek taraflı olarak AB’ye payanda yapmanın hiçbir sonuç veremeyeceği gayet aşikârdır. İktidarın yanlış politikaları yüzünden ortaya çıkan ve deprem etkisi yapan kaotik sorunlardan kurtulabilmek adına palyatif çözüm olarak yeni fay hatları üzerine tek taraflı tavizlerle Türkiye'nin geleceğini inşa etmenin zaman kaybından başka bir fayda getirmeyeceği ortada olan bir gerçektir.

 

Doğan Bekin

Genel Başkan Yardımcısı

 

 

15 yıllık sürecin sonuna gelindi!

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi başlatıyoruz" açıklamasını değerlendiren Genel Başkan Yardımcımız Dr. Fatih Öztek, asıl sorunun uygulamada olduğunu söyledi.

11 Kasım Çarşamba günü partisinin grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hukuk ve ekonomide yeni bir reform dönemi başlatılacağı mesajını vermişti.

Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası yönetimlerindeki değişiklik sonrası gündeme gelen ekonomi reformu ile ilgili İlke Haber Ajansına (İLKHA) konuşan Genel Başkan Yardımcımız Dr. Fatih Öztek, ekonomik krize çözümün yanlış yerde arandığını belirtti.

 

"İktidarın Türkiye'de ekonomik kalkınma için neleri öncelediğine bakmak gerekir"

Öztek, "Türkiye'nin kalkınmak ve halka refah sunmak için takip ettiği politikaların son 15 yılına bakmak gerekiyor. Şu anda ekonomi nereye sıkışmış durumda? Dolar yukarı mı gidecek aşağı mı gidecek? Bugün yaşanan ekonomik krizin anlaşılabilmesi için 15 yıldır iktidarın Türkiye'de ekonomik kalkınma için neleri öncelediğine bakmak gerekir. 15 senedir öncelenen şey, yabancı yatırımcının Türkiye'ye gelmesi ve yabancı yatırımcıların Türkiye'ye getirdiği parayla bir zenginliğin vatandaşa yansıtılmaya çalışılması. Burada yaşanan refahın geçici olduğu ve gelen sermayenin eninde sonunda bir gün yurtdışına çıkacağı belliydi. Sonuçta herkes kârının peşinde. Uluslararası sermaye de kârının peşinde ve 3-4 sene sonra daha kârlı bir ülke bulabilirse ülkeyi terk edecektir. Yabancı sermaye ülkeden çıktığında yaşanan refahı unutturacak büyüklükte kriz oluşturmaktadır. Son 15 sene Türkiye'nin yaşadığı hikâye bundan ibaret." dedi.

"Yabancı yatırımcı gelmiyor"

Öztek konuşmasının devamında, "Kârına kâr katmak için geçici olarak Türkiye'ye gelen yabancı yatırımcının Türkiye'ye getirmiş olduğu paralar üretim kapasitesini artırmaya, işsizlik problemini çözmeye yönelik yatırımlarda kullanılmadı. Peki, nerede kullanıldı? Daha çok altyapı yatırımları, yollar, köprüler, konut inşaatları, hastaneler, üniversite ve okul binalarına kullanıldı ancak bunların hiçbirisi de üretimi doğrudan artırabilecek kapasiteye sahip olmadığı için şu an yaşadığımız duruma gelmiş bulunmaktayız. Bunlar bir ülke için gerekli midir? Elbette ki gerekli. Altyapı yatırımı olmadan, havaalanları, limanlar olmadan bir bölgede ticareti canlandırmanız mümkün değildir. Ama bunun bir dengesi vardır. O denge maalesef Türkiye'de gözetilmedi. Dolayısıyla geldiğimiz noktada daha fazla yabancı yatırımcı gelmiyor. Peki şu anda çözüm olarak düşünülen ne? Faizleri arttırıp yabancı sermayeye daha fazla kâr payı verme vaadi ile yabancı sermayeyi ülkeye çekmek." olduğunu ifade etti.

 

"15 yıllık sürecin sonuna gelindi"

"Şu anda genç nüfustaki işsizlik oranı yüzde 50'ye yaklaştı." diyen Öztek, "Yani 2 gençten biri işsiz. 2008'i düşünsek böyle değildi. 12 sene boyunca rahat ettik ama bedelini ağır ödüyoruz. Şu anda faizleri artırabilirsiniz, yeniden sermaye girişini sağlayabilirsiniz ama gelecekte ne olacak. Şu an verdiğiniz yüksek faizin bedeli 10 yıl sonra eğer bundan daha ağır olacaksa ne anlamı var? Dolayısıyla buradaki mevzu faizi indirerek, kaldırarak, dövizi yönlendirmeye çalışarak veya dövizin fazla hareketini engelleyerek mevcut sorunlar çözülemez. Merkez Bankası döviz rezervleri ne için satıldı? Tartışmamız gereken konu bu değil. Üretim kapasitesini artırarak üretim yaptığınız mevzu sadece iç pazarda değil dış piyasalarda da alıcı buluyorsa dolayısıyla ihracatla dolar ve döviz temin edebiliyorsanız o zaman rezervleriniz yayılır ve büyür. Merkez Bankasında biriken rezervler 2005 ve 2012 yılları arasında ülkeye giren döviz kaynaklıysa bunun muhakkak çıkışı olacaktır. Bunun da külfeti, son 2 buçuk 3 sene içerisinde ekonomi yönetiminde, Merkez Bankasında görev almış kişilere fatura etmek yeterli ve adil bir davranış değildir. 15 yıllık sürecin sonuna gelindi ve bu süreçteki son çırpınışlarla çözüm aranan noktanın yanlış olması sebebiyle maalesef bunun içinden çıkış yok." dedi.

"Hukuksal altyapını olmadığı yerde yatırım olmaz"

Son olarak Öztek, "Amerika'yı yeniden keşfetmeye ya da bilinen bir şeyi yeniden ortaya koymaya gerek yok. Bütün dünya genelinde neredeyse standarda yaklaşmış bir hukuk ve adalet düzeni var. Ceza hukuku tarafından söylemiyorum, ekonomi tarafından söylüyorum. Yatırım ortamını geliştirecek ve destekleyecek hukuksal altyapının hazırlanması lazım. Aslında bu zamana kadar bekletilmiş olması Türkiye için çok büyük bir eksikliktir. Hukuksal altyapının olmadığı bir yerde, insanlar arasında güvenin gelişmediği bir ortamda yatırım olmaz. Dolayısıyla bu zaten olması gereken bir şeydi. Türkiye'de bunun olmadığını iddia etmek şu açıdan biraz haksızlık oluyor. Eğer toplumsal olarak birikimimize bakarsak bu zaten bizde var. Biz 'sözümüz senettir' diyoruz. Sözümüzün arkasında duran bir milletiz. Ticari ilişkilerimizde de sosyal ilişkilerimizde de bu böyledir. Buradaki mevzu var olan hukukun son dönemde uygulama bakımından askıya alınmış olması yani aslında burada bir yönetim probleminin altını çizmiş oluyoruz. Eğer burada bir seferberlik yapılacaksa öncelikle seferberlik yapılması gereken alan işsizlikle ve üretim ile alakalıdır. İşsizliğin ortadan kaldırılması için şu anda çok ciddi bir seferberlik yapılması gerekiyor. Bu seferberlik de üreticiye baskı yaparak kâğıt üzerinde 'Sen bin kişiyi alacaksın öbürü de 500 kişi alacak.' şeklinde olmaz. Üreticinin kendini güvende hissetmesi için hukuki olarak bazı dayanaklara ihtiyacı oluyor. Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta aynı yer, asıl şikâyet edilen mevzu uygulamadaki aksaklıklardan kaynaklı bir durum. Aksi bizim milletimize maalesef yanlış bir yakıştırma olacaktır." şeklinde konuştu.

Dr. Fatih Öztek

Genel Başkan Yardımcısı

İlke Haber Ajansına (İLKHA) verdiği açıklama

 

Yayın Tarihi: 26 Kasım 2020 | Yayın Saati: 18:19:48