SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 17.12.2020

SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 17.12.2020

 

                                    

ECDADIMIZIN VE ŞEHİTLERİMİZİN EMANETİ KIBRIS ÜZERİNDE SİYONİST PLANLAR DEVAM EDİYOR

 

Bilindiği üzere Kıbrıs toprakları “Arz-ı Mev’ud” sınırları içinde yer almaktadır.

 

Kıbrıs, Siyonistler için tarih boyunca son derece önemli bir konumda olmuştur.  İsrail`in kurulmasından önce Filistin`e giden bir basamak, İsrail kurulduktan sonra da, “jeo-stratejik açıdan ve istihbarat bakımından değerli bir koz” olarak Siyonizm tarafından kontrolde tutulmaya çalışılmıştır.

Ayrıca Kıbrıs, ‘Arz-ı Mevud’ sınırları içinde yer aldığı için, nihai olarak kurmayı planladıkları ‘Büyük İsrail Devleti’ne katmak istedikleri bir adadır.

 

İsrail Devleti’nin kurulmasında önemli rol oynayan dünyaca ünlü Siyonist Theodor Herzl, Kıbrıs ile ilgili düşüncelerini Siyonist hareketin finansörlerinden Lord Rothschild`e, Temmuz 1902`de şöyle aktarmıştır:

“Önce Kıbrıs`ı düzene sokmalıyız, ardından bir gün İsrail`in üzerine gitmeliyiz ve kuvvetle almalıyız. Kıbrıs`tan Müslümanlar giderse, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını satıp, Atina`ya veya Girit`e göç ederler. Filistin Yahudiler için çok küçüktür,  bu nedenle Filistin`e yakın bir yer daha sağlamamız gerekiyor.  Filistin`e Kıbrıs ve El Arish de dahil edilmelidir.”

İşte bu zihniyete sahip Dünya Siyonizmi Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunu BOP Projesi’nin bir parçası olarak görmekte ve gelişen her olay İsrail’in güvenliği ve B. İsrail hedefinin bir parçası olarak sürdürülmektedir.

Doğu Akdeniz’in her yönüyle en stratejik noktası hiç şüphesiz Kıbrıs’tır.  Kıbrıs’ın Akdeniz’deki belirleyici konumu birçok ülkenin Kıbrıs’la ilgili strateji oluşturmasına sebep olmaktadır. Kıbrıs özellikle de İsrail için büyük öneme sahiptir.

İşte tüm bu sebeplerden ötürü son yıllarda İsrail tarafından KKTC’ye yönelik planlı bir arazi, toprak edinme ve yerleşme planlaması olduğu görülmektedir.

Bölgede çalışmalar yürüten birçok Sivil Toplum Kuruluşu, medya ve siyasiler bu duruma dikkat çekmektedirler.

Bu noktada İsrail’in operasyonları şu şekildedir;

· Kıbrıs’ta yasalara göre yabancıların mülk edinmesi en fazla iki dönüm arazi ve bir adet konut olarak sınırlandırılmasına rağmen, İsrail’liler KKTC'deki bazı avukatlar üzerinden paravan şirketler kurup, büyük araziler toplamaktadırlar.

· Bazı Kıbrıs’lı avukatlar onlarca şirket kurmuş durumdalar ve bunların her biri  İsrail’li iş adamlarına arazı satın alan paravan şirketler konumundadır.

· Özellikle Büyükkonuk, Bahçeli, Tatlısu, Karpaz, Dipkarpaz, Yenierenköy ve Sadrazamköy bölgelerinde İsrailliler tarafından çok büyük çapta arazi alınmakta ve lüks yapılaşmalar yapılmaktadır.

· KKTC planını adım adım yürüten İsrail, KKTC'nin Lapta ilçesinde  lüks bir villayı da sinagoga çevirmiş ve bu sinagoga bir de haham atanmış durumdadır.

Yeniden Refah Partisi olarak; bu tablo karşısında KKTC yetkililerini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni acilen gereken tedbirleri almaya,  Kıbrıs üzerindeki Siyonist planları bertaraf etmeye davet ediyoruz.

Kıbrıs milli davamızdır,  şehitlerimizin ve ecdadımızın emaneti Kıbrıs Adası manevi, siyasi ve stratejik açıdan vazgeçilmezdir…!!

…………………………………………………………………………………….

GDO’LU TOHUM,  GIDA MADDESİ VE HAYVAN YEMLERİ TEHDİDİNE KARŞI UYANIK VE TEDBİRLİ OLUNMASI

 

“Gıda biyo-teknolojisi” dünyada olduğu kadar ülkemizde de gittikçe önemi artan bir alandır. Tarım ve gıda sektöründe büyük değişimler yaşanmaktadır. 

Bununla birlikte, gıda güvenliği ve halk sağlığı tüm dünyada büyük önem arz etmektedir. GDO’lu tarımsal ürünlerin 1996 yılında dünya ticaretine girmesinden sonra bu konu değişik çevreler tarafından tartışılmaya ve araştırılmaya başlanmıştır.

“Tarım üretiminde verimliliğin artırılması ve açlığa çözüm” olarak başlatıldığı ifade edilen bu teknolojinin ekonomik faydalarından çok, ortaya çıkaracağı sağlık sorunları üzerinde ciddiyetle durmamız gereklidir.

Yapılan çalışmalarda GDO’lu ürünlerin kısırlık ve sakat doğum riskini artırdığına yönelik bulgular elde edilmiştir.

Kanser Riski: GDO’ların doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği çok sayıda araştırma tarafından ortaya konulmaktadır. (Özellikle, pamuk, soya, mısır  çeşitlerinde kullanılan "bromoxynil" ve "glufonsinate" gibi kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir.)

Tarım ilacı kalıntısı: Yapılan çalışmalarda genetiği değiştirilmiş ürünler yetiştiren ABD’li çiftçilerin geleneksel tarım yapan çiftçilere göre daha fazla tarım ilacı kullandıkları tespit edilmiştir. Zira bu bitkiler tarım ilaçlarına karşı da dirençlidirler.   (Bu nedenle GDO’lu ürünlerde daha fazla tarım ilacı kalıntısı bulunmaktadır)

Sosyo-Ekonomik Etkileri: Genetiği değiştirilmiş yiyecekler ve biyoteknoloji ürünü gıdaların kullanımı binlerce yıldır süregelen geleneksel tarım üretimine sekte vurmakta, kullanılmakta olan "Terminatör Teknolojisi" gibi yöntemlerle özel olarak kısır tohumlar üretilmektedir.  Böylece çiftçiler çok daha pahalı olan, genetik mühendisliği ürünü,  kısır tohumları birkaç büyük firmadan ve her sene yeniden almak zorunda bırakılmaktadırlar.

Ülkemizde 26.03.2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak hayatımıza giren “5977 Biyogüvenlik Kanunu” ve “Biyogüvenlik Kurulu” konu hakkında kamuoyunu aydınlatarak, halk sağlığını koruması için kurulmuştur.

Biyogüvenlik Kurulu; Gıda-Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan dört, Çevre ve Orman Bakanlığından iki, Sağlık Bakanlığından bir,  Sanayi ve Ticaret Bakanlığından bir ve Dış Ticaret Müsteşarlığından bir üye olmak üzere, toplam dokuz üyeden oluşmaktadır.

Sürekli aktif olması gereken bu kurulun en son 2012‘de toplanmış olması kafaları karıştırmaktadır…!!

Halbuki kurulun belirlenen periyotlarla toplanıp görevini icra ederek gıda güvenliğini sağlaması gerekirdi…

İlgili maddede;  “Kurul, kamuoyu görüşlerini de dikkate alarak nihai kararını oluşturur.”  denilmektedir.

Ancak kurulun bu şekilde verdiği emsal bir karara rastlanılmamaktadır…

Kurulun bugüne kadar gıda güvenliği açısından riskli olarak değerlendirdiği hiçbir gıda ürünü de bulunmamaktadır…!!

Ayrıca ülkemizde gıda ürünleri etiketlerinde “GDO içerir/içermez” beyanı bulunmamaktadır.

Tüketiciyi korumak ve bilgilendirmek için etiketleme sistemi büyük önem arz etmesine rağmen, yasal boşluklardan dolayı etiketlerde GDO bilgisi verilmemektedir.

Halkımızın sağlığıyla, yeni nesillerimizin sağlıklı bir nesil olarak yetişmesiyle ilgili, ayrıca zor zamanda dışa bağımlı olmadan kendi mahsülümüzü kendimizin yetiştirebilmesi ile ilgili böyle bir konuda, asıl beka meselelerimizden bir tanesi olan böyle hayati bir konuda Hükümeti,  tüm yetkilileri ve ‘Biyogüvenlik Kurulu’nu göreve davet ediyoruz…

Kanser ve kısırlık başta olmak üzere çok sayıda felakete yol açan GDO’lu tohum, gıda ve hayvan yemlerine karşı; bunların ithalinin tamamen yasaklanması da dahil olmak üzere gereken tedbirlerin bir an evvel belirlenmesi ve uygulanması gereklidir.

 

PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜŞ YERİNE, ‘DEMOKRATİKLEŞTİRİLMİŞ BAŞKANLIK SİSTEMİ’NİN HAYATA GEÇİRİLMESİ

Öncelikle sistemler birer araçtır. Araçlar kimin, nasıl, ne için kullandığına bağlı olarak faydalı ya da zararlı olurlar. Dolayısıyla doğru kararlar alan, doğru adımlar atan bir başkanla başkanlık sistemi faydalı olur, tam tersi olursa aynı sistem zararlı olur.

Ayrıca “bütün dertlerimizin dermanı başkanlık sistemi olacak, bu sisteme geçince ekonomi, terör, dış politikada bütün problemlerimiz çözülecek” demek ne kadar yanlışsa, “bütün dertlerimizin dermanı parlamenter sisteme geçmektir” demek de aynı şekilde yanlıştır. Birinci önermenin doğru olmadığı zaten yaşanarak görülmüştür.

Başkanlık Sistemi’ne geçiş önerisi ilk olarak Milli Görüş’ün temsilcisi MSP tarafından 70’li yıllarda yapılmıştır. Elbette ki MSP’nin ö dönemde teklif ettiği başkanlık sistemi bugün ülkemizde uygulanan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile aynı değildi.

Biz de bu nedenle, Yeniden Refah Partisi olarak diğer muhalefet partilerinin güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş önerisi yerine, “demokratikleştirilmiş başkanlık sistemi”ne geçiş öneriyoruz.

- Bağımsız medya

- Bağımsız yargı

- Kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanması

- Güçlendirilmiş meclis (Meclise kanun yapma fonksiyonunun yeniden kazandırılması)

- Devlet yönetiminde şeffaflık ve denetlenebilirliğin hakim kılınması

 

 

ABD’in ülkemize karşı başlattığı yaptırımların ülkemizin büyüme ve gelişmesi üzerinde olumlu ve hayırlı sonuçlar doğuracağı kanaatindeyiz.

1974’de ERBAKAN hocamızın Başbakan yardımcısı olduğu Hükümet’in Kıbrıs’a müdahalesi sonucu ABD Türkiye’ye ambargo uygulama kararı alınca, hükümetimizde İncirlik Üstünü kapatarak mukabil cevabını vermişti. Yine o gün ambargoyu etkisiz hale getirmek üzere ASELSAN’ın, Kırşehir’de uçak lastiği üretecek fabrikanın ve diğer stratejik tesislerin temeli ERBAKAN hocamız tarafından atıldı, bu tesisler bugün ülkemizin en değerli üretim merkezleri haline geldi.

ABD’nin bugünkü yaptırım kararları da karşılıksız kalmamalıdır. Türkiye’nin elinde çok etkili argümanlar vardır. Bunlar derhal hükümet tarafından sırası ile uygulamaya konulmalıdır. Şöyle ki;

1) 20 yıl önce ABD Afganistan’ı işgal etti. Bu işgali yaparken NATO üyesi ülkelerin, özellikle ve ısrarla Türkiye’nin de bu operasyona katılmasını talep etti, Türkiye’den destek istedi. O günkü Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümeti (DSP,ANAP,MHP) ABD askerlerine destek amacıyla bir tugay askerimizi (takriben 1000 asker) Afganistan’a gönderdi. 20 yıldır Askerlerimiz Afganistan’da ABD askerleri ile birlikte görev yapmaktadır. Bu süre zarfında ABD çok sayıda Afganlıyı öldürdü. Bu tugayımızın bütün masrafları da Türkiye tarafından karşılanmaktadır.

Bu tugayımız derhal geri çekilmelidir. Bu çekilme yapılırsa ABD büyük bir sıkıntıya düşecektir.Afganlılar işgali daha kolay kıracaklar,yapılan masraflardan da tasarruf sağlanacaktır.
2) Lübnan’da İsrail ile Hizbullah’ın çatışmasını önlemek için barış gücü içinde görev yapan askerlerimiz bulunmaktadır.Bu askerlerimiz de derhal geri çekilmelidir.
Bu tedbirlerden sonra basamak basamak diğerler tedbirler işleme konulmalıdır.


Prof. Dr. Sacit GÜNBEY

Genel Başkan Yardımcısı | Sosyal İşler Başkanı | 54. Hükumet Devlet Bakanı

 

İRAN-TÜRKİYE YAKINLAŞMASI MI? YOKSA ANLAŞMAZLIĞI MI?

 

İran ile Türkiye arasında yaşanan şiir krizi ile tırmanmaya yüz tutan diplomatik gerilim, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve İran Dışişleri Bakanı Zarif arasında gerçekleşen telefon diplomasisiyle sorun büyümeden çözüme kavuşmuş oldu.

 

Burada tansiyonu yükselten ‘şiir krizi’ çözüme kavuşmamış olsaydı, söz konusu kriz kısa vadede ABD Başkanı Biden’ın ortaya koymayı düşündüğü muhtemel dış politikadaki Pax-Americana düşüncesine ve İsrail çıkarlarına hizmet etmekten başka bir fayda sağlayamazdı. Burada hem Türkiye, hem de İran'ın çıkarları dikkate alındığında, uzun vadede coğrafyamızın iki önemli pivotal gücünün daha akıllı ve işbirliğine dayalı istikrarlı politikalar izlemeleri son derece zaruret arz etmektedir.

 

Bu cümleden olarak, Tony Curtis ve Sidney Poltier’in alegorik bir anlatımla;  ‘Kader Bağlayınca’(The Defiant Ones) filminde aynı zincire bağlı olan fakat düşünsel olarak farklı dünyalara sahip iki mahkûmun birbirlerinden ayrılamamaları ve birlikte hareket etme zorunlulukları, bir bakıma İran-Türkiye yakınlaşmasını da zorunlu kılan örnek bir davranış biçimi niteliğindedir.

 

Başbakan Prof.Dr. Necmettin Erbakan’ın üzerine basa basa sürekli olarak ifade ettiği; “Irak ve Suriye'de iç savaş olursa bundan sonra asıl hedef İran ve Türkiye’dir”  açıklaması hala zihinlerdeki yerini korumaktadır. Özellikle son dönemlerde İran’da yaşanan suikast olayları salt İran'ın değil, Türkiye ve tüm bölge ülkelerinin de istikrarsızlaştırılmalarına yönelik sinsi bir hamledir.

Bu nedenle, İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı, Suriye İç Savaşı’ndan çıkarılacak büyük dersler vardır. Özellikle Körfez Savaşı, Amerika’nın sürekli olarak dillendirdiği ‘ Yeni Dünya Düzeni’nin tatbikatı niteliğinde idi. ABD,  bölge ülkelerini zayıflatabilmek adına uygulamak istediği en önemli argüman olan etnik ve mezhep ayrıştırılmasına yönelik politikaların Başkan Biden ile birlikte aynen devam etmesi beklenmektedir.

 

Ezcümle, Suriye'de meydana gelen iç savaştan önce Suriye ile Türkiye arasındaki yakınlaşma öyle bir düzeye gelmişti ki, ekonomik, ticari, kültürel gibi gelişmeler başta olmak üzere, birçok alanda önemli değişimler meydana geldi. Hafız Esed döneminde hayali bile kurulması mümkün olmayan bu yakınlaşma politikaları mucibince Şam’daki bazı üniversitelerde Pax-Ottomania(Osmanlı Barışı) bağlamında akademik çalışmalar hız kazanmaya başlamış idi. Bu konuyla ilgili birçok konferans, sempozyum ve panellerin düzenlendiği bir vakıa idi.

 

İşte tam bu noktada dış güçler devreye girerek, Suriye'deki iç istikrarı bir anda ortadan kaldırmak suretiyle, Türkiye ile Suriye arasında duvarlar örerek iki ülke arasındaki ilişkilerin farklı boyut kazanmasına neden oldular.

 

Benzer şekilde, Türkiye-İran arasındaki ilişkilerin de bozulması amacıyla ABD ve İsrail oryantasyonlu siyasi hamleleri beklememek aşırı safdillik olsa gerek. Zaten son dönem ABD mahreçli haberlere baktığımızda, özellikle Trump yönetiminin yeterli önlemleri almadığı savından yola çıkılarak Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de, Rusya Federasyonu, Türkiye ve İran’ın ABD’nin boşluğunu doldurmaya çalıştığını ve bununla ilgili önlemlerin bir an önce alınması gerektiğini sık sık vurgulanmaktadır.

Bu nedenle, Türkiye ve İran’ın her türlü provokasyondan uzak durarak, bundan böyle her iki ülkenin de çıkarına yönelik olacak olan yapıcı ve birleştirici politikaları öncelemeleri son derece zaruridir.

 

Doğan Bekin

Genel Başkan Yardımcısı | Dış İlişkiler Başkanı

 

 

KAMUSAL YAŞAMDA PROTOKOL VE SOSYAL DAVRANIŞ KURALLARI

    (TEŞRİFAT-I TEŞKİLAT)

​Gerek kamusal gerekse kurumsal ilişkilerde ve bürokraside önemli bir yeri olan ve vazgeçilemez nitelikteki protokol kurallarının doğru bir şekilde öğrenilmesi; vakıf, dernek, STK, siyasi parti, hatta şirketler gibi tüzel kişiliğe sahip yapılar, bu yapıların yöneticileri ve üyeleri açısından oldukça önemlidir.

​Protokol kurallarının eksik yada yanlış uygulanması neticesindeçok ciddi kişisel ve kurumsal sorunlarla karşılaşıldığı birçok defa müşahede edilmiştir.Bu nedenle protokol kurallarının iyi öğrenilmesi ve eksiksiz uygulanması oldukça önemlidir. Hatta bu amaçla birçok kurumda protokolden sorumlu birimler bile oluşturulmuştur.

​Bunun yanı sıra görgü kurallarının doğru bir şekilde bilinip uygulanması hem kişisel hem de kurumsal saygınlık kazanmanın çok önemli bir parçasıdır.

Eğitimin Amacı

➢ Protokol kurallarının öğrenilmesi

➢ Protokol kurallarının öneminin bilinmesi

➢ Protokol kurallarının doğru yada yanlış uygulanmasının etkisinin ve sonuçlarının görülmesi

➢ Görgü kurallarının genel anlamda öğrenilmesi,

➢ Görgü kurallarının kişisel ve toplumsal imajı nasıl etkilediğinin anlaşılması

➢ Her ferdiyle bilgili, görgülü, kuralları bilen imajı düzgün kişilerden oluşan bir kurumsal yapı oluşturmak.

Protokol

Kamusal alan ve hayattaki törenlerde ve törensel etkinliklerde, resmi ilişkilerde ve görüşmelerde, resmi yazışmalarda ve toplantılarda, kabul ve ziyaretlerde, davet ve ziyafetlerde yöntem ve biçim yönünden uyulması gereken kurallar bütünüdür.

➢ Protokol kişiye, kuruma ve devlete hak ettiği ve lâyık olduğu saygı ve itibarı göstermektir.

➢ Bir kişinin protokol ve sosyal davranış kurallarına önem vermemesi ve bunlara uymaması; önce kendisinin, sonra taşıdığı unvanın, çalıştığı kurumun ve temsil ettiği makamın itibarını düşürür.

➢ Protokolde Temsil Esastır.

➢ Kamusal Yaşamda kimse kendini temsil etmez, taşıdığı unvanı ve çalıştığı kurumu temsil eder.

➢ Kişinin Temsil Niteliği; Kılık-kıyafeti, konuşma ve davranışı, yeme-içmesi; protokol, saygı, görgü ve nezaket kurallarına uyması ile ortaya çıkar.

➢ Protokolde makam, unvan, rütbe ve kıdem önemlidir. Makama ve unvana saygı esastır.

➢ Protokolde (Kamusal yaşamda) akademik unvan sahibi olmak, yaşlı olmak ve / veya kadın olmak öncelik sağlamaz.

➢ Hanım olmak ve / veya yaşlı olmak sosyal yaşamda önemlidir.

 

Osmanlı Devleti’nde Protokol

➢ Protokol Türk Devletlerinde, ilk defa Fatih Sultan Mehmet döneminde uygulanmaya başlamıştır.

➢ Kanuni zamanında, Teşrifat Nizamnamesiyle kurallar yazılı hale getirilmiş, sarayda Teşrifatî Divan-ı Hümayun kurulmuştur.

➢ Protokol, Enderun Mektebinde yüzyıllarca ders olarak okutulmuş...

➢ Tanzimat'tan sonra, Teşrifat Nazırlığı kurulmuştur.

Bir yöneticinin başarısını

➢ %33 İşi (Bilgi ve becerisi)

➢ %33 Kişiliği

➢ %34 Protokol (Temsil niteliği) oluşturur.

 

Cengiz ZOR

Genel Başkan Yardımcısı | Eğitim Başkanı

 

Yayın Tarihi: 17 Aralık 2020 | Yayın Saati: 17:39:12