SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 16.05.2020

MHP-AKP Koalisyonu ve Kemal Derviş Yasaları

MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, sosyal medya hesabında “...Kemal Derviş’in yardakçıları, devşirilmiş ucubeler Türk milletini kandıramazlar” diyor. Sayın Bahçeli’nin Kemal Derviş’i ABD’den Türkiye’nin ekonomisini düzeltsin diye getiren MHP-ANAP-DSP koalisyon Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı olduğunu unutmuş olması mazur görülebilir. Hatta Kemal Derviş’in Telekom yasasına muhalefet eden bakanı Sayın Öksüz’ün kellesini isteyen talebini yerine getirdiklerini de unutabilir; zira “hafızayı beşer nisyan ile maluldür”.

Bizim asıl bu vesile ile üzerinde durmamız gereken konu MHP-AKP koalisyonunun derviş yasaları ile ilgilerinin ne olduğudur. Derviş yasalarından birkaçını burada zikretmekte fayda var.

Şeker Yasası: Şeker rejimini yeniden düzenleyen yasayla, şeker pancarında taban fiyatı kaldırılırken, fiyatın fabrikalar tarafından serbestçe belirlenmesi hükmü getirildi. (Asıl amaç başka)

Merkez Bankası YasasıYasaya göre Merkez Bankası, Hazine ile kamu kurum ve kuruluşlarına avans veremeyecek ve kredi açmayacak. Para basma yetkisi imtiyazlı olarak hazineden alınarak Merkez Bankası’na verildi. Yani hükümetin para politikası yetkisi elinden alındı.

Tütün Yasası: Yasa ile TEKEL'in yeniden yapılandırılması, tütün ve alkollü içecekler piyasasına yeni düzenlemeler amaçlanıyor. (Asıl amaç başka. Sezer'in yasayı tütün ve tütün mamullerinin dış alımının serbestleştirilmesinin yerli üreticilerin kaybına yol açacağı ve iç pazarın tamamen yabancı sigara tekellerine açılacağı gerekçesiyle veto etmesine rağmen değiştirilmeden aynen kabul edildi).

 

Elektrik Piyasası Kanunu: Bu kanunun amacı; elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanmasıdır. Asıl amacı bir anımız ile aşağıda açıklayacağım.

Ek Bütçe: Yasa 2001 mali yılı bütçe kanunu ile bağlı cetvellerinde değişiklik yapılmasını öngörüyor. Şubat krizi ile birlikte artan finansman ihtiyacını karşılamak üzere çıkarılan 30 katrilyon 640 trilyon liralık ek bütçede, kamu yatırımlarına ayrılan kaynak 280 trilyon lira (!!!!!) olarak belirlenirken, bu rakamın 130 trilyon lirasının (!!!!) otoyol yatırımlarına gitmesine karar verildi. Ve diğerleri...

Yasaların amaçları ile uygulamalar arsındaki derin uçurumu görmemek için insanın ne olması hususunu sizlere bırakıyorum. Şeker Yasası ile çiftçimiz mağdur edilmiş. Şeker fabrikalarımız yok pahasına satılmıştır. Tütün Yasası ile tütün üretimi yok denecek kadar azalmış ve piyasa tamamen yabancı tekellerin eline geçmiştir. Şimdi sormak lazım MHP-AKP koalisyonu şeker ve tütün yasalarını yürürlükten kaldırmayı düşünür mü? Her gün şikayetçi oldukları merkez bankası yasasını değiştirmeyi ve tabir caizse “davul hükümetin omuzun da tokmak merkez bankasında” ucubesinden kurtulmayı düşünürler mi?

Yeniden Refah Partisi olarak biliyoruz ki bu koalisyon sadece konuşur; icraat yapamaz. Tavsiyemiz şudur; ülkemizi ve insanımızı daha fazla zorluklara düçar etmeyiniz. Borçlardan dolayı yapamıyorsanız biz bu yükün altına girmeye hazırız. Milli Görüş olmadan sıkıntılardan kurtulamayız. Neden mi? Elektrik piyasası yasasının, üyesi olduğum komisyon görüşmeleri ile ilgili ibretlik anımı sizlerle paylaşıyoruz.

 

2001 yılı Ocak ayı, sağcı ANAP solcu DSP ve sözüm ona milliyetçi MHP koalisyon hükümeti iş başında.  Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, Sanayi Ticaret, Enerji Tabii Kaynaklar, Bilgi Ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülüyor. Komisyon Başkanı MHP Konya Milletvekili Sayın Hasan Kaya. Kanun tasarısının geçici 4. ve 8.  kritik iki maddesi var. Kemal Bey (Derviş) yabancı misafirlerini kıramamış olacak, hükümeti sayın Bakan yerine Hazine Müdürü temsil ediyor. Geçici 4. madde ile “kamuya ait elektrik enerjisi üretim ve dağıtım tesislerinden işletme hakları devri öngörülenlerden devir işlemlerini 30 Haziran 2001 tarihine kadar tamamlayamayan şirketlerin mevcut sözleşmeleri hükümsüzdür” hükmü getiriliyor. Geçici 8. Madde ile yapımı devam eden enerji santrallerini 2002 yılı sonuna kadar tamamlamayanların kredileri için verilen Hazine garantileri kaldırılıyor. Dağıtım şirketlerinin devirlerinin zamanında tamamlanması için Hazine onayı bekleniyor. Onay vermeyen Hazine’nin başında Kemal Bey oturuyor. Kendi kusurunu gerekçe yaparak sözleşmeleri kanunla iptale kalkışıyor. Her iki madde de sözleşmeleri hak sebebi sayan Milli Görüş prensiplerine aykırı olduğu için, 30 Haziran tarihinin 31 Aralık olarak değiştirilmesini, varsa Hazine ile Dağıtım Şirketleri arasındaki ihtilafın giderilmesine çalışılması yönünde değişiklik önergesi verdik. Komisyon Başkanı önergeyi işleme aldı ve hükümetin görüşünü sordu. Hazine Müdürü’nün “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ibaresi yazılı TBMM çatısı altında, “IMF heyeti Sayın Bakanımızın yanında benden bu maddenin aynen geçip geçmediği hususunda haber bekliyor” sözü üzerine önerge reddedilince Cennet Mekan ERBAKAN Hocamızın “biz ve diğerleri” sözünün slogan değil bir gerçek olduğunu ve sağcı, solcu ve milliyetçi diye bahsedilen partilerin de farklarının olmadığını bir kere daha anlamış olduk. 

 

 

Suat Pamukçu


Yeniden Refah Partisi Genel Sekreteri

 

 

 

İstanbul Sözleşmesi, bilindiği gibi, TBMM tarafından aleyhte hiç söz alınmadan ve hiç ret oyu verilmeden 26 dakika gibi kısa bir sürede kabul edildi. Ayrıca daha dikkat çekici husus ise, mecliste kabul edilen metin ile resmi gazete de yayınlanan metnin farklı olmasıdır.  Sözleşmenin 4. Maddesinin 3. Bendinde bulunan ”Cinsel Tercih “ kelimesi, Resmi Gazetede yayınlanan metin de “ Cinsel Yönelim “ olarak yumuşatılmıştır.

Bu sözleşme uyarınca, ayrımcılık yapılmama gerekçesi ile insan fıtratına aykırı cinsel tercihler meşrulaştırıldı.

 

Sözleşmenin 48. maddesinde de,  “Taraflar iş bu sözleşme kapsamında, her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma dahil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm sürecini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır” denilmektedir.  Bu madde metninden de anlaşılacağı üzere, aile içi vakıalarda dahi arabuluculuğu yasaklamakta olup, önleyici tedbirleri engellemektedir.

İstanbul sözleşmesinin uygulandığı hiçbir ülkede şiddet azalmamış aksine geçmişe göre çok daha artmıştır. Bu olayın gerekçesini ise sözleşmeyi savunanlar ortaya koyamamıştır.

Bu sözleşmeye pek çok ülke karşı çıkmıştır. Slovakya, Çek cumhuriyeti, kabul etmemiştir. Bulgaristan Anayasa Mahkemesi ise sözleşmenin Bulgaristan anayasasına aykırı olduğuna karar vermiştir. Bu verdiğimiz örneklere ilave olarak; Macaristan Parlamentosu da  İstanbul Sözleşmesini reddederek  tarihi bir karara imza atmıştır.

 

Macaristan, “İstanbul Sözleşmesinin reddedilmesine ilişkin” siyasi bir bildiriyi kabul etti. Karara göre,  İstanbul Sözleşmesi “yıkıcı cinsiyet ideolojisini başlatma girişimi” olarak görüldü.


Bu karar da,  hükümeti, sözleşmeyi onaylamaması ve Avrupa Birliği'ne de aynı yolu izlemesi  çağrısında bulunuldu. 

 

Macar Parlamentosunun karar gerekçelerinden bazıları şöyle;


- Sözleşme, kadınlara yönelik şiddeti durdurmak ve aile içi şiddeti sona erdirmek anlamına geliyor, ama bir  çok da tartışmalı maddesi var. 

 
-Başta da LGBT’yi destekleyen maddeler  yer alıyor.


-Bu Sözleşme ülkelere, “sosyal cinsiyet” diye bir tanımı ve onunla birlikte “yıkıcı cinsiyet teorisinin uygulanmasını” dayatıyor. Trans bireyleri tanımaya zorluyor. 


-Bu sözleşme aynı zamanda da ülkeleri cinsiyete dayalı sığınma vermeye zorluyor. 

- "Ülkemizi, kültürümüzü, yasalarımızı, geleneklerimizi ve milli değerlerimizi, nüfusun çoğunluğunun inançlarına aykırı olan “toplumsal cinsiyet teorisine” ve sınırsız bir “cinsiyet tercihine dayalı göç” dayatmasına karşı korumalıyız.

Macaristan anayasası ve kanunları çocuk ve kadınları şiddetten korumaya yeter.  

- Avrupa Konseyinin bu sözleşmesi cinsiyeti tanımlamak için kabul edilemez bir yaklaşım içeriyor ve parlamentonun bu yaklaşımı ulusal hukuka dahil etmemesi gerekiyor. 

 

Yukarıdaki gerekçelere baktığımız da yüreğimiz yanıyor. Bizim meclisimizde oy birliği ile ve süratle geçen bu sözleşmeye hiçbir milletvekilinin ses çıkartmaması, aziz milletimize  acı veriyor. Hele, devlet geleneğine ve şanlı tarihe sahip ülkemiz ile Macaristan’ın mukayese  edilmesi hepimizi kahrediyor.

 

Şimdi tüm Milletvekillerine sesleniyoruz ;

Sayın milletvekilleri,

Milletimiz ve biz, sizi ve  parlamentoyu alkışlamak istiyoruz;

 

Devletin asli görevi olan 'neslin muhafazası' görevini yerine getirin. Neslin korunması tüm vatandaşlarımızın doğuştan gelen haklarıdır. Bu hakkın korunması vazifesi de yüce Meclisimize aittir

Ülkemizi ve milletimizi uçuruma götüren bu yanlışa “Dur” deyin. Bu konuda gerekli adımların hemen atılmasını ve düzenlemelerin ivedilikle yapılmasını talep ediyoruz

Macaristan Parlamentosunun, kararlılığını  ve hassasiyetinin bir benzerini yüce meclisimizden de bekliyoruz. Aziz milletimizin temsilcileri olarak,  milletimizin hayır duasını almanızı istiyoruz.

Aziz milletimizin temsilcileri olarak, sizlerin yapacağı milli ve manevi bir düzenleme ile tarihi bir sorumluluk üstleneceksiniz. Gelecekteki evlatlarımızın, neslimizin bir felakete savrulmasına mani olacaksınız. Bu milletin gelecekte tekrar tarihe yön verecek şanlı bir neslin yetişmesine sebep olacaksınız

Şunu ilan etmek isteriz ki; Bu milletin gerçek temsilcileri Milli Görüşçü kadrolardır. Siz bunu yapamazsanız, Yeniden Refah Partisinin vatansever evlatları olarak, kollarımızı sıvadık, iktidar hazırlıklarımıza başladık. Yine Efsane hizmetler yapmak için geliyoruz.

“Önce Ahlak ve Maneviyat “ diyen Yeniden Refah Partisinin, genç ve dinamik kadroları; Milletin feryadına kulak vererek, hislerine tercüman olarak, emin adımlarla iktidara yürümektedir.

Milli Görüş iktidarında, ekonomimiz gibi, kanunlarımız da yerli olacak. Emperyalist Dayatmalara asla geçit vermeyeceğiz.

Erbakan Geliyor, Hasret Bitiyor.

Saatlerimizi Zafere Ayarladık, Zafer de Buluşmak Dileğiyle …

 

Av. Bayram SAKARTEPE

Genel Başkan Yardımcısı

Siyasi İşler Başkanı

 

 

 

ENERJİ KRİZİ KAPIDA

 

Günlük siyasetler ve Korona krizinin gölgesindeki Ülkemiz çok yakın bir zamanda önümüze çıkacak bir enerji krizi ile karşı karşıyadır. Ülkemizdeki elektrik tüketiminin son yüz yıllık artış grafiği istatistiki olarak incelendiğinde yıllık ortalama artışın %7,66 olduğu görülmüştür. Son beş yılda maalesef bu artışların olmadığı, ülkemizin elektrik üretimi ve tüketimi bakımından çok gerilediği görülmektedir.

2010 yılındaki tüketim verileri her yıl % 7,66 artarak devam etmiş olsaydı, 2017 yılı başında 300.000 GW/h değerini aşmış olacaktık. Bu değer, maalesef içinde bulunduğumuz 2020 yılı başında ancak aşılabilmiştir. 2019 yılı sonu itibariyle elektrik tüketim ve üretim değerimiz maalesef 304.000 GW/h seviyesindedir.

Üretimdeki düşük değerlerin anlamı çok basit olarak açıklanabilir; Santrallerimiz verimli çalışmamaktadır. Ülkemizin Ocak 2020 itibariyle Elektrik üretim santrallerinin kurulum gücü 91.269 MW’tır. Eğer 91.269 MW santral gücü %100 verimle tam çalışabilseydi ( 91.269 MW x 24 Saat x 365,6 Gün= 800.835 GW/h enerji elde edebilirdik. Halen üretebildiğimiz enerji miktarı ise 2019 yılı sonu itibariyle maalesef 304.200 GWh’dır. Bunun bir diğer anlamı mevcut enerji santrallerimizin ortalama üretim verimliliğinin % 37,6 düzeyinde olmasıdır.

 

Bu üretiminin önümüzdeki yıl çok daha düşeceği tahmin edilmektedir. Zira ülkemizdeki elektrik üreten santrallerin dağılımı şöyledir; 2018 yılında elektrik üretimimizin, %37,3'ü kömürden, %29,8'i doğalgazdan, %19,8'i hidrolik enerjiden, %6,6'sı Rüzgâr enerjisinden, %2,6’sı Güneş enerjisinden, %2,5'i Jeotermal enerjiden ve %1,4’ü diğer kaynaklardan elde edilmiştir.

2019 yılı Eylül ayı sonu itibarıyla kurulu gücümüzün kaynaklara göre dağılımı; yüzde 31,4’ü hidrolik enerji, yüzde 28,6’sı doğal gaz, yüzde 22,4’ü kömür, yüzde 8,1’i rüzgâr, yüzde 6,2’si güneş, yüzde 1,6’sı jeotermal ve yüzde 1,7’si ise diğer kaynaklar şeklindedir. Görüleceği üzere kömür ve hidrolikten elektrik üretimlerinde ani değişiklikler olmaktadır.

 

Bilindiği gibi, Linyit ile çalışan santraller kapatılmıştır. Bu oldukça önemli bir üretim eksikliği oluşturacaktır. Rusya ile olan siyasetimizdeki iniş ve çıkışlar da bilinmektedir. Doğalgaz ve taşkömürü ithalinde de bir krizle karşılaşıldığı takdirde Türkiye’nin yeniden karanlıklara gömülmesi an meselesi olacaktır. Kriz kapıdadır.

Ülkenin şimdilik idare etmesinin veya elektrik sıkıntısı yokmuş gibi gözükmesinin sebebi ise Sanayi ve Ticarethanelerin durmuş ve/ veya işleri yavaşlatmış olmalarıdır. Zira son on yıl dikkate alındığında ülkemizde üretilen elektriğin % 61 ile % 67’si arasında değişen değerlerde Sanayi ve Ticarethaneler tarafından kullandığı rahatlıkla görülecektir. Sanayi ve Ticarethaneler ayni hızla elektrik tüketmiş olsaydı krizin başlangıç yılı 2017 yılı olacaktı.

 

Ülkemizde Güneş enerjisi gibi bir nimet bulunmaktadır. Yapacağımız en önemli iş, Türkiye’mizin sahip olduğu Güneş Enerjisi potansiyelini mümkün olduğu ölçüde fazla kullanmak için gerekli idari kanun ve yönetmelikleri çıkarmak olacaktır. Ülkemizin sahip olduğu 380.000 MW’lık Güneş enerjisi potansiyelini kullanabildiğimizde (Kurulu Santral Gücüne çevirebildiğimizde) Ülkemiz enerji ithal eden ülke olmaktan çıkıp, enerji ihraç eden ve bu yolla çok para kazanan bir ülke konumuna gelecektir.

 

Prof. Dr. Doğan Aydal

Genel Başkan Yardımcısı

Ar-Ge Başkanı

 

 

YAZIK, GERÇEKTEN ÇOK YAZIK !!

 

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Cemil Çolak, açıklanan yaş çay taban fiyatı ile ilgili; “Yaş çay fiyatının bölge ekonomisi ve şehir dışında bulunan müstahsilin çayını toplamak üzere Rize’ye gelmesinin önemine binaen geçen hafta bir açıklama yapmış bulunmaktayız. Bölge esnafı zor durumda, işyerlerinin büyük bir kısmı kapalı, işverenler zor koşullardan ötürü işçi çıkarmak yâda ücretsiz izne çıkarmak zorunda kaldı, vatandaş kira, elektrik, su, doğalgaz gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamamakta, banka borcu olan esnaf ve vatandaş borçlarını ödeyememekte, mağduriyetlerin önü kesilememektedir. Hükümetin acilen bu durumları göz önünde bulundurması ve tedbir alması gerekmektedir. Mağduriyetlerin giderilmesi adına bölge ve dahi ülke ekonomisine büyük katkı sağlayan, yaş çay taban fiyatının, en azından bu sene için yüksek tutulması gerekliliğinin altını çizdik.

Sayın Cumhurbaşkanımızın açıklamış olduğu yaş çay fiyatı vatandaş olarak bizlere soğuk duş aldırmış bulunmakta, sorunları yok saymaktadır. Ülke olarak, gerek Avrupa ülkelerine, gerek Amerika Birleşik Devletleri’ne maske, dezenfektan gibi yardımlar gönderen bir güce sahip olan bizler, destek sırası kendi vatandaşımıza geldiğinde kulaklarımızı tıkamaktan başka bir yol izlemiyoruz. Birçok ülke ihracatı durdurarak kendi vatandaşına öncelik sağlarken, Rizeli olan Sayın Cumhurbaşkanımız size sesleniyoruz;

“Yaş çaya verilen fiyat vatandaşın dişinin kovuğuna yetmez !!” Vatandaş, 11 aylık iktidarı döneminde bir kuruş borç almadan yaş çaya %100’ün üstünde zam yapan rahmetli Erbakan Hocamızı mumla aramakta. Rahmetli Erbakan Hocamız bunu yaparken önce dert edindi, ardından denk bütçeyi oluşturdu. Dönemin milletvekillerinden bir vekil Erbakan Hocamıza hitaben, verilen bu zammın biraz fazla olduğunu söylemiş ve karşılığında aldığı cevap çok manidar olmuştur. “Sen hiç çay topladın mı ? Müstahsilin çektiği çileden haberin var mı ? Şimdi bizlerde aynı soruları yöneltiyoruz. Bu sıkıntılardan Hükümet olarak haberiniz var mı ?

Yapılan %13 oranındaki taban fiyatı zammı ile 1 kg. yaş çayın fiyatı 3,27₺, 13 kuruş destekleme ile toplamda 3,40₺ olmuş ve son yılların en düşük zammı olarak tarihe geçmiştir.

 

Sonuç olarak şunu belirtmek isterim; Böyle bir fiyat beklemiyorduk.

Yazık !! Gerçekten çok Yazık !!

 

Cemil Çolak

Genel Başkan Yardımcısı,

STK ve Halkla İlişkiler Başkanı

 

 

Darbe Çığırtkanlığı ve 11 Mayıs 2013 Reyhanlı

Katliamından Çıkarılacak Dersler

Küresel ve bölgesel konjonktür içerisinde gitgide alan daralması yaşayan ve somut politika ortaya koymaktan uzak olan iktidar partisi ile çözüm üretmekte zorluk çeken ana muhalefet partisi arasında yaşanmakta olan günübirlik fabrik politik söylemler artık toplum üzerinde psikolojik baskıya dönüşmektedir.

Son günlerde özellikle dış politikada kangrenleşmeye yüz tutmuş sorunlar gittikçe çözümsüz bir hal alırken, politik kaçış sendromu yoluyla “buz üstünde ateş dansı” misali dillendirilmeye çalışılan darbe çığırtkanlığı en geniş ifadeyle tehlikeli bir seyir almaya başlamıştır.

Bilindiği üzere 11 Mayıs 2013 tarihinde toplumsal bölünme amaçlı olarak Hatay, Reyhanlı’da düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 53 masum vatandaşımız yaşamlarını yitirmiş, 146 kişi de yaralanmıştı.

Geçmişte yaşanan bu ve benzeri şiddet olaylarından dersler çıkararak Türkiye’de huzur, barış ve istikrarın sağlanması ve Türkiye’yi bölgede ve küresel skalada yükselen bir güç haline getirebilmek için kronikleşmiş sorunların çözümüne odaklanmak gerekir düşüncesindeyiz.

Dört tarafı ateş çemberi ile kaplı olan ülkemizde güven ortamının yeniden tesisi, aşınmaya yüz tutmuş olan temel strüktürün daha sağlam bir zemine oturtulması ve politik arenadaki gerginliğin bir an önce son bulması artık bir zarurete dönüşmüştür.

Türkiye, üç deniz bölgesinin eksenindeki güçlü jeostratejik ve jeopolitik konumu itibariyle bir güç dengesini aynen muhafaza edebilmesi için hepimize büyük görevler düşmektedir.

Bu nedenle Ortadoğu’da, Libya’da, Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta Türkiye aleyhine yaşanmakta olan kaotik durumun göz önüne alınarak büyük dersler çıkarılması gerekir kanaatini taşıyoruz.

Bu duygu ve düşünceyle, Yeniden Refah Partisi olarak, ana kronik sorunları unutturabilmek adına sürekli olarak siyasi tansiyonu yükseltmeye yönelik şiddeti çağrıştıran politikaları asla tasvip etmediğimizi ve iktidarın bu gibi politikalardan medet ummak yerine sorunların çözümüne odaklanması gerektiğini özellikle ifade etmek istiyoruz.

Doğan Bekin

Genel Başkan Yardımcısı,

Dış İlişkiler Başkanı

 

 

 

HAK VE ADALET MERKEZLİ MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİ’NİN TARİHİ VE FİKRİ TEMELLERİ

Prof. Dr. Arif ERSOY*

III- DÜNYA GÖRÜŞÜ OLARAK MİLLİ GÖRÜŞ

Bazı temel kavramları tanımlamaya kalkışma ve bir cümle ile ifade etmeye çalışmak doğru değildir. Bu kavramın muhteviyatını daraltır. Esas olan temel kavramların insanların kendi bilgi ve kapasitelerine göre algılamalarıdır. Uygulamalarla kavramların zaman içinde anlam kazanmalarıdır. Milli Görüş kavramı, Arapların “fikri vatani” ifadesiyle anlatmaya çalıştıkları bir ülkenin ve bir ırkın ırkî anlayışı değildir. Milli Görüş, Avrupalıların “national view” diye ifade ettikleri ulusalcı bir görüşü de ifade etmez. Mili Görüş, Müslüman olan milletimizin tevhid ve adalet esaslarına göre oluşmuş olan ortak dünya görüşüdür. Bu anlamda Milli Görüş, ırkı anlamda bir birliği değil, inançta, düşüncede, söylem ve eylemde birlikteliğe dayalı olarak oluşan bir toplumun dünya görüşü ve değer ölçülerini ifade eder. Milletimiz bu görüşle Malazgirt Meydan Muharebesi’ni kazandı. Bu görüşle Anadolu’yu yurt edindi. Bu dünya görüşüne dayalı olarak bir cihan devleti olan Osmanlı Devleti’ni kurdu. İstanbul’u fethetti. Milli Görüşün etrafında toplanarak emperyalizmin işgaline uğrayan Anadolu’yu işgalden kurtardı. Milli Mücadeleyi zaferle neticelendirdi.

İnsanlık tarihinde Tevhid ve adalete dayalı bir toplumun kuruluş girişimi,ilk kez Hz. İbrahim tarafından Mezopotamya’da başlatılmıştır. Daha önce insanlar, belli bir ırk, kabile ve klan çerçevesinde ırka dayalı topluluklar oluşturmaktaydılar. Hz. İbrahim’in tevhid ve adalet esasına göre oluşturduğu tolumu Kur’an, “Millet-i İbrahim” kavramı ile ifade etmektedir. Kur’an Hz. İbrahim’i bir toplum oluşturmada öncü olmasından dolayı bir millet olarak kabul etmektedir. Milletimiz kendi dünya görüşü olan Milli Görüş ile bu topraklar üzerinde farklı ırk ve toplumları birleştirerek “farklılıkta birlik” ilkesine dayanan adil bir cihan devleti olan Osmanlı Devleti’ni kurdu. Osmanlı Devlet’i ırkı esas göre kurulmuş bir devlet değildi. Osmanlı Devleti, inançta, fikirde, söylem ve eylemde birliği yansıtan milletimizin ortak dünya görüşü ve değer ölçülerine göre teşkilatlanmış; farklı ırka mensup olan, farklı dilleri konuşan birçok topluluğun bir arada barış içinde yaşadığı hak ve adalet merkezli bir devletti.

Medeniyetlerin sosyal kurum ve yapıları, dayandıkları dünya görüşlerine göre farklı olmuştur. Beşeriyetin yeryüzünde yaşamaya başlamasından beri insanlar, iki dünya görüşüne dayanarak iktisadi ve sosyal sorunlarını çözmeye çalışmışlardır. “Hak Merkezli Dayanışmacı Dünya Görüşüne” göre sosyal teşkilatlanmanın gayesi, sosyal hayatta haklının hakkını korumak ve adaleti tesis etmektir. Başka bir ifade ile hukukun üstünlüğünü tesis ederek haklı olanı güçlü kılmak devletin asli görevidir.

“Kuvvet Merkezli Çatışmacı Dünya Görüşüne” göre ise sosyal müesseseleşmenin amacı, egemen konumda bulunan az sayıda kuvvetlinin iktidarını, çok sayıdaki kitlelere karşı korumaktır(M. Duverger, 1971, s.13-14). Bu dünya görüşüne dayalı olarak kurulan medeniyet ve devletlerde sosyal kurumların kuruluş ve işleyişinin temel hedefi, güçlü olan haklı çıkarmaktır. Bu anlayışa göre kuvvetli iseniz haklısınız. Çünkü “hak, verilmez alınır” ilkesi, siyasi ve iktisadi tekel konumunda olan egemenler, hakları ve nimet-külfet paylaşımının kurallarını belirledikleri anlayışını ifade eder. Eğer güçlü değil iseniz, egemenlerin verdikleri ile yetinmek zorundasınız. Bu dünya görüşüne göre Karl Marx’ın ifadesiyle insanlık tarihi, bir bakıma farklı sınıf ve zümreler arasında sürüp giden mücadele tarihidir K. H. Marx ve F. Engels, 1998,s. 65).

Sistemlerin dayandıkları dünya görüşlerinin bilinmesi, sistemlerin anlaşılmasını kolaylaştıracak ve karşılaşılan sorunlara nasıl çözümler üretebileceklerinin anlaşılmasına yardımcı olunacaktır.

Milli Görüş, “Hakkı Üstün Tutan Dayanışmacı Dünya Görüşü’ne” dayalı bir dünya görüşüdür. Tevhid ve adalet eksenli bu dünya görüşüne göre kâinatta bütün canlılar arasında yardımlaşma ve dayanışma vardır. Aynı şekilde insanlar arasında da dayanışma ve yardımlaşma esas olmalıdır. Sosyal hayatta esas olan “iyilik ve takvada”(hak ve adalete uymada) yardımlaşmak, “kötülük ve düşmanlıkta” ise yardımlaşmamaktır (Kuran: süre:5, ayet: 3).Kişilerin serbest iradeleriyle yardımlaşmaları ve dayanışma içinde sorunlarına çözüm aramaları ancak adaleti sağlayacak “Hakk’ın” üstün tutulmasıyla mümkündür. Bu dünya görüşünün temel ilkeleri aşağıda özetle sıralanmaktadır:

· Sosyal hayatta dayanışma ve yardımlaşma esastır.

· İnsan tercih özgürlüğüne sahip olmalıdır.

· Tercih özgürlüğü doğal bir haktır. Sınırlandırılamaz.

· Sosyal hayatın her aşamasında hukukun üstünlüğün sağlanması esastır.

· Sosyal hayatta nimet- külfet paylaşımı adil olmalıdır. Nimet- külfet paylaşımının adil olduğu bir ortamda “gönüllü işbirliği” (iradi ve rızaî tavün - voluntary cooperation) gerçekleştirilebilir.

· Demokrasi gönüllü işbirliği ve dayanışmanın gerçekleştirildiği bir ortamda anlam ifade eder (A. Ersoy, 1999, s. 530-1). Kitlelerin hile ve desiseler yönetildiği bir rejimde demokrasi kitlelerin aldatıldığı bir hile rejimine dönüşebilir.

· İnsanlar arasında hayırda ve iyilikte yarışma esastır. Bunun için sosyal hayatta fırsat eşitliği sağlanmalı ve her çeşit imtiyaz ve ayrıcalıkların ortadan kaldırılması gerekir.

· Bütün sosyal kurumların varlık nedeni bireyler arasında iyilikte yardımlaşma ve dayanışmayı artırmaktır.

· Sosyal kurum ve kuruluşlar hukukun üstünlüğünü sağlama ve hukuk dışı belirsizlikleri gidermede aktif rol oynamalıdır. Keyfiliğin ve haksızlık yaygınlaştığı toplumlarda sosyal yardımlaşma ve dayanışma zayıflar. Toplumda yozlaşma ve çürüme engellenemez.