SÄ°YASÄ° Ä°ÅžLER BAÅžKANLIÄžI HAFTALIK RAPORU - 11 - 26.03.2020

KORONAVÄ°RÜS KRÄ°ZÄ°NÄ°N ARKA PLANI

Öncelikle geçmiÅŸte MÄ°T MüsteÅŸarlığı görevinde bulunan bir yetkilinin sözünü hatırlamamız faydalı olacaktır;

“Bir suikastın doÄŸurduÄŸu sonuçlar hangi yapının iÅŸine yarıyorsa, hangi yapının amaçlarına hizmet ediyorsa, o suikastı o yapı planlamıştır”

Küresel güçlerin acımasız geçmiÅŸinin ayak izlerini taşıyan Koronavirüs’ün (COVID-19) ÅŸok dalgası bugün  tüm dünyayı etkisi altına almış durumdadır.

Küresel güçler olarak tanımladığımız unsurların arka planında ise, Milli GörüÅŸ olarak 50 seneden beri ifade ettiÄŸimiz gibi; insanlığın çektiÄŸi maddi ve manevi sıkıntıların sebebi olan 5700 senelik mikrop yani “Siyonizm” bulunmaktadır.

Siyonizm davasını 5000 seneden uzun zamandır sürdüren bir avuç imtiyazlı zümre, siyasi-ekonomik ve teknolojik gücü ellerine geçirmiÅŸlerdir ve bu güç sayesinde yüzyıllardır dünya olaylarına yön vermektedirler.

Bu imtiyazlı zümre için kaos çıkarmak, ekonomik krizlerle insanlığı dize getirmek, savaÅŸlar çıkararak kendileri dışındaki insanları birbirine kırdırmak, ülkeleri bölüp parçalamak, mezhepler ve ırklar arası çatışmalar çıkarmak bir ibadettir.  Bizatihi temel sloganları “Kaostan DoÄŸan Düzen (Ordo ab Chao)” dir.  Arkasından kendi düzenlerini hakim kılmak için kaos ve kargaÅŸa çıkarmak, korku ve panik havası oluÅŸturmak baÅŸlıca adetlerindendir. Tüm insanlığı dize getirmek ve onlara hükmetmek en önemli hedefleridir.

Yeryüzünün ifsad ordusu olarak da nitelendirebileceÄŸimiz bu zümrenin hedefi siyasi-ekonomik-askeri-sosyal alanda mutlak dünya hakimiyetine ulaÅŸmak, kendileri dışındaki tüm insanlığı kendilerine köle yapmaktır.

Bu köleliÄŸin tam manasıyla gerçekleÅŸebilmesi için, baÅŸta Ä°ngiltere’deki Tavistock Enstitüsü’nde olmak üzere pek çok koldan “zihin kontrolü” üzerinde çalışmalar  ve deneyler yapmaktadırlar.

Ancak bu noktaya ulaÅŸmadan, kendilerinin birkaç milyonluk nüfuslarıyla 7 milyar insanlığa hükmetmeleri son derece zor olduÄŸu için, kendileri dışındaki çeÅŸitli milletlerden ve dinlerden insanları kendi Siyonist davalarına hizmet ettirebilmek adına çeÅŸitli örgütler kurmuÅŸlar, bu örgütlere diÄŸer ırklardan insanları üye yapmışlardır. Yine aynı amaca matuf olarak, Protestanlık mezhebini bunlar ortaya çıkarmışlar, Hıristiyan Siyonistler yetiÅŸtirmek için Evanjelizm mezhebini de kendileri kurmuÅŸlardır.

Bu metodun yanında, kendileri dışındaki insanların sayısını azaltmak için de pek çok farklı metodu denemiÅŸler ve hala da denemeye devam etmektedirler.

SavaÅŸlar, terör, iç savaÅŸlar, kanser ve kısırlığın yaygınlaÅŸtırılması, kitlesel ölümlere yol açan atom bombaları ve biyolojik silahlar bu metodlardandır.

ÖrneÄŸin 1. Ve 2. Dünya SavaÅŸları’nı ve tarihteki daha pek çok savaşı çıkaran bunlardır,  kanserojen katkı maddeleri ile gıdaları ifsad etmek, genetiÄŸiyle oynayarak tohumları ve ekinleri bozmak bunların marifetidir.

GDO’lu tohumları üreten ABD’li “Monsanto” ÅŸirketi doÄŸrudan doÄŸruya bunların kuruluÅŸudur.

GDO’lu ürünlerle, kanserojen katkı maddeleriyle, aynı zamanda da tamamen kontrollerinde olan aşı ve ilaç sanayiyle kanseri ve kısırlığı tüm dünyada yaygınlaÅŸtırmaktadırlar. Bugün dünya ilaç endüstrisinin yüzde doksanı bu imtiyazlı zümrenin ilaç firmalarının elindedir.

Bunlara ilaveten, biyolojik silahlar hem konvansiyonel savaÅŸ yöntemlerine göre daha düÅŸük maliyetli olması, hem büyük ölçüde faili meçhul olarak kalması, hem de savaÅŸların aksine kendi taraflarından herhangi bir zayiata yol açmaması nedeniyle onlar için son derece avantajlıdır.

Bütün mesele kısa ve kolay yoldan kendileri dışındaki dünya nüfusunu azaltmak, böylece dünyayı kolay hükmedilebilir hale getirmektir. Onların zihniyetine göre dünya nüfusunun 6 milyarlık kısmı fazladır, gereksiz yere “imtiyazlı zümre”nin hakkı olan kaynakları tüketmektedirler. Öyleyse bunlardan kurtulmak gereklidir. Birkaç milyon Siyonist ve onlara hizmet edecek, onların refahı ve konforu için çalışacak 1 milyar kadar “köle” yeterlidir.

Biyolojik silahlar bu amaca hizmet etmesi bakımından adeta biçilmiÅŸ kaftandır. Koronavirüs hadisesi iÅŸte bu açıdan deÄŸerlendirildiÄŸinde ÅŸüphelerimizi fazlasıyla artırmaktadır.

Bu noktada bu “imtiyazlı zümre”nin önde gelenlerinden Amerika’lı Rockfeller ailesinin kurduÄŸu Rockfeller Vakfı’nın internet sitesinde bundan tam 10 sene önce bugün yaÅŸamakta olduÄŸumuz Koronavirüs krizinin sadece virüsün adı verilmeden, fakat bütün ayrıntılarıyla bir “gelecek senaryosu” olarak yayınlanmış olması son derece manidardır. 

Buna ilaveten bu konuda uzun yıllardır çalışmalar ve denemeler yapıldığı da bilinmektedir. ÖrneÄŸin; 1943 yılında ABD tarafından gerçekleÅŸtirilen “Kutsal Kâse” biyolojik savaÅŸ araÅŸtırmasının amacı kuru bakteri veya viral (virüs) ajan üretmek ÅŸeklinde idi. Kuru virüs üretimi için yoÄŸun araÅŸtırmalar yapıldı ve sonunda 1 ila 5 mikron boyutunda, biyolojik silah olarak kullanılabilecek virüslerin üretimi gerçekleÅŸtirildi.

Bu virüsün teneffüs edildiÄŸinde insan vücudunda çok kolay hareket ederek vücudun doÄŸal savunmasının önüne geçtiÄŸi ve ciÄŸerlerde tutunduÄŸu görülmüÅŸ oldu. 

Bu virüslerin üretimi için Washington’un 50 mil kuzeybatısında, batı Maryland’deki Catoctin DaÄŸları’nda yer alan küçük bir havaalanı tahsis edildi. “Camp Detrick” adı verilen bu alan,  ABD biyolojik silah programının merkezi oldu. 1945 yılında burada virüs programı için çalışanların sayısı 1.770 idi.

1953 yılında Camp Detrict, sarıhumma hastalığını yayan sivrisinek üretmeye baÅŸladı ve aylık 500.000 sivrisinek sayısı elde edildi. Pentagon, bu sivrisinekleri, düÅŸman hedeflerine uçaklar ve helikopterlerle ulaÅŸtırmayı hedefliyordu.

1963’ten sonra ABD, potansiyel mikroorganizmaları alarak onları kullanılabilir öldürücü virüslere dönüÅŸtürebileceklerini öÄŸrendi. Ä°lerleyen zaman içerisinde ABD biyolojik silahların kullanımı konusunda çok büyük mesafeler aldı.

1997-2001 yılları arasında ABD Savunma Bakanı olarak görev yapan William Sebastian Cohen’in (bu ÅŸahıs da “imtiyazlı zümre”nin mensuplarındandır) 1998 yılında yaptığı açıklamada virüs savaÅŸlarına  atıfta bulunarak: “bunlar geleceÄŸin silahları olup, gelecek de iyice yaklaÅŸmaktadır” ÅŸeklinde ifadeler kullanması çok dikkat çekicidir.

Associated Press haber ajansı da, 15 Kasım 1998’de yaptığı haberde: “Israel Develops New Weapons” baÅŸlığı altında Ä°srail’in genetik mühendislik ürünü olan biyolojik silah geliÅŸtirdiÄŸini ve bu silahın Yahudi ırkını etkilemeyip,  Araplar üzerinde etkili olacağını belirtiyordu.

‘GERD’ takma adıyla açıklamalar yapan ABD’li bir yetkili, Afrika’da Thallium, botulinum toksinini yemek ve suda kullandıklarını ve Hepatit A’yı yaydıklarını  ve konteynırlar içerisinde getirdikleri bakteri ve virüsleri Kuzey Namibya’da kullandıklarını “Virüs SavaÅŸları” adlı kitabın yazarı Tom Mangold ve Jeff Goldberg’e itiraf etmiÅŸtir.

Afrika’da CCB (Civil Cooperation Bureau-Sivil Dayanışma Bürosu)’de görev yapan Peter Botes de, Afrika’da kolerayı yaydıklarını ve bizzat kendisinin de Mozambik’te bu virüslerin kullanımında aktif rol oynadığını itiraf etmiÅŸtir. Yine bu organizasyonun yetkililerinden Basson da yaptığı itirafta; Ebola ve Marburg virüslerini Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yapay olarak  yaydıklarını  ve 1995 yılı sonlarına doÄŸru Zaire’de Ebola virüsü yayılırken kendisinin de orada görevli olduÄŸu belirtmektedir.

ABD’nin, Ä°kinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fort Detrick’te virüsler alanındaki büyük çaplı  çalışmaları ve birçok ülkede ürettiÄŸi virüsleri kullandığına dair iddialar ve itiraflar gözönüne alındığında, COVID-19 virüsünün ABD Yönetimi’nin arkasındaki asıl güç olan Siyonist ve Evanjelist zihniyetin ürünü olma  ihtimali güçlenmektedir.

Yeni tip bir virüs olan COVID-19’un, Ebola, Sars ve Mers gibi hayvandan insana geçmesi ister istemez bu virüsün “Fort Detrick” ürünü olma ihtimalini güçlendirmektedir. Çünkü ABD bu tip virüsleri Fort Detrick’te zaten hayvanlar üzerinden geliÅŸtirmektedir.

Koronavirüs krizi hızlı ve etkili ÅŸekilde dünya nüfusunun azaltılması provası olmasının yanında, doÄŸurduÄŸu ekonomik sonuçlar bakımından da son derece etkili olmuÅŸtur. Petrol fiyatlarının hızla düÅŸmesi baÅŸta Rusya ve Ä°ran gibi ülkeler olmak üzere, çok sayıda OrtadoÄŸu ülkesine de darbe indirmiÅŸ, aynı zamanda hızla büyüyen ve güçlenen, pekçok alandaki firmaları ve markaları Amerikan markalarına küresel ölçekte meydan okumaya baÅŸlayan Çin de bu krizin sonucunda ağır yara almıştır. Çin’in bu krizden doÄŸan kaybının trilyonlarca dolar olduÄŸu uzmanlar tarafından açıkça ifade edilmektedir.

Koronavirüs insan saÄŸlığı ve hayatı üzerindeki etkilerinin yanında sebep olduÄŸu bu sonuçlarla Çin, Rusya ve Ä°ran’a ağır darbeler indirmiÅŸtir. Böylelikle “imtiyazlı zümre”nin baÅŸ düÅŸmanlarından bir tanesi olarak gördüÄŸü Ä°ran, ve yine bu zümrenin kontrolsüz büyümesine göz yumamayacağı Çin ve Rusya bir anlamda terbiye edilmiÅŸtir.

COVID-19’un  ABD BaÅŸkanı Donald Trump ve DışiÅŸleri Bakanı Pompeo baÅŸta olmak üzere ABD’li yetkililer tarafından "Çin virüsü", "Wuhan virüsü" gibi  kavramlarla tanımlanması suçu tamamen Çin’in üzerine yıkmak ve Çin’i bir daha asla seyahat edilmeyecek, ticaret yapılmayacak adeta “lanetli” ülke haline getirmeye yönelik algı operasyonu ÅŸeklinde deÄŸerlendirilmektedir. 

Ayrıca Ä°ran’da insanlar bu katil virüsten kırılırken, ABD Yönetimi’nin Ä°ran’a yönelik ambargo kararında ısrarcı olması, hiçbir toleransa yanaÅŸmaması da üzerinde durulması gereken çok ibretlik bir durumdur.

AB ülkeleri ve özellikle Ä°talya’da COVID-19’un yaygınlaÅŸtırılması da,  Evanjelist ve Siyonistlerin Katolik dünyası üzerinde  hegemonya kurma ve Avrupa’nın tamamen ABD-Siyonizm merkezli hareket etmesini saÄŸlamaya yönelik olabilir.

Sonuç olarak; laboratuvarlarda üretilen mikroskopik organizmalar (virüsler) geleceÄŸin silahları olup, aynı anda milyonlarca, hatta milyarlarca insanı etkilemeleri ve hatta öldürmeleri söz konusudur. Bunların populasyonunu geliÅŸtirmek, yaymak ve en sonunda insanları kitlesel ÅŸekilde öldürmek ana amaçtır. Bunlar COVID-19 örneÄŸinde olduÄŸu gibi, atom bombaları kadar etkili, çok daha düÅŸük maliyetli, ve en önemlisi de atom bombalarının aksine büyük ölçüde “faili meçhul” silahlardır.

Bütün bu özellikleri nedeniyle de, “imtiyazlı zümre”nin amaçlarına hizmet etme potansiyelleri çok yüksektir.

Özellikle Türkiye’nin ve tüm Ä°slam Alemi’nin bu virüs krizinden dersler çıkararak, önleyici tedbirlerin geliÅŸtirilmesi için çalışmalar yapması çok büyük önem arz etmektedir.

GeleceÄŸin savaÅŸ konseptini oluÅŸturan  küresel boyuttaki Siyonist biyolojik savaÅŸ tehdidine karşı bundan böyle daha hazırlıklı ve bilinçli olmamız gereklidir.

……………………………………………………………………………….

 KORONAVÄ°RÜS KRÄ°ZÄ°NÄ°N EKONOMÄ°K ETKÄ°LERÄ°NE KARÅžI HÜKÜMET TARAFINDAN HAZIRLANAN

“EKONOMÄ°K Ä°STÄ°KRAR KALKANI”  Ä°LE Ä°LGÄ°LÄ° DEÄžERLENDÄ°RME

Koronavirüs Salgını çok kısa süre içerisinde dünya genelinde ekonomik hayatı durma noktasına getirmiÅŸtir. Önceden öngörülemeyen bu krizin sebep olduÄŸu ekonomik tahribatı azaltabilmek için ülkeler acil Ekonomik Tedbir paketleri açıklıyorlar. Bu maksatla Türkiye’de de Hükümet, toplam tutarının 100 Milyar TL olduÄŸu ifade edilen 19 maddelik Ekonomik Paketi uygulamaya baÅŸlayacağını ilan etti.  

1. Türkiye Ekonomisi için bu tutar (100 Milyar TL = 16 Milyar $) çok yetersizdir. 

Bu miktarın, 750 milyar $ büyüklüÄŸe sahip Türkiye Ekonomisini Koronavirüs salgınının sebep olacağı ekonomik zararlardan koruması maalesef mümkün deÄŸildir. Paketin toplam tutarı deÄŸerlendirildiÄŸinde, Türkiye ekonomik destek paketi açıklayan ülkeler arasında son sıralarda yer almaktadır. Toplam tutarın milli gelire oranına baktığımızda, Ä°talya son sırada yer almaktadır ki; Ä°talya dünya genelinde en fazla can kaybının yaÅŸandığı ülke durumundadır. Türkiye ise Ä°talya’dan sonra sondan ikinci sırada bulunmaktadır. Türkiye’nin ilan ettiÄŸi Ekonomik Tedbir paketi milli gelirinin sadece %2,15’ni kapsamaktadır. Bu oran Polonya’da %9,2 geliÅŸmiÅŸ Avrupa ülkelerinde ise %14-16 civarındadır. Dolayısıyla açıklanan paket Türkiye Ekonomisi için yetersizdir. Hükümetin acilen en az 75 milyar $ mertebesinde Ekonomik Tedbir Paketi hazırlaması gerekmektedir.    

 

         EkonomikPaket(Milyar $)        Milli Gelire Oranı (%)
ABD 1000 4,7
Almanya 614 16
Ä°ngiltere 412 15
Fransa 380 14
Ä°spanya 220 16
Polonya 52 9,2
Ä°talya 27,5 1,4
Türkiye 16 2,15

 

2. Türkiye ekonomisi için zaten yetersiz olan bu paketin içeriÄŸine bakıldığında, aslında ifade edildiÄŸi gibi 100 Milyar TL’lik bir paket olmadığı da görülmektedir.

19 maddelik ‘Ekonomik Tedbir’ paketinin sadece 2 maddesi ekonomiye doÄŸrudan maddi kaynak giriÅŸini saÄŸlamaktadır. Bunlardan birincisi ihtiyaç sahibi ailelere ilave 2 Milyar TL tutarında nakdi yardım yapılması, ikincisi ise en düÅŸük emekli maaşının 1500 TL’ye yükseltilmesidir. 2020 bütçesi tarafından karşılanacak bu iki maddenin toplam maliyeti sadece 5 Milyar TL yapmaktadır. Bunların dışında devlet tarafından paket kapsamında taahhüt edilen mali karşılığı olan maddeler; emeklilere ödenen bayram ikramiyesinin iki ay öne alınmasını ve iÅŸverenlerin ödemesi gereken çeÅŸitli vergi ve sigorta primlerinin ertelenmesini öngörmektedir. Paket içerisinde sıfırlanıyormuÅŸ gibi maliyet hesabı yapılan, fakat aslında sadece zamanlaması deÄŸiÅŸtirilen bu adımların toplam maliyeti de sadece 10 Milyar TL civarındadır. Dolayısıyla açıklanan paket kapsamında devletin üzerine düÅŸen toplam miktar sadece 15 Milyar TL = 2,5 Milyar $’dır.

3. Paketin baÅŸarısı Hükümetin kararlılığına ya da fedakarlığına DEĞİL, Bankacılık sektörünün tutumuna baÄŸlıdır.

Paket, devlet eliyle ekonomi çarklarının dönmesini temin edebilecek maddi destekleri doÄŸrudan saÄŸlamak yerine, iÅŸleri durma noktasına gelen firmaların ayakta kalabilmeleri için bankacılık sektörü üzerinden borçlandırma tedbirleri sunmaktadır. Yani, ekonomik paketin kurtuluÅŸ reçetesi olarak sunduÄŸu tek çözüm: BORÇLANMAYA, BORÇ-FAÄ°Z EKONOMÄ°SÄ°’NE bütün hızıyla devam etmektir. Firmaların kesilen nakit akışı neticesinde ödeyemedikleri banka kredilerine ait anapara ve faiz ödemeleriyle esnaf ve sanatkarların Halkbank’a olan kredi borçları paket kapsamında ertelenmektedir. Ayrıca ekonomik paket, bankacılık sektörünü firmaların kira, çalışan, elektrik gibi temel masraflarının finansmanı için yeni borç taleplerine anlayışlı davranmaya davet etmekte ve KOBÄ°’lerin yeni borçlanmalar için ihtiyaç duyacağı teminat açığını KGF üzerinden temin etmeyi planlamaktadır. Ocak 2020 tarihi itibariyle, KOBÄ°’ler dahil bütün ticari kredilerin sadece %45’nin kamu bankaları tarafından verilmiÅŸ olduÄŸunu göz önüne alınırsa ekonomik paketin baÅŸarısının devletin kontrolü dışında bankacılık sektörünün bu kriz döneminde yeni kredilere karşı tutumuna baÄŸlı olduÄŸu ortaya çıkmaktadır. Her geçen gün hızla derinleÅŸen ekonomik krizin sebep olacağı bütün riskleri bankacılık sektörü üzerine yıkmayı planlayan bu ekonomik paket KGF üzerinden toplam ticari kredilerin sadece %1,2’sine karşılık gelen 25 Milyar TL ilave riske destek sunmaktadır.

4. Paket; çalışanları iÅŸverenin insafına, iÅŸverenleri de bankacılık sisteminin insafına terk etmektedir.

Her ne kadar Ekonomik Paketin sunumunda “istihdamın muhafazası” ifadesi ön plana çıkarılmış olsa da paketin içeriÄŸi istihdamı doÄŸrudan temin edebilecek önlemleri içermemektedir. Ekonomik paketin kurgusu tersten çalışan bir süreç sunmaktadır. Yani, bankacılık sektörünün takdir edeceÄŸi yeni borç miktarı nispetinde ve saÄŸlayacağı mevcut borçlarının ötelenmesi imkanı nispetinde firmalar ayakta kalacaklar ve ayakta kalacak firmalar kadar insanlar iÅŸlerini muhafaza edebilecekler. Maalesef ki, fikri altyapısı tamamen hatalı bir paket sunulmaktadır. Firmalar üretim/ticari faaliyetleri neticesinde elde ettikleri kazançla deÄŸil, bankadan temin edebilecekleri borç sayesinde ayakta kalabiliyorlar. Azalan veya tamamen duran ticari faaliyetleri neticesinde borcunu veya ekonomik faaliyetlerini çeviremeyen firmaların ücretsiz izin vermesini veya iÅŸçi çıkarmasını önleyecek herhangi bir tedbir pakette sunulmamıştır. Ä°çiÅŸleri Bakanlığının Koronavirüs salgınıyla mücadele için çıkarmış olduÄŸu bir genelge kapsamında Türkiye genelinde 149.382 iÅŸ yeri geçici süreliÄŸine faaliyetlerine ara vermek durumunda kalmış ve bir gün içerisinde 500.000’e yakın kiÅŸi iÅŸini kaybetmiÅŸtir.  

5.    Türkiye’nin zaten derin bir ekonomik buhran içerisinde olduÄŸu ve hali hazırda iÅŸsiz olan 6,6 milyon kiÅŸi yok sayılmaktadır.  

2019 sonu itibariyle Türkiye genelinde 4,5 milyon kiÅŸi aktif olarak iÅŸ aradığı halde bulamamaktadır ve gerçek manada 6,6 milyon kiÅŸi maalesef iÅŸsizdir. 2019 yılı içerisinde Türkiye Ekonomisinin istihdam kapasitesi yani iÅŸ sahibi çalışanların sayısı 658.000 kiÅŸi azalmıştır. Türkiye ekonomik olarak iÅŸ üretebilen deÄŸil, iÅŸsizlik üreten bir yapıya doÄŸru evirilmektedir. Koronavirüs öncesi iÅŸ imkânı üretebilme kapasitesini kaybetmiÅŸ olan Türkiye Ekonomisinin Koronavirüs salgını ile durma noktasına gelen ekonominin acil ve çok radikal  yapısal tedbirler alınmadığı sürece bu iÅŸsizlere iÅŸ üretmesi mümkün deÄŸildir. Maalesef açıklanan ekonomik tedbir paketinde ekonomimizin en önemli sorunlarının başında gelen bu konuda somut bir adım atılmamış, tedbir alınmamıştır. Paketle birlikte duyurusu yapılan 20.000 yeni öÄŸretmen ataması iÅŸsizlik probleminin yüzde birine bile çözüm olamayacak kadar yetersizdir. 

6. Milyonlarca iÅŸsiz geçimini nasıl saÄŸlayacak ?

Vatandaşının refahını düÅŸünen her ülkenin öncelikli cevaplandırması gereken bu en temel soruyu Ekonomik Paket maalesef görmezden gelmiÅŸ, cevap üretmemiÅŸtir. 2019 yılından enkaz olarak devir alınan ama iÅŸ bulabilmeleri için ekonomik pakette hiçbir aksiyon alınmayan 6,6 milyon iÅŸsiz ile Koronavirüs salgını neticesinde iÅŸini kaybetme tehlikesiyle yüzleÅŸen ama iÅŸlerini kaybetmemeleri için ekonomik pakette hiçbir önlem alınmayan milyonların geçimini nasıl temin edeceÄŸi konusuna da ekonomik pakette yer verilmemiÅŸtir.Bu maksatla, çalışanların iÅŸsiz kaldığı dönemlerde kullanılmak üzere Ä°ÅŸsizlik Fonu’ndabiriken ve sadece 9 Milyar TL’si nakit olan 131,6 Milyar TL’nin nakit yapıya nasıl kavuÅŸturulacağı, nasıl ve ne miktarda kullanılacağı konuları da paketin içeriÄŸinde açıklığa kavuÅŸturulmamıştır. Ekonomimizin ve hatta toplumsal yapımızın en önemli sorunu olarak karşımızda duran bu problem için en kısa sürede acil eylem planı oluÅŸturulmalıdır. Aksi takdirde hem ekonomimiz hem de toplumsal yapımız onarılması çok güç yaralar alacaktır.

7. Paket, ekonominin mevcut durumunu göz ardı etmektedir. 

Ekonomi paketlerinin baÅŸarılı olabilmeleri büyük ölçüde ekonominin içinden geçmekte olduÄŸu durum ve ÅŸartlara uyum gösterebilme kapasitesine baÄŸlıdır. Ä°çinde bulunduÄŸu durum ve ÅŸartları gözardı eden bir programın baÅŸarılı olma ihtimali yoktur. Koronavirüs salgınının sebep olacağı ekonomik yıkımları en aza indirmek için hazırlandığı ifade edilen “Ekonomik Destek Paketi” tasarlanırken Türkiye ekonomisinin ana kırılganlık unsurları olan “yüksek borçluluk” ve “artan kur” hesaba katılmamıştır. Kendi para birimi sürekli deÄŸer kaybeden ve çok yüksek oranda iç ve dış borç yüküne sahip bir ülkenin ekonomik krizden daha da borçlanarak ve iç piyasasına dönük önlemler ile çıkabilmesi mümkün deÄŸildir. Dolayısıyla ekonomik paket yetersizliÄŸinin yanında, paketin kurgusu ekonomik gerçeklikler ile uyumsuzdur, hatta çeliÅŸmektedir. Yıl başından beri TL %10, son altı ayda %16, son bir yılda ise %30’dan fazla deÄŸer kaybetmiÅŸtir. TL’ye olan güven sarsılmıştır. Ülke olarak 172 Milyar $’ı bir yıl içerisinde ödenmek zorunda olan toplam 434 Milyar $ dış borcumuz mevcuttur. Fakat açıklanan “Ekonomik Destek Paketi” sanki istikrarlı bir para birimimiz varmış gibi ve sanki risk oluÅŸturabilecek seviyede borcumuz yokmuÅŸ gibi bu gerçek tehditlere karşı herhangi bir tedbir öngörmemektedir.   

8. Ekonomik Paket acilen geniÅŸletilmelidir.

 

  • Ä°ÅŸsizlere üç ay (Nisan + Mayıs + Haziran) boyunca iÅŸsizlik maaşı hiçbir koÅŸul aranmaksızın baÄŸlanmalıdır.
  • Ä°ÅŸsizlere üç ay boyunca su, elektrik ve doÄŸalgaz desteÄŸi yapılmalıdır.
  • Ä°ÅŸsizlere temel temizlik ve hijyen malzemeleri üç ay boyunca ücretsiz verilmelidir.
  • Ä°ÅŸsizlere çocuklarının uzaktan eÄŸitimine destek olması için ücretsiz internet hizmeti saÄŸlanmalıdır.
  • Asgari ücret üzerindeki tüm vergiler kaldırılmalıdır.
  • Temel gıda, temizlik ve hijyen ürünleri üzerindeki tüm vergiler kaldırılmalıdır.
  • Su, elektrik ve doÄŸalgaz fatura borcu nedeniyle kapatılan abonelikler hiçbir masraf alınmadan ve iÅŸleme gerek duymadan yeniden açılmalıdır. Üç ay boyunca gelecek faturalara isteÄŸe baÄŸlı taksit imkânı sunulmalıdır.
  • Akaryakıt üzerindeki vergi yükü en azından yarıya indirilmelidir.
  • DoÄŸalgaz ve elektrik fiyatlarına %30 indirim yapılmalıdır.  
  • Tarımsal üretime ve çiftçilere yeni destek programları açıklanmalıdır.
  • Tarım ürünlerine yüksek taban fiyatları bugünden ilan edilmelidir.
  • Sosyal dayanışmanın bir gereÄŸi olarak, üç ay (Nisan + Mayıs + Haziran) boyunca kira ödemeleri askıya alınmalıdır.
  • Batık kredileri ve borçları devlet adına tasfiye etmek için genel müdürlük kurulmalıdır.
  • Firmaların ödemiÅŸ oldukları vergiler nispetinde faizsiz acil destek saÄŸlanmalıdır.
  • Firmaların birtakım fırsatçı yabancı yatırımcılara satışına kontrol getirilmelidir.
  • Firmaların bu dönemdeki istihdam saÄŸlama durumlarına göre öncelikli ve faizsiz kaynak kullandırma imkânı sunulmalıdır.
  • Firmaların bu dönemdeki istihdam saÄŸlama durumlarına göre ürünlerinin alımında kullanılacak alışveriÅŸ çekleri emekli ve iÅŸsizlere dağıtılmalıdır. 
  • Firmaların bu dönemdeki istihdam saÄŸlama durumlarına göre 2020 ve 2021 yılları için kurumlar ve gelir vergisinden indirim yapılmalıdır.

       Yeniden Refah Partisi Ekonomik Ä°ÅŸler BaÅŸkanlığı

 

 

DÜÅžÜNCE GELENEĞİMÄ°ZÄ°N DÜNYA GÖRÜÅžÜ: FARKLILIKTA BÄ°RLİĞİN FÄ°KRÄ° TEMELLERÄ°

Prof.Dr. Arif ERSOY

DÜÅžÜNCE GELENEĞİMÄ°Z VE COÄžRAFYAMIZDA Ä°STÄ°KRAR

Ä°slam dinin etkisi altında oluÅŸan düÅŸünce geleneÄŸimizin dayandığı temel ilkelerden hareketle kurulan Osmanlı BeyliÄŸi, dünyanın merkezinde yer alan coÄŸrafyamızda farklılıkta birliÄŸi tesis ederek dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti haline geldi. Bu coÄŸrafyada farklı din, dil ve kültüre sahip olan 36 topluluk arasında düÅŸünce geleneÄŸimizin farklılıkları birliÄŸe dönüÅŸtüren ilkeleri uygulanarak bir arada birlik ve istikrar içinde yüzyıllar boyunca yaÅŸamasına ortam hazırlandı.

2.1. DüÅŸünce GeleneÄŸimizin Dayandığı Temel Paradigmalar: Hak ve Adalet

 Milletimizin fikri geleneÄŸi, Ä°slam medeniyetinin dayandığı “Hak Merkezli Dayanışmacı Dünya GörüÅŸ’ünün” etkisi altında oluÅŸmuÅŸ ve geliÅŸmiÅŸtir. Bu dünya görüÅŸüne göre kâinatta ahenk ve dayanışma hakimdir. Evrendeki denge ve düzen bu dayanışmayı ifade etmektedir. Ä°nsanlar arasında da dayanışma ve yardımlaÅŸma esas olmalıdır. Sosyal hayatta barış ve dayanışma, fertlerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve nimet-külfetin adil paylaşımıyla saÄŸlanır. “Hak Merkezli Dayanışmacı Dünya GörüÅŸüne” (HMDDG) göre sosyal teÅŸkilatlanmanın gayesi, hukukun üstünlüÄŸünü saÄŸlamak, haklı olanların temel haklarının korumak ve nimet-külfet paylaşımında adaleti tesis etmektir3. Ä°nsan haklarının baskı ve dayatma ile ihlal edildiÄŸi ve nimet- külfet paylaşımın adil olmadığı bir ortamda barış ve dayanışma tesis edilemez. Toplumun farklı katmanları, sosyal gruplar ve toplumlar arasında sürtüÅŸme ve çatışmalar engellenemez.

Hz. Muhammed (a. s.), daha önce kabileler arasında gerginlik ve çatışmaların yaygın olduÄŸu ve farklı inançlara sahip olan kabilelerin yaÅŸadığı Yesrib diye bilinen Medine’ye hicret ettikten sonra ÅŸehirde yaÅŸayan Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler ve putperest Arap kabileleri arasında ortak paydaları içeren “Medine Vesikası” diye bilinen ortak anlaÅŸma ile “Medine Site Devletini” kurdu. Bu anlaÅŸmaya göre Medine ve civarındaki sakinler, kendi inançlarını serbestçe yaÅŸayacaklar ve iç iÅŸlerinde kendi adet ve geleneklerine göre hareket edeceklerdi. Medine’yi dış saldırılara karşı birlikte savunacaklardı. Kentte yaÅŸayan farklı ırk, din ve dile sahip olanlar arasında meydana gelecek anlaÅŸmazlıkların çözümünde Medine Site Devletinin baÅŸkanı olan Hz. Muhammed’in hakemliÄŸini kabul edeceklerdi4. Medine Vesikası, Medine Site Devleti’nin sınırları içinde yaÅŸayan farklı inanç ve farklı kabilelere mensup olan toplumlar arasında iÅŸ birliÄŸi ve dayanışmayı saÄŸlayan yeryüzünün ilk yazılı anayasa kabul edilmektedir5. Bu anlaÅŸma ile insanlık tarihinde ilk kez “farklılıkta birlik” ilkesine dayanan yeni bir düzen kurulmuÅŸ ve Ä°slam Medeniyetinin inÅŸası baÅŸlatılmıştır.

----------

3 Arif Ersoy, Ä°ktisadi Teoriler ve DüÅŸünceler Tarihi, Gözden geçirilmiÅŸ Dördüncü Baskı, Nobel Yayınları, Ankara, 2015a, s.4.

4 Ramazan GümüÅŸ, “Ä°slam Devletinin Ä°lk Anayasası: Medine Vesikası”, Politik Akademi, Ä°stanbul 2018, s. 2.

5 Muhammed Hamidullah, Introduction to Islam, IIFSO, İkinci Baskı, Malezya, 1958, s.14-16.

 

Atalarımız Ä°slam Dini kabul etmekle hidayete erdiler.Hidayete erme, bir bakıma Tevhid ve adalet paradigmalarının kabul ve ilandır.Atalarımız hidayete ermekle kabilecilik anlayışını terk ettiler. Milleti Ä°brahim anlayışını benimsediler. Bu anlayış, ırkı anlamında bir birlikten çok    inançta, düÅŸüncede, söylem ve eylemde birlikteliÄŸe dayalı bir toplumun oluÅŸmasına ortam hazırladı. Kendilerine Medine Site Devlet’ini örnek almakla farklıkta birlik içinde yaÅŸama düÅŸünce ve geleneÄŸine sahip oldular.Bu yürüyüÅŸ dünyanın merkezi olan coÄŸrafyamızda Selçuklu Davetinin kurulması ve dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin farklı din, ırk ve kültüre sahip 36 topluluÄŸun birlikte barış içinde yaÅŸadıkları bir medeniyetin inÅŸasına dönüÅŸmüÅŸtür.

Ä°slam medeniyetinin kurum ve kuruluÅŸları, sosyal hayatta yardımlaÅŸma (teavün) ve dayanışmaya (tesanüt) saÄŸlamayı ve farklılıkları birliÄŸe dönüÅŸtürmeyi hedeflemektedir. Farklılıkta birliÄŸin saÄŸlanması, ancak haklı olanın güçlü kılınması ve nimet/külfetin paylaşılmasında adaletin tesis edilmesi ile saÄŸlanabilir. Medeniyetimizin kurumları bu iki paradigmaya uygun olarak iÅŸlevlerini yerine getirdikleri sürece coÄŸrafyamızda barış ve huzur saÄŸlanmış; farklılıklar dayanışma ve yardımlaÅŸmanın temel dinamikleri haline gelmiÅŸtir6.

Kendi ülkemizde ve Ä°slam coÄŸrafyasında yaşıyan kitleler ve toplumlar arasında barış ve dayanışmayı saÄŸlamak ancak ortak dünya görüÅŸümüzün biçimlendirdiÄŸi “farklılıkta birlik” ilkesini hayata aktaracak stratejilerin geliÅŸtirilmesi ve uygulanması ile gerçekleÅŸtirilecektir. Bu hedefe ulaÅŸmak için sömürgeci düÅŸünce ve geleneÄŸinin ürünü olan mevcut çarpık kurumsal yapılar yeniden gözden geçirilmeli ve günümüzün ihtiyaçlarını giderecek yeni kurum ve kuruluÅŸların kurulması gerekmektedir. Güçlü olmayı haklı olmanın nedeni sayan mevcut kurumsal yapı, coÄŸrafyamızda yaÅŸayan kitlelerin sahip olduÄŸu dünya görüÅŸü ve deÄŸer ölçüleriyle uyuÅŸmamaktadır. Gücü ve menfaati haklı olmanın nedeni kabul eden Irkçı ve tekelci mihraklar, coÄŸrafyamıza gerginlik, çatışma ve sömürüden baÅŸka ne getirdiler ki ?  

2.2.        Kuvvet Merkezli Çatışmacı- Sömürgeci Zihniyetin Temel Paradigmaları: Kuvvetin Hak Nedeni Sayılması ve Nimet/Külfet Paylaşım Kurallarının Tekel Konumunda Olanlar Tarafından Belirlenmesi

Kuvveti haklı olmanın nedeni kabul eden “Kuvvet Merkezli Çatışmacı Dünya GörüÅŸü” (KMÇD), bir bakıma tekel konumunda olanların hak verme yetkisini ve nimet/külfet paylaşımının kurallarını koyma ayrıcalığına sahip oldukları bir zihniyeti ifade etmektedir. Bu zihniyete göre kâinatta çatışma vardır. Canlı ve cansızlar arasında çatışma olduÄŸu gibi, insanlar arasında, sosyal grup ve sınıflar arasında da sürekli menfaat çatışma bulunmaktadır. Ä°nsanlık tarihi boyunca sürüp giden çatışma güçlü ile zayıf, köle ile efendi, serf ile dere bey, iÅŸçi ile burjuva sınıfı arasında cereyan etmiÅŸtir. K. Marx’ a göre bu sürüp giden mücadele, ezen ile ezilen, güçlü ile zayıf, sömürenler ile sömürülenler arasında devam etmektedir7.

---------

6 Arif Ersoy, “Niçin Milli Anyasa? Bürokratik Anayasadan Demokratik ve Adil Anayasaya”, Milli AnyasaÅžürası, Ekonomik ve Sosyal AraÅŸtırmalar Merkezi (ESAM), Ankara, 2012, s. 153.

7 K. H. Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çeviren: Levent Kavas, Ç Yayınevi, Ankara, 1998, s. 65.

 

Bu sürüp giden çatışmanın neticesinde güçlü olan taraf hep galip gelmiÅŸ ve gelecektir. Zayıf taraf da maÄŸlup olmuÅŸ ve olacaktır. Galip olan güçlü taraf, sosyal hayatı düzenleyen kurallar koyma yetki ve ayrıcalığına sahip olmuÅŸ ve olacaktır. Bu anlayışa göre kuvvetli olanların yönetim ve paylaşım kurallarını koymaları doÄŸaldır8. 

Toplumlar ve devletler arasında da çatışma süreklidir. Her ÅŸey rakibiyle (zıddı ile kaimdir) ayakta durur9. Zıddı olmayan ideoloji ve sistem varlığını sürdüremez.  Sosyal hayatta çatışmayı gerekli ve doÄŸal kabul eden bu anlayışa göre çatışmada neticede güçlü olan taraf galip gelecektir. Bu nedenle tekel konumunda olan güçlünün hak ve özgürleri belirleme ayrıcalığına sahip olması ve nimet/ külfet paylaşımının kurallarını tekel konumundaki güçlüler tarafından tayın edilmesi olaÄŸan karşılanmaktadır. Siyasi ve iktisadi gücü ellerine geçiren imtiyazlılar, kendi   konumlarını   korumak amacıyla sosyal çatışmayı sürekli bir olgu olarak kabul etmekte ve hatta istemektedirler10 Bu anlayışa göre “hak verilmez alınır”. Egemen güce sahip olanların elinde hakkını alman için güçlü olman gerekir.

Bugün coÄŸrafyamız tarihinin en bunalımlı ve istikrasız dönemlerinden biri yaÅŸanmaktadır. Her gün binlerce insanın kanı akıtılmaktadır. Afganistan ve Irak’ın kaynakları adeta talan edilmektedir. Filistin halkının dramı artarak devam etmektedir. Suriye, Yemen ve Libya’daki iç çatışmalar sürdürülmekte; silah üretenler, kara borsa üzerinde öldürücü silahlarını pazarlamaya devam etmektedirler. Çatışmaların sürdüÄŸü bazı bölgelerde yiyecek ve giyecek darlığıyla karşılaşılmasına raÄŸmen çatıştırılan taraflara silah saÄŸlanmakta darlıkla karşılaşılmamaktadır11.

Günümüzde coÄŸrafyamıza yönelik tekelci ve ırkçı mihrakların uyguladıkları strateji ve politikalar, asırlar boyunca birlikte yaÅŸadığımız ve ortak deÄŸerlere sahip olduÄŸumuz toplumların dünya görüÅŸü ve deÄŸer ölçüleriyle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Bundan dolayı ırkçı ve tekelci mihraklar tarafından zorla ve hile ile coÄŸrafyamızda yaÅŸayanlara dayatılan bu politikalar ve takip edilen stratejiler ayrıştırmaya ve çatışma yol açmaktadır.

--------------------

8 Mao Zedong, “On the Correct Handling of Contradictions Among the People”, Selected Works, Cilt: V,ELP. Pekin, 1977, s.393-5.

9 Margaret Thatcher, “Thatcher was Right, Thinking Past the Cold War”, Bu konuÅŸma, 9 Mart 1996 tarihinde Fulton’ da Westminster Kolej’inde yapılmıştır.

10 Maurice Duverger (1971), Politikaya GiriÅŸ, Çeviren: TÄ°RYAKÄ°OÄžLU, Sami, Varlık Yayınları, Faydalı Kitaplar Serisi, N0:37, Ä°stanbul, 1971, s.13-14.

11 Arif Ersoy, “100 Yıl Sonra I. Dünya Savaşı ve Ä°slam Dünyası: Tarihten Ders Alarak Yeni Bir Dünyanın Ä°nÅŸası”, I. Dünya Savaşı’nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu: Emperyalizm ve Ä°slam Dünyası, Ekonomik ve Sosyal AraÅŸtırma Merkezi (ESAM), Sempozyum Serisi:3, Ankara, 2015b, s.85.

 

3.     COÄžRAFYAMIZDA SÄ°YASÄ° VE Ä°KTÄ°SADÄ° Ä°STÄ°KRARIN SAÄžLANMASI Ä°ÇÄ°N PARADIGMA DEĞİŞİKLİĞİNÄ°N GEREĞİ 

17. Yüzyılın sonlarına doÄŸru kültür coÄŸrafyamızı doÄŸrudan ve dolaylı olarak etkilemeye baÅŸlayan ırkçı- tekelci sömürgeci güçler, yüzyıllar boyunca farklılıkları birlikte yaÅŸamaya dönüÅŸtüren ve ortak sorunlarını birlikte çözen halklar, toplum ve devletler arasında ayrıştırıcı ve çatıştırıcı strateji ve politikalar uygulayarak gerginlik ve çatışmalar çıkarttılar. Balkanları, Orta DoÄŸu ve Afrika’yı istikrarsızlaÅŸtırdılar. CoÄŸrafyamızdaki devletler, sosyal gruplar ve farklı inanç ve ırkan sahip olan kitleler arasında fitne tohumlarını ektiler. Farklılıklar körüklenerek çatışmaya dönüÅŸtürüldü. Bu çatışmacı strateji ve politikalar, ırkçı ve sömürgeci mihraklarının güçlü olmayı haklı olmanın nedeni sayan ve nimet/külfet paylaşımının kurallarını belirleme ayrıcalığına sahip olmalarını yansıtan tahakkümcü ve sömürgeci paradigmalarından kaynaklanmaktadır. 

Kapitalizmin ilk biçimi olan Merkantilist yaklaşıma göre bir ülkenin kazancı, diÄŸer ülkenin zarar etmesiyle saÄŸlanır. Bireyler, sosyal gruplar ve ülkeler arasında menfaat çatışması anlayışını benimseyen sömürgeci mihraklar, kendi ülkelerinin dışındaki coÄŸrafyalarda farklılıkları sürekli çatışmanın dinamiÄŸi haline getirdiler. Merkantilist yaklaşımlarıyla bilinen Fransız Michel de Montaigne’ye göre“..bir ÅŸahsın saÄŸladığı kâr diÄŸerinin zarardır… DiÄŸerinin zararına yol açmadan birinin kâr elde etmesi mümkün deÄŸildir”12.  Farklılıkları    kendi   ülkelerinde birleÅŸtirici ortak paydaları artırmak için kullanan ırkçı-tekelci mihraklar din, dil, inaç ve kültürel farklılıkları, bölmek, ayrıştırmak ve çatıştırmak için kullandılar13. Halen bu tür stratejileri coÄŸrafyamızda uygulamaya gayret etmektedirler. Çünkü bu anlayışa göre güçlü olmak haklı olmanın nedeni kabul edildiÄŸi gibi menfaat da haklı olmanın temel dayanağı sayılmaktadır14.

Kuvetli olmayı haklı olmanın nedeni sayan sömürgecilerin anlayışı ile dünyanın bu merkez coÄŸrafyasında barış ve dayanışma tesis edilemez. Çünkü bu coÄŸrafyada çatışma ve ayrıştırma devam ettikçe onlar daha fazla kazanacak ve coÄŸrafyamızda yaÅŸayanlar ise, kaybedeceklerdir. Birinci ve Ä°kinci Dünya savaÅŸlarında kaybeden taraf coÄŸrafyamızın insanları olmuÅŸtur. Ä°ran ve Irak SavaÅŸlarında bölge ülkeleri hem insan, hemde iktisadi açıdan büyük zararlara uÄŸratıldılar. Bölgedeki kaynaklar, demode olmuÅŸ silahların alımında çar çur edilmiÅŸtir. Körfez ülkelerinin Batı bankalarındaki birikimleri el deÄŸiÅŸtirdiÄŸi gibi bölge ülkelerinin gelirlerine adeta borçlandırma yoluyla el kondu. Afganistan ve Irak’ın iÅŸgali coÄŸrafyamızda yüzbinlerce insanın ölümüne yol açtı. Bu hile ve desiselere dayalı sömürgeci politikalar uygulanarak Suriye, Yemen ve Libya’da yüz binlerce masumun ölümüne ve bu ülkelerin kaynaklarının talan edilmesine ortam hazırladı. Yoksulluk ve sefaleti yaygınlaÅŸdırıldı15.

12 Stanley L. Brue, The Evolution of Economic Thought, Beşinci Baskı, theDryden Yayını, Londra, 1994, s. 19.

13 Arif Ersoy, a.g.e., 2015b, s.140.

14 Arif Ersoy, a. g.e., 2018, s.148-149.

15 Arif Ersoy, a.g.e., 2015b, s.177-178.