SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 06 NİSAN 2022

SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU

 

06 NİSAN 2022

 

 

 

 

 

KONULAR:

 

·       ERBAKAN HOCAMIZ HAYATTA OLSAYDI NE MİLLET NE DE CUMHUR İTTİFAKINDA OLURDU

 

·       TÜRK TARIMI, GATT (DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ), AVRUPA BİRLİĞİ VE BAZI TÜRK HÜKÜMETLERİNİN ORTAKLAŞA GAYRETİ İLE ÇÖKERTİLMİŞTİR

 

·       DİŞ HEKİMLİĞİNİN GENEL SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ERBAKAN HOCAMIZ HAYATTA OLSAYDI NE MİLLET NE DE CUMHUR İTTİFAKINDA OLURDU

 

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, “Yeniden Refah Partisi olarak Millî Görüş'ün tek temsilcisi olarak şunu açıkça söylüyorum; Erbakan Hocamız hayatta olsaydı ne 6 yaşında çocuklara Kur'an öğretmeyi çağ dışılık olarak niteleyen ve 'Ayasofya Camii müze olarak kalmalıydı. Cami olmamalıydı' diyen CHP'yle, ne de 20 senede 513 milyar dolar faiz ödeyen, vatandaşı, özel sektörü, kamuyu belediyelerle birlikte adeta boğazına kadar borca batıran Cumhur İttifakı ile asla birlikte olmazdı. Erbakan hocamız aynen bizim yaptığımız gibi tek başına da kalsa Millî Görüş çizgisinden ödün vermeden mücadelesine devam ederdi’’ dedi.

 

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, Genel Merkezimizde MKYK ve İl Sorumluları toplantısı öncesi düzenlediği basın toplantısında konuştu.

 

Aile bakanlığının rakamlarına göre 11 milyon vatandaş gıdaya muhtaç

 

Konuşmasına Mübarek Ramazan ayının İslam alemine ve ülkemize barış ve huzur getirmesi temennisinde bulunarak başlayan Genel Başkanımız, halkın en önemli gündem maddesinin ekonomi olduğunu belirterek, şunları söyledi:

 

“Millî Görüş olarak biz iddia değil ispat metodunu kullanıyoruz. Dolayısıyla ekonomi ile alakalı verilerle konuşmaya hassasiyet gösteriyoruz. Bir defa Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın resmi verilerine göre 2021 yılında Türkiye’de 11 milyon 369 bin vatandaş gıda yardımı aldı. Yine aynı bakanlığın verilerine göre 2021’de 5 milyon 700 bin hane sosyal yardım aldı. Neredeyse 30 milyon insan sosyal yardıma muhtaç oldu. Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun araştırmasına göre 2022 yılı mart ayında açlık sınırının 5 bin 738 lira olduğunu ortaya koydu. Anlata anlata bitiremedikleri 'yüzde 50 zam yaptık' dedikleri asgari ücret şu anda 4 bin 250 lira, açlık sınırı 6 bin liraya yaklaşmış durumda. Yoksulluk sınırını aynı araştırmada 17 bin 350 lira olarak ortaya konuluyor. Biz bundan daha 5-6 önce 'eğer bu hızla giderse milletvekillerimiz de milletvekillerimizin aileleri de yoksul aile sınıfına girecek' demiştik. Gerçekten de bu hızla devam ederse o noktaya doğru iş gidiyor. Araştırma verilerine göre son bir yılda açlık sınırı 2 bin 342 lira arttı. Yoksulluk sınırı da son bir yılda 5 bin 774 lira arttı. Bu rakamlar, bu araştırmalar, bu veriler, Türkiye'de halkın yarıya yakınının kâğıt üzerinde açlık sınırının altında gelire sahip olduğunu gösteriyor’’ diye konuştu.

 

Erbakan Hocamız hayatta olsaydı ne Millet ne de Cumhur ittifakında olurdu

 

Bir parti liderinin katıldığı bir programda ‘Necmettin Erbakan hayatta olsa CHP ile birlikte olurdu’ sözleri sonrası başlayan tartışmalara da değinen Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, ‘’Bir kısım ‘CHP'li olurdu’ diyor, diğer bir kısmı 'CHP'li olur mu? Asıl Erbakan Hoca Cumhur İttifakı’yla olurdu' diyor. Herkes bir tarafa çekti. Bir defa burada Yeniden Refah Partisi olarak Millî Görüş'ün temsilcisi olarak şunu söylemek isterim; Erbakan hocamız 6 yaşında çocuklara Kur'an öğretmeyi çağ dışılık olarak niteleyen, 'Ayasofya Camii müze olarak kalmalıydı. Cami olmamalıydı' diyen, 'iktidar olursam ilk haftasında İstanbul Sözleşmesini mutlaka geri getireceğim' diyen, Osmanlı Dönemi'ne 'bir zulüm dönemiydi' diye tanımlayan CHP'yle asla ama asla birlikte olmazdı. Bunu açık bir şekilde söylüyorum. Diğer taraftan Erbakan hocamız, 20 senede 513 milyar dolar faiz ödeyen, bir senede 300 milyar liranın üzerinde faiz ödemesi yapan, tarımsal desteğe verdiği paranın 20 katını, esnafa verdiği desteğin 30 katını götürüp faize veren, hane halkını; özel sektörü, kamuyu belediyelerle birlikte adeta boğazına kadar borca batıran Cumhur İttifakı ile de asla olmazdı. Erbakan hocamız, hayatta olsaydı aynen Yeniden Refah Partisi gibi tek başına da kalsa Millî Görüş çizgisinden ödün vermeden mücadelesine devam ederdi’’ ifadelerini kullandı.

 

‘6’lı masanın sistem önerisi Türkiye’yi 90’lara geri götürmektir’

 

Genel Başkanımız Erbakan 6 muhalefet partisinin sistem önerisine ilişkin ise şu eleştirileri getirdi: 

 

‘’Altılı masa bir sistem önerisi yaptı. Bu sistem önerisinde kendi içlerinde çeliştikleri noktalar var. Bizim katılmadığımız mahsurlu gördüğümüz noktalar var. Bir defa altı partinin teklifinde parlamentonun güçlendirilmesinden ziyade parlamentonun sadece yürütme organına karşı güçlendirilmesi söz konusu. Eğer siz parlamentonun güçlenmesini istiyorsanız önce parlamentonun üyelerini yani milletvekillerini güçlü hale getirmeniz lazım. Milletvekillerinin güçlü hale gelmesi nasıl olacak? Bu milletvekillerinin ön seçimle aday olmalarıyla olacak. Eğer siz milletvekillerinin aday olmasını sadece genel başkanın iki dudağı arasında bırakan bir sisteme devam ettirmek isteyip arkasından da demokrasiden, parlamentonun güçlenmesinden bahsederseniz, bu sefer çelişki içine düşmüş olursunuz. Madem bu kadar meclisin güçlü olmasını istiyoruz, meclisin güçlü olması için, bağımsız olması için ön seçimle bu adayların belirlenmesi gerekir. Bunun kanuni yasal bir zorunluluk haline getirilmesi gerekir. Bu olmadan meclis nasıl güçlü olacak, nasıl liderden bağımsız olacak, nasıl kendi iradesiyle karar verecek? Getirdikleri düzenlemeler, öneriler sadece yürütmeye karşı meclisin güçlendirilmesidir. Halbuki meclisin gerçek manada güçlü olması anlamını taşımıyor. Demokrasiye çok düşkün olduğunuzu ifade ediyorsunuz ama parti içi demokrasi ne olacak? Tek adam rejimine karşı olduğunuzu iddia ediyorsunuz; peki partilerdeki tek adam rejimi ne olacak? Bu sorunun herhangi bir cevabı yok. İkincisi altı siyasi partinin açıkladığı yeni sistem önerisi Türkiye'yi 90'ların, 2000'lerin Türkiye'sine geri götürmek manası taşımaktadır. Neyi kastediyorum? Yürütme organını yeniden çift başlı hale getirmek ve ülkemizi gereksiz ve anlamsız bürokrasiye boğmak, belirsizliğe sürüklemek manasını taşımaktadır. Yeniden bir başbakan olsun, bir cumhurbaşkanı olsun. Yeniden çift başlı bir sistem olsun. Neden böyle bir şeye gerek duyuyoruz? Neden gereksiz protokol masrafı, gereksiz bürokrasi, çatışmalar, belirsizlik ortamına Türkiye'yi tekrardan sürüklüyoruz. Mevcut başkanlık sistemini iyileştirelim, demokratikleştirelim.” Tekrardan 90’ların 2000’lerin Türkiye’sine dönmeye ne gerek var. 

 

İttifakın önerisi neredeyse her sene seçim yapılması demek

 

Altılı masanın Cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerini ve görev sürelerini ayrı ayrı belirlemek suretiyle vatandaşımızı 2 senede bir, hatta belki de her sene sandık başına gitmesi anlamına geldiğini hatırlatan Genel Başkanımız Erbakan sözlerine şöyle devam etti: 

 

“Cumhurbaşkanlığı seçimi, Parlamento seçimleri, Belediye seçimleri ayrı ayrı seçim yapılacak. Böyle bir önerinin uygun ve pratik olmadığını belirtmek istiyoruz.  Özellikle vurgulanması gereken bir diğer konu 6 partinin sistem önerisinde Bir defa Cumhurbaşkanı seçilen bir kimsenin bir daha siyaseten yasaklı hale getirilmesi de demokratik teamüllerle bağdaşmayan, mantıksız bir uygulamadır. Vatanına milletine hizmet etmeyi kendisine görev addeden, siyasi ve bürokratik tecrübesinin doruk noktasında olan bir kimsenin siyasetten uzaklaştırılması doğru değildir.

 

Böyle bir yaklaşım egemenliğimize gölge düşürmektir

 

‘6 partinin teklifinde hakimlerin terfilerinde verdikleri kararların AİHM içtihatlarına uygun olmasının esas alınacağı belirtilmektedir.’ diyen Erbakan, böyle bir yaklaşımın egemenliğimize gölge düşüreceği uyarısında bulunarak, “Kaldı ki AİHM ne kadar adil kararlar vermektedir? Biz adaleti çifte standartçı Avrupa’dan mı öğreneceğiz? Tamamen Avrupa’ya entegre olmak isteyen bir zihniyetin ürünüdür. Ne mevcut Başkanlık Sistemi ne de önerilen güçlendirilmiş parlamenter sistemini uygun bulmuyoruz. Biz Yeniden Refah Partisi olarak, partimizin sistem önerisi olan ‘İyileştirilmiş Başkanlık Sistemi’ adı altında bu sistem önerimizi yakın zamanda kamuoyu ile paylaşacağız” diye konuştu.

 

 

Dr. Fatih Erbakan

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRK TARIMI, GATT (DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ), AVRUPA BİRLİĞİ VE BAZI TÜRK HÜKÜMETLERİNİN ORTAKLAŞA GAYRETİ İLE ÇÖKERTİLMİŞTİR.

 

Ülkemiz de tarım sektöründe önemli kayıpların olduğu bilinmektedir. Ancak bu kayıpların gerçek sebeplerini ve bu kararları veren Hükümetlerin gerekçeleri tam ortaya konulamaz ise gelecekte çözümleri bulmak da zor olacaktır.

 

Her Hükümet kendi ülkesindeki ürünlerin üretimini ve ihracatını arttırmak için üç temel önlem alır. Bunlar; Üretime ve ihracata Devlet desteği verilmesinin yanı sıra, bu ürünler ile ilgili gümrük duvarlarının yükseltilerek ithalatın engellenmesi veya en aza indirilmesi usulleridir.

 

İkinci Dünya savaşı sonrası, Dünya’nın ekonomik en önemli gücü olan ABD, her sektördeki üretim fazlalarını diğer ülkelere satmak ve diğer ülkeler tarafından oluşturulan engelleri ortadan kaldırmak için çeşitli teknikler uygulamışlardır.

 

GATT VE DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜNÜN ETKİLERİ

 

Ticareti düzenleyen anlaşmaların en önemlilerinden biri de, GATT( General Agreement on Tariffs and Trade- Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) başlığı adı altında yürütülen çalışmalardır.

 

Bu çalışmalardan Tarım ile ilgili olanlar üzerinde birçok toplantı yapılmış ve nihayet 1994 yılında Uruguay’da düzenlenen toplantıdan sonra 8. Tur görüşmelerden sonra Anlaşma, Nisan 1994’te Fas- Marakeş’de imzalanmış ve 1 Ocak 1995’ten itibaren yürürlüğe girmiştir. Uruguay 8.Turu Tarım Anlaşması İle Tarımda Vahşi Kapitalist Dönüşümün Hukuki Altyapısı Oluşturuldu. Bu süreç, büyük şirketlerin uluslararası düzlemde hegemonyasını pekiştiren üçüncü gıda rejimini ortaya çıkarmıştır. Ülkemiz bu anlaşmayı imzalayan ülkeler arasındadır.

 

Bu anlaşmadan sonra TÜİK tarafından yayımlanan standart uluslararası ticaret sınıflamasına (SITC, REV.4) göre, dış ticaret (genel ticaret sistemi) verileri kullanılmış ve DTÖ sektörel sınıflaması esas alınmıştır. BU sınıflamada tarım ürünleri dış ticareti; “GIDA MADDELERİ” VE “TARIMSAL HAMMADDELER” olarak iki grupta ele alınmaktadır.

 

Bu kararlar çerçevesinde tarım ürünlerimizin dış ticareti, DTÖ iş bölümüne uygun bir dönüşüm geçirmiştir. TÜRKİYE, dış ticarette, tarımsal hammadde ithalatçısı, gıda maddelerinde ise ihracatçı konumdadır. TÜRKİYE, ÖZETLE; İTHALATTA, HAMMADDEYE,  İHRACATTA DA GIDA MADDELERİNE BAĞIMLI HALE GELMİŞTİR. İthalat bağımlılığı, yalnızca tarımsal hammadde ile sınırlı olmayıp, tohum, kimyasal gübre ve zirai ilaçlarda bağımlılık söz konusudur.

 

Bu süreçlerin sonucunda, Dünya’da tarım ürünlerinin ithalat ve ihracatına dört çokuluslu şirket hâkim olmuştur. Bunlar;  ARCHER DANİELS MİDLAND( USA); BUNGE( HOL-USA) ; CARGİLL (USA); DREYFUS L. COMPANY( FR-HOL) şirketleridir.  Bu şirketler, halen, Dünya’da tarım ürünleri ticaretinin yüzde 70’ini kontrol etmektedirler. Bu şirketler maalesef ülkemizde tanınan birçok kaliteli marka ürünü de bünyelerine katmışlardır.

Uluslararası Para Fonu( IMF) ve Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütünün bir parçası, mütemmim cüzü olarak çalışmaktadır.

 

 

 

24 OCAK KARARLARI, 1980 DARBESİ VE TARIMA ETKİLERİ

Ancak Ülkemizdeki Tarım sektörünün çökertilmesi, maalesef, bu GATT-DTÖ anlaşmasından çok önce, 1980 Darbesi öncesi ve sonrası Hükümetlerince tavizler verilerek başlamıştır.

Sayın Turgut Özal’ın, DPT Müsteşar vekili ve Başbakanlık Müsteşarı olarak görev aldığı 43. TC Hükümeti döneminde( S.Demirel Başbakan) alınan 24 Ocak kararları, bu çöküşün en önemli başlangıçlarından biridir. Bu kararlardan önce desteklenen 24 tarım ürünü sayısı, Darbe sonrası kurulan ve Sayın Turgut Özal’ın Başbakan Yardımcısı ve Müteakip yıllardaki Hükümetlerde Başbakan olduğu dönemlerde, on ürüne düşürülmüştür.  İLK ÖZELLEŞTİRMELER, 2983 sayılı kanunla TARIMSAL KİT’LERDE (SEK, YEMSAN, EBK VB.) BAŞLATILMIŞTIR. Bu satışlardan sonra, Özel şirketlerin fiyatlar üzerindeki belirleme etkisi artmış ve fiyatlar anormal yükselmiştir. 1983 yılında tohum fiyatları serbest bırakılmış ve 1984 yılında yabancı tohum ithalatına izin verilmiştir. Bu kararla, bu coğrafyaya uyumlu tohumların yok edileceğinin ilk sinyalleri verilmiştir.

 

TANSU ÇİLLER HÜKÜMETİ KARARLARININ TARIMA ETKİSİ

Uruguay toplantılarından hemen sonra Tansu Çiller Hükümetinin aldığı 5 Nisan 1994 kararları ile Ziraat Bankasının çiftçiye verdiği düşük faizli kredi sistemine son verilmiştir. Toprak Mahsulleri Ofisi, alıcı bulunduğu birçok piyasadan çekilmiştir.

 

TÜRKİYE-AB ortaklık konseyi'nin 6 mart 1995 tarihli toplantısında kabul edilen 1/95 sayılı ortaklık konseyi kararı ile TÜRKİYE, AB ülkelerine gümrük duvarlarını indirme ve üretimini kısacağına dair kararlar almış, taahhütlerde bulunmuştur. İlk on yıl için verdiği sözler listesi EK 1’de görülmektedir ( EK 1). Bu konsey kararı, AB üyelerinin ortak, Türkiye’nin mal satılacak “Pazar” olduğunun ilanı olmuştur. Çiller hükümeti döneminde Türkiye, balıkçılık ürünleri hariç, tarım ürünlerinin tamamını DTÖ’ye konsolide etmiştir. AB’nin ortak gümrük tarifesi(OGT) hadlerini en düşük tarife haddi olarak uygulama hakkını saklı tuttuğunu bildirmiştir. Ayrıca, Türkiye, “Tarım ürünleri ithalatında tarifikasyona gitmemiş, bunun sonucu olarak asgari ve cari giriş kotaları için taahhütte bulunmamıştır. Dolayısıyla, özel koruma imkânlarından yararlanamamıştır.

 

AKP HÜKÜMET KARARLARININ TARIMA ETKİLERİ

Tarım ile ilgili sıkıntılar AK Parti hükümetleri döneminde de devam etmiştir. 2004 yılında 5042 sayılı kanun ile Yabancıları Sertifika verdiği tohumların hakkını korumak için “Islahatçı Hakların Korunması Kanunu” ve Türk tohumlarının satışı ve takasının engellenmesi için 5553 sayılı “ Tohumculuk Kanunu” çıkarılmıştır. 2005 yılında, Köylerimiz ve Tarım için çok önemli olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, YSE, Toprak Su  ve Toprak-İskân Genel Müdürlükleri kapatılmıştır.

 

Tarım teşvikleri sembolik seviyelere düşürülmüştür. 2007’de çıkarılan yasa ile GSMH’nın %1’ini geçemez denilmiştir. Arazileri olan vatandaşlara, üretim yapmadan, paralar ödenerek üretimden uzaklaştırılmıştır. Köylerdeki nüfus, birçok farklı sebeple göçe zorlanmış, göçü teşvik edici kararlar alınmış ( sekiz yıllık eğitim, taşımalı eğitim vb.) ve tarımdaki potansiyel insan gücü azaltılmıştır. 2012 yılında dönemin Tarım Bakanı Mehdi Eker’e Fransa tarafından, iki ülke tarımına hizmetlerinden dolayı “Şövalye” unvanının verilmesinin gerekçesi de çok anlaşılamamıştır! Nihayet, 2016 yılında, Tarım Bakanı Faruk Çelik döneminde verilen kararla, 2018 yılından itibaren sertifikalı tohum kullanmayan çiftçilere Ziraat ve Halk Bankaları tarafından herhangi bir tarım hammadde veya araç gereç kredisi verilmeyeceği ilan edilmiştir.

 

SONUÇLAR

Sonuçta, 33,8 milyon dönüm arazi tarım arazisi olmaktan çıkarılmıştır( EK 2). Sadece son 6 yılda buğday üretimindeki düşüş 5 milyon tondur( EK 3). Pamuk ekim arazileri 757.000 hektardan 360.000 hektara düşürülmüştür. Taban fiyatı verile 16 üründe, dolar bazında, 2002 yılının fiyatlarına dönülmüştür (EK 4) ve gübreyi, mazotu, tarım ilacını 2022 fiyatları ile almaya mecbur olan çiftçi tarımdan uzaklaştırılmıştır.

Ayçiçek yağı firmalarını satın alan yabancı karteller, Edirne Borsasında, Ayçiçek üreticilerine üretim maliyetinin çok altında fiyatlar vererek Ayçiçek ekiminden vazgeçmelerini sağlamakta ve bu arazileri, Türkiye’deki bağlantılı firmaları aracılığıyla, kendileri kiralamakta veya satın almaktadırlar( EK 5).

 

Türkiye Ayçiçek üretimi vatandaşlarımız için yeterli seviyededir. Ancak yine karteller, bu üretimin 1,1 milyon tonunu düşük fiyatla ihraç etmekte, ihraç teşviklerinden faydalanmaktadır. Ülkemizde Yağ sıkıntısı oluştuğunda da, aynı firmanın başka ülkedeki bir alt firması, yüksek fiyatla Türkiye’ye Ayçiçek yağı ihraç etmektedir. Bugün Türkiye en çok Ayçiçek yağı ithal eden konuma düşürülmüştür( EK 6). Aynı teknik buğday için de kullanılmaktadır. Türkiye, Buğday ithal ederken, International Grain Council’da tanımlanan, ton başına Dünya ortalama fiyatlarının, ortalama 54,6 dolar üzerinde fiyat vererek ithal etmektedir( EK 7).

 

AK Parti hükümeti gübre fiyatlarını bir yıl gibi kısa bir sürede %350 arttırmış( EK 8), Petrol-mazot fiyatları ile baş edilemez hale gelmiştir. Tohum ve diğer hammadde alımları da dolara bağlı olarak yükseldiğinden Türkiye için tehlike çanları büyük bir sesle çalmaya başlamıştır.

AK Parti hükümetinin Tarım ile ilgili olarak vurduğu son darbe ise tarım arazilerinin özel ve tüzel kişilere yüzbinlerce dönüm olarak verilebileceğine ait aldığı karardır. Şehircilik, Çevre ve İklim Bakanlığının 16.09.2020 yılında Milli Emlak Genel Müdürlüğü aracılığı ile yayınladığı 31246 sayılı tebliğ çok vahim sonuçlar doğuracak bir tebliğdir. Bu tebliğin, Genel Esaslar 4.Madde 8.Fıkra Ve 10. Maddesi, hazine arazilerinin, tarım yapmak isteyen özel ve tüzel kişilere, herhangi bir alan sınırı olmaksızın verilebileceğini hükme bağlamaktadır. Bu arazilerin yabancı firmalar tarafından Türkiye’deki temsilcileri aracılığı ile alınmasına ramak kalmıştır.

 

Bütün bu olumsuz gelişmeler sonucunda gıda maddeleri ihracatımız, 2021 yılı sonunda, maalesef, 25,9 milyar dolar ile sınırlı kalmış, buna karşılık ithalatımız 24,3 milyar dolara yükselmiştir( EK 9). İhracatımızın bile dışarıdan alınan gıda maddelerine muhtaç olduğu düşünüldüğünde, gelecek senelerde ithalatımızın çok daha fazla artması kaçınılmaz bir sonuç olarak gözükmektedir.

 

 

 

Prof. Dr. Doğan Aydal

Genel Başkan Yardımcısı | AR-GE Başkanı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DİŞ HEKİMLİĞİNİN GENEL SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

 

1.) Performans Sistemi Mutlaka revize edilmelidir. Devlet Hastanesinde çalışan diş hekimi ile Adsm de çalışan diş hekimi aynı puanları yapsa bile ek ödeme olarak aralarında çok büyük farklar olmakta ve genelde Devlet Hastanesinde çalışan Diş Hekimleri performans ek ödemesi alamamaktadır. Tüm Bunlarla birlikte Maaştaki Performans oranı %25 i geçmemelidir. Makul emekliliğe yansıyan bir temel maaş olmalıdır. ADSM/ADSH Hastane ek ödeme komisyonunun karar verdiği döner sermaye dağıtım oranında başka bir makamca düzenleme yapılmamalıdır. “ Hekimlerin birkaç kalemden ödeme alması ve bunun sadece bir parçası üzerinden emekli edilmesi “ şeklindeki uygulamaya son verilmelidir. Tek Kalem Sabit bir maaş tespit edilmeli ve garanti altına alınmalıdır. Aynı görevi yapmış, hatta aynı zamanda bile hizmete başlamış diş hekimlerinin karşısına çıkan emekli maaşları arasındaki farkların ortadan kaldırılması da elzemdir. Aynı mesleği, aynı şekilde yapan hekim arkadaşlarımız arasındaki her türlü fark ve ayrıcalıklar olumlu yönde düzenlenmelidir. Mesleğinin icrası, ödemeler, özlük hakları… vs yönünden merkeze bağlanması önemlidir. Tavan hak ediş ve gelir katsayılarının, meslekte yıllarını geçirdikçe ve kıdem-kademe arttıkça ters orantılı olarak düzenlenmesi, yaş ilerledikçe gerek fiziki, gerek ruhen yorgun olan meslek büyüklerimizden daha efektif yararlanabilmek adına son derece önemlidir ve söz konusu düzenleme zaman kaybetmeden yapılmalıdır.

 2.) Kamuda Uzman Diş Hekimi eksikliği Diş Hekimliğinin Her Uzmanlık Dalında Kendini Göstermektedir. Hastaların Ortodonti, Ağız Diş ve Çene Cerrahisi Başta olmak üzere Uzman Diş hekimine erişmesi mümkün olamamaktadır. Kamuda Uzman Diş Hekimi Sayısı arttırılmalı ve Kamuda Kalmaları için Gerekli Özlük hakları ivedi şekilde verilmelidir. Örneğin Kamuda Fakülte Hastanelerinde Ortodontik Tedavi Görmesi için sıraya alınan hastaya 5 YILDAN daha uzun sürelere Randevu verilmektedir. Örneğin Bir ortodontist Kamuda kazanacağının 10 katını özelde rahatlıkla kazandığından zorunlu hizmeti bittiğinde istifa etmektedir. Uzman Diş Hekimleri yapmış oldukları birçok işlemin SUT’TAKİ puan karşılığı çok düşük olduğundan performans yapamamakta ve Ek Ödeme alamamaktadırlar.

3.) Kamu Diş Hekimliğinde Birim Performans Uygulaması Kaldırılmalıdır. Diş Hekimini Belli Oranlarda girişimsel işlem yapmaya zorlayan yapamadığında ise Puan kesintisine sebep olan bu uygulama etik ve adaletli değildir. Örneğin 50000 puan yapan bir Diş Hekiminin puanı birim performans katsayısı ile çarpılarak 45000 e düşürülmektedir ve Hak Kaybına neden olmaktadır; Pratikte istenen oranların tutturulması Hekime Bağlı değildir. Hukuka ve bilime aykırı bu düzenleme bir an evvel iptal edilmelidir.

4.) AİLE DİŞ HEKİMLİĞİ KURULMALI; Diş çürüğü önlenebilir bir sorundur. Yalnızca tedaviye odaklanarak sorunu çözmek mümkün değil, koruyucu hekimlik uygulamalarına şimdi odaklansak 15 yıl sonra ancak rahatlayacağız. Önleyici tedaviler kamunun maliyetlerini azaltacaktır. Gelişmiş ülkelerdeki modeller incelenerek gereken adımlar en kısa süre içinde atılmalıdır. Aile Diş Hekimliği sisteminin nasıl dizayn edileceği ile ilgili bir çalıştay düzenlenmelidir. Bu sistem oturduğunda Hasta hekimini bilecek Hekimde Hastanın Periyodik kontrollerini ve gerekli girişimsel işlemleri yapabilecektir.

5.) Yetersiz muayene süreleri: Diş Hekimliği işlemlerinin neredeyse tamamına yakını operatif işlemlerdir, hastanın muayene edilip röntgeninin çekilmesi ve işlem için anestezi yapılıp yeterli uyuşukluğun sağlanması için kamuda min 30 dk gerekmektedir. Örneğin kanal tedavisi yapılacaksa 45 dk daha ek zaman gerekmekte mhrs de  20 dk da bir hasta olduğundan işlemler olması gerektiği gibi yapılamamaktadır. Diş Hekimliğinde hastaya girişimsel işlem yapılabilmesi Mhrs aralığı 1 saat olmalıdır. Kamuda Diş hekiminin işini iyi yapabilmesi ve hastasını memnun edebilmesi için günde azami 10 hastadan fazla girişimsel işlem için randevusu olmamalıdır

6.) Çalışma Ortamları Düzenlenmeli ve Personel Yetersizliği: Diş hekimleri aslında Covid’ten önce de hep enfeksiyon riski ile karşı karşıyaydı. Hepatit B, Hepatit C, HİV bunlardan korunmaya çalışırken üstüne bir de Covid eklendi. Aerosol oluşturan işlemler yapıldığından odalar tek kişilik olmalı ve her hekimim yardımcı personeli ve sekreteri olmalıdır. Hekim üç kişinin yapması gereken işi tek başına yaptığında yorulmakta ve hata yapma riski artmaktadır. Mesleğimizin icrasının bir gereği olan “dört-el kuralı” ile çalışabilmek adına gerekli düzenlemeler yapılmalı; yine mesleğimize ve mesleğine hakim “ağız diş sağlığı teknikerleri” muhakkak istihdam edilmelidir.

7.) Diş hekimliği dünyada en çok yıpranan meslek gruplarındandır. İleri dönemde Omurgasında sorunu olmayan, duyma kaybı yaşamayan diş hekimi yok gibidir. Birçok mesleki hastalıkla baş etmek zorunda olunmasına rağmen yıpranma payı geçmişe dönük yansıtılmamıştır. Bakanlıkta Daire Başkanlığı Düzeyinde temsil edilen diş hekimliği etkisiz kalmaktadır. Daha etkin bir temsil sağlanmalıdır(genel müdürlük gibi). Bu bağlamda “Yıpranma Yasası” geçmişi kapsayacak ve içinde bulunduğumuz pandemi dönemini ekstra olarak değerlendirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

8.) Dünya genelinde diş hekimliğinde acil nöbeti uygulaması yoktur. Oysaki ülkemizde kamuda çalışan diş hekimleri acil nöbetine kalmaktadır. Diş hekimliğinde nöbet ya tamamen kaldırılmalı ya da revize edilmelidir. Acil nöbetine gelip girişimsel işlem yapılmasını isteyen Hasta ve Hekimi karşı karşıya getirmektedir. İstanbul’da bir Ağız Ve Diş Sağlığı Hastanesinde Bir Nöbette ortalama 70-120 arası hasta gelmektedir. Diş Hekimi Nöbette Tek başına yanında yardımcısı olmaksızın ilaç yazma ve anestezi yapma dışında herhangi bir işlem pratikte yapamamaktadır.

9.) Diş Hekimliği Son sınıf öğrencileri yoğun bir şekilde aktif olarak hasta bakmakta ve gereken tedavileri yapmaktadırlar. Son sınıf öğrencileri Sigortalı olmalı ve Asgari Ücret düzeyinde Maaş almalıdır.

10.) Diş Hekimliği öğrencilerine eğitim sürecinde ve Kamu adına hasta baktıkları 4. ve 5. Sınıflarda birçok sarf malzemesini ceplerinden aldırılmaktadır. Hatta DUS kazanarak kadrolu olarak göreve başlamış asistan arkadaşlarımıza bazı Hocalar biz bölüm olarak kaliteli malzeme kullanacağız diyerek Mobing ile ceplerinden Malzemeler aldırılmaktadır. Bu durumların Önüne gerekli düzenlemeler yapılıp Katı bir şekilde geçilmelidir.

11.) Ağız ve Diş Sağlığı Hastanelerinde kullanılan malzemelerin Kaliteli olması tedavinin başarısı için hayati önemdedir. Hastanelerde özellikle hastanın direkt tedavisinde kullanılan( kompozit dolgu) maddelerin ihalesi sadece fiyat baz alınarak yapılmamalı daha kaliteli malzemeler temin edilmelidir. Hastalara yapılmakta olan veneer kron ve protezler laboratuvarların işlerini iyi yapmamasından dolayı zamanında gelmemekte ve genelde kötü gelmektedir. Bu işlerin tekrardan yapılması hem zaman ve emek kaybı hem de israfa neden olmaktadır. Bunun sonucunda Yapılan Protez işleminde hastane ve protez laboratuvarı arasında Hasta ile muhatap konumunda olan Hekim kendisinden kaynaklı olmayan aksaklıklardan dolayı hasta ile karşı karşıya gelmektedir. Hekim tutanak tutsa bile laboratuvara verilen para cezaları yetersiz ve etkisiz kalmaktadır. Bu süreç Hem Hekim Hem de Hastayı Mağdur ettiğinden Diş Hastaneleri en ucuz fiyatı veren Laboratuvarla değil işini iyi yapan Laboratuvarlarla çalışmalıdır

12.) Diş Hekimliğinde yapılan neredeyse her işlem Operatif olduğundan neredeyse her işlemde hastalardan onam formu alınması gerekmektedir. Hasta yoğunluğundan bazen onam formu alınması unutulmakta sonrasında Hekim sıkıntıya düşmektedir. Bunların yerine Hasta Mhrsden randevu alırken dijital ve yasal geçerliliği olan bir onam formu modeli olmalıdır. Hekim ve Hastaneler bu yükten kurtulmuş ve kağıt israfının önüne geçilmiş olunur.

13.) Performans sistemi uygulanırken Tavan ve Taban Puanlar belirlenmeli Hasta veya Raporlu olmayan Hekim Taban puanın altına düşerse veya tavan puanı geçerse soruşturma açılmalı ve yaptırımı olmalıdır. Örneğin Diş Hekimliğinde ayda 20 gün mesai yapan bir hekim 15000 Puanın altında kalmamalı ve 50000 puanı geçmemelidir. Böylece hekimler 30000-40000 aralığında Tavandan döner almış olacaktır. Hekimler hastane gelir giderinden bağımsız olarak bireysel olarak döner almalılar ve izinli ve raporlu olduklarında ortalamadan döner almaya devam etmelilerdir.

14.) Hekime fiziksel şiddette bulunanlar direkt Hapis cezası almalı; sözlü şiddette bulunanlar para cezası almalı tekrarında ise Hapis cezası almalıdırlar. Hekime ve sağlık çalışanına karşı her türlü şiddet, hiçbir şekilde cezasız kalmamalı, cezanın uygulanması geriye bırakılmamalı, erteleme olmamalıdır. Beyaz kod durumlarında ve sonrasında, olabilecek tüm olumsuzlukların önüne geçmek adına, hekim ve söz konusu hasta ve/veya yakını karşı karşıya getirilmemelidir.

15.) Çalıştığımız kurumlarda, tıp hekimi arkadaşlarımıza sunulan seçenek gibi isteyen diş hekimi arkadaşlarımıza da 4924 no.lu kanuna bağlı olarak sözleşmeli statüde çalışılabilme hakkı verilmelidir.

 

Yeniden Refah Partisi

Sağlık Politikaları Kurulu

Yayın Tarihi: 6 Nisan 2022 | Yayın Saati: 15:23:40