SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 03 EYLÜL 2021

 SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU

 

01.09.2021

 

 

KONULAR:

 

 

·       Türkiye Afganistan’da Hemen Yeni Adımlar Atmalıdır

 

·       Şehir Hastaneleri Uluslararası Sermayeye Dolaylı Ülke Kaynaklarını Aktarma Projesidir

 

·           Farklı  Yönleriyle  Nişasta Bazlı Şekerler

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE HEMEN YENİ ADIMLAR ATMALIDIR

 

Allah (c.c.)'a sonsuz şükürler olsun, ABD’nin Kâbil havaalanında askerimizin kalmasını çok istemesine rağmen, Afganistan’daki askerimiz Allah’ın lütfuyla kazasız belasız ülkemize geri dönüyor. Böylece ABD’nin Türkiye’ye kurduğu tuzak da boşa çıkmış oldu.

 

Şimdi de Türkiye’nin hiç beklemeden, acilen, uygulamakta olduğu üç yanlış adımdan da geri dönmesi, ülkemize ve bölge barışına büyük katkı sağlayacaktır.

 

1) Türkiye ile AB arasında imzalanan göçmenlerin iadesi ile ilgili anlaşma iptal edilmelidir. Doğrusu bu anlaşmanın ülkemize sağladığı hiçbir yarar olmadığı gibi, ülkemizi küçük düşürücü maddeler de içermektedir.

 

Türkiye bu anlaşmadan derhal çekilmeli, göçmenlerin Avrupa’ya gidişleri engellenmemeli, gidenler de geri alınmamalıdır.

 

2) Lübnan - İsrail sınırında, İsrail’i Hizbullah’a karşı korumak amacı ile görevlendirilen Barış Gücü'ndeki askerimiz de derhal geri çekilmelidir.

 

3) Somali açıklarında görev yapan iki savaş gemimiz de derhal geri çekilmelidir.

 

Milletimizin dikkatine saygı ile sunarız.

 

 

Prof. Dr. Sacit Günbey 

Genel Başkan Yardımcısı | Sosyal İşler Başkanı

54. Hükûmet Devlet Bakanı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şehir Hastaneleri Uluslararası Sermayeye Dolaylı Ülke Kaynaklarını Aktarma Projesidir

   

Yatırım ve finansman giderleri kamu tarafından karşılanan şehir hastaneleri projesi, milletimize “sağlıkta dönüşüm/devrim” adı altında ülke kaynaklarının uluslararası sermayeye dolaylı olarak aktarılması yöntemlerinden biridir.

Otoyolların, köprülerin, enerji santrallerinin, barajların ve özellikle de şehir hastanelerinin yapım sözleşmelerin de KÖİ (Kamu Özel Ortaklığı) bir yöntem olarak seçilmiş olması tesadüf değildir. Ulaşım, enerji ve sağlık gibi bir ülkenin en önemli damarlarını kontrol ederseniz -eğitim ve güvenlik geleneksel olarak zaten kontrol altındadır – gelişmekte olan ülkeler diye tabir ettiğiniz dünyanın tamamı, nesiller boyunca size çalışacaktır. Üstelik de savaşmaya gerek kalmadan, günümüz uygarlığına sözde yakışan modern aparatların kullanıldığı, rızaya dayalı yol ve yöntemlerle başarılmış olacaktır.

1990’lı yılların başında İngiltere, ABD, Kanada gibi ülkelerde başlayan ancak 2010’lu yıllarda olumsuzlukları nedeniyle şehir hastaneleri projelerinden vazgeçilmiştir.

İktidar da her şeyin en büyüğü, en genişi, en yükseği diyen bir yönetimimiz bulunmaktadır. İş büyük ve görkemli, soygun ise sessiz bir şekilde yapılmaktadır.  1990’lı yıllardan devir alınan ancak çok az kullanılan KÖİ sözleşmeleri ile İktidar yeni bir dönem başlattı. KÖİ sözleşmelerinin kamuyu koruyan bölümleri değiştirildi, yeni düzenlemeler yapıldı. 2010 yılında çıkarılan 4749 Sayılı Kanun’la, kamu özel işbirliği modeliyle yapılacak işlerde hazinenin borç üstlenme taahhüdü (Garantör) vermesine olanak sağlayan düzenlemeler yapıldı.

Yalnızca yetki niteliği taşıyan bu düzenlemenin ardından, 2013 yılında aynı kanuna atıfla, ek niteliği taşıyan 6456 sayılı kanunla da verilecek garantinin çerçevesi belirlenmiştir. Bu işlemlerin tamamlanması ile birlikte 2013 ve 2014 yıllarında rekor sayıda sözleşme imzalandı. Otoyollar, İstanbul 3.Hava limanı, Enerji Santralleri ve Şehir Hastanelerinden oluşan ilk furya ile birlikte Türkiye sahipsiz bir yolculuğa çıkmıştır. Bu tarihte Dünya Bankası’nın 139 gelişmekte olan ülkeyi kapsayan “2014 Küresel Kamu Özel Sektör Yatırımları” başlıklı raporunda Türkiye 12,5 milyar ABD Dolar’ı ile Brezilya’nın ardından kamu özel işbirliği sözleşmelerinde en çok altyapı yatırımları gerçekleştiren ülke olarak ikinci sırada yer aldı.  Fazla değil bir yıl sonra, Brezilya borçluluk nedeniyle kriz yaşayarak çok daha gerilere düşerken, Türkiye 2015 yılında, 44,7 milyar dolarlık maliyete sahip yedi projeyle, kamu özel işbirliği finansmanı ile yapılan 111,6 milyar dolarlık dünya yatırım tutarının yüzde 40’ına erişerek liderliğe erişti. İlginç olanı Amerika, İngiltere ve kıt’a Avrupa’sında söz konusu model yarattığı borçluluk krizi nedeniyle terk edilirken, gelişmekte olan ülkeler bu konudaki sıralamalarda ilk sıralara yerleşmişlerdir. 

Gündelik hayatın bir parçası haline getirilen KÖİ sözleşmeleriyle, otoyollardan köprülere, barajlardan demiryollarına, sıradan enerji tesislerinden nükleer santrallere, havalimanlarından hastanelere kadar varlığımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan bütün alanlar uluslararası sermayeye teslim edilmiştir.

Şehir hastaneleri projelerinde ilk göze çarpan ortalama olarak yatak başına 287 m² kapalı alan düşmesidir. Açık söylemek gerekirse, bir hastanenin gerek yapım gerekse de hizmet sunumu maliyetlerini yükseltmek için bulunabilecek en etkin yollardan birisi tercih edilmiş gibi görünüyor. Çünkü gelişmiş ülkelerde yeni yapılan hastanelere bakıldığında yatak başına düşen kapalı alanın genel olarak 150-200 m²dolaylarında olduğu biliniyor.

Örneğin Danimarka’da yeni yapılan New Køge Üniversite hastanesinde yatak başına 197 m² kapalı alan düşüyor (Yatak sayısı 900, kapalı alan 177.000 m²). Binaları büyük ölçülerde yapmakla ünlü ABD’de, büyük hastane binalarının enerji kullanımıyla ilgili bir raporda büyük hastanelerde hasta yatağı başına düşen kapalı alanın ortalama olarak 198 m² olduğu açıklanmaktadır

Türkiye’de şehir hastanelerinde yatak başına düşen kapalı alan, yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi son yıllarda modern hastaneler için tercih edilen kapalı alan miktarından yaklaşık yüzde 40 daha fazladır. Yatak başına düşen kapalı alanın çok fazla olması, başta enerji tüketimi olmak üzere, temizlik ve bakım/onarım giderleri gibi harcamaların artmasına da yol açmaktadır.

Sağlık Bakanlığının açıkladığı şehir hastaneleriyle ilgili sayılara göre bir diğer önemli veri, bir şehir hastanesine ortalama 1.512 yatak düşmesidir. Bilindiği gibi, hastanelerdeki yatak sayısı, verimlilik açısından çok önemli bir göstergedir. Genel olarak yatak sayısı az olan (100 yataktan düşük) ve çok fazla olan

 (600 yataktan yüksek) hastanelerin verimlilik açısından sorun yaşadıkları bilinmektedir. ABD’de yapılan bir çalışma orta büyüklükteki (126-250 yatak) hastanelerin diğer büyüklükteki hastanelere göre daha verimli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Danimarka’da kamu hastanelerinde yapılan bir çalışma, bir kamu hastanesi için en uygun yatak sayısının 275 olduğunu göstermiştir. Şehir hastaneleri için tercih edilen yüksek yatak sayısı, geçmişteki deneyimlere ve bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre bir verimsizlik kaynağı olarak Türkiye’nin karşısında durmaktadır.

Bakanlığın açıklamasına göre şehir hastanelerinin 1 metrekaresinin 848 ABD Dolarına, 1 yatağının ise 243.362 ABD Dolarına mal olacağı öngörülüyor. Bu tutarları Türk Lirasına (1 ABD Doları=8,5 TL) çevirecek olursak; şehir hastanelerinin 1 metrekaresinin 7.208 TL’ye, 1 yatağının ise 2.068.577 TL’ye mal olacağının öngörüldüğü anlaşılıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak 2020 Yılı Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında 10 Mart 2020’de Resmi Gazete’de www.resmigazete.gov.tr’de yayınlanan Hesaplama Cetvelinde 5.Sınıf B Grubu Hastane Yapılarının, Maliyeti 2900 TL/m² olarak belirlenmiştir. Devletin metrekare maliyeti 2900 TL olması gerektiğini söylemesine rağmen 7208 TL ye yani yaklaşık 2,5 katına yaptırılması rantın ne kadar büyük olduğunun göstergesidir. Söylemeye hiç gerek yok, Dolar kuru yükseldikçe şehir hastanelerinin maliyetleri de buna bağlı olarak artacaktır.

Ülkemizde ihale edilmiş şehir hastanelerinin listesi aşağıda verilmiştir.

NO 

             PROJE ADI                    

     Yatak Kapasitesi  

 Hedeflenen Bitim Tarihi

 1

 Adana Şehir Hastanesi

1.550

        HİZMETE GİRDİ                               

 2

 Mersin Şehir Hastanesi

1.294

        HİZMETE GİRDİ

 3

 Isparta Şehir Hastanesi

755

        HİZMETE GİRDİ

 4

 Yozgat Şehir Hastanesi

475

        HİZMETE GİRDİ

 5

 Kayseri Şehir Hastanesi

1.607

        HİZMETE GİRDİ

 6

 Manisa Şehir Hastanesi

558

        HİZMETE GİRDİ

 7

 Elazığ Şehir Hastanesi

1.038

        HİZMETE GİRDİ

 8

 Ankara Bİlkent Şehir Hastanesi

3.711

        HİZMETE GİRDİ

 9

 Eskişehir Şehir Hastanesi

1.081

        HİZMETE GİRDİ

10

 Bursa Şehir Hastanesi

1.355

        HİZMETE GİRDİ

11

 İstanbul Başakşehir Şehir Hastanesi 

2.682

        HİZMETE GİRDİ

12

 Konya Karatay Şehir Hastanesi

1.250

        HİZMETE GİRDİ

13

 Tekirdağ Şehir Hastanesi

486

        HİZMETE GİRDİ

14

 Kocaeli Şehir Hastanesi

1.210

          2021

15

 Kütahya Şehir Hastanesi

610

          2021

16

 Ankara Etlik Şehir Hastanesi

3.624

          2021

17

 Gaziantep Şehir Hastanesi

1.875

          2021

18

 İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi

2.060

          2021

 

Toplam Yatak Kapasitesi

27.221

 

 

A) İHALE AŞAMASI

Bu projelerin ihaleleri aşamasında Siyasi iktidarın tercihleri doğrultusunda üstleniciler, yükleniciler ve Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile temaslar başlıyor. Avam projeler hazırlanıyor. Adrese teslim ihalenin yol ve yöntemleri saptanıyor. Binaların yapımından işletilmesine kadar kullanılacak malzemeler, sistem, düzenek, alet, edevat, sarf, bakım, onarımlar dahil her şey planlanıyor. Mahal listeleri, şartnameler, sözleşme ekleri; eksik, kusurlu ve yanlış yazılarak, ilerleyen aşamalarda kazançları artıracak, olası cezaları da kaldıracak bir şekilde sözleşme tasarısı hazırlanıyor. Arsa tespiti, varsa kamulaştırma vb. gibi İşlemlerden sonra ÇED raporuna bile ihtiyaç duymadan yapılan fizibilite çalışmalarıyla yola devam ediliyor. Oysaki ÇED Yönetmeliği Ek-1 46. maddesi 500 yatak ve üzeri hastanelerde çevresel ve sosyal etkilerinin değerlendirilmesini şart koşmuştur.  Hiçbir şehir hastanesinde bu madde işletilmemiş/işletilmektedir. 

Sözleşme taslaklarında kamunun ödevi, verecekleri ve görevi net olarak tanımlanmaktadır.  Nedir bunlar? Arsa, imar, hasta başına düşen doktor sayısı, sağlık personeli, yol, su elektrik, kira, kabule dayalı tıbbi destek kapasitelerine uygun fiyatlama bedellerini ödemek, herhangi bir nedenle yatırım gerçekleştirilemez ise müteahhitin borçları da dahil olmak üzere üstlenmek, inşaatın yapılması ve kullanılması süreçleri boyunca yüklenicinin kredi borçlarına hazine garantisi de dahil olmak üzere oldukça büyük sorumluluklar. Buna karşın müteahhitin sorumlulukları kabule dayalı, her zaman değişebilen, değiştirilebilen, cezai müeyyideleri varmış gibi görünen, esnek ve yoruma göre farklılaşabilen maddelerle düzenlenmektedir.  Yüklenicilerin kendi yarattığı yetersizliklerden kaynaklanan hatalar bile kazanca dönüşebilmektedir.

İhaleyi meşrulaştırmak için birden fazla şirketin katılımının sağlanması ön koşuludur. İhaleye katılacak şirketlerin tamamının Paris, Cenevre, Londra gibi uluslararası ticaret odalarına (ICC-International Chambers of Commerce) kayıtlı olmaları gerekmektedir. Burada KÖİ (PPP-Public Private Partnership) modeli, ilgili kuruluşların korunaklı şemsiyelerine duyulacak olası ihtiyaçlar için ön koşuldur. Bir diğer değişle Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne (International Arbitration Court) gidebilmek için bu kuruluşların talep ve noterliği çok önemlidir. Çünkü kendileri de biliyor ki bu kadar haksız ve kolay kazanç mutlaka bir gün yargıya düşecektir. O nedenle önlem almakta Türk Yargısı sisteminin dışına çıkmaktadırlar. Türkiye’de yapılan bütün ihale sözleşmeleri, “Bu sözleşme ve eklerinin uygulanmasından doğabilecek her türlü anlaşmazlığın çözümünde…… (İdarenin bulunduğu yer ve mahkemesi belirtilir)……. mahkemeleri ve icra daireleri yetkilidir.” diye biter. Oysa ki bahse konu KÖİ sözleşmeleri: “ İdare ve yüklenici arasında karşılıklı müzakere yolu ile giderilemeyen her türlü fikir ayrılığı ile sözleşme kapsamındaki hükümlerin tatbiki, yorumlanması ve benzeri konulara ilişkin anlaşmazlıklar (sözleşme hükümlerine göre idarenin re’sen hareket etme ve karar verme yetkisine haiz olduğu haller hariç olmak üzere 21.6.2001 tarih ve 4686 Sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu hükümlerine göre çözülecektir.” maddesi esas alınarak, onaylanır. Böylece uyuşmazlıklar Tahkim Kanunu hükümlerine göre çözümlenmesi öngörülür, yapım ve kiralama işinin geleceği, uluslararası ilgili lobilerin kapsam alanı içerisine alınmış olur. 

Yapım maliyeti yıllara sari hale -her türlü ticari risklerden arındırılmış faktörlerle desteklenerek hesaplanmaktadır. Bu rakamlar kira, tıbbi destek hizmet tutarları ve kar olarak güncelleniyor.  Sanıldığı gibi bir hasta yatak garantisi ile değil, her sistem için ayrı ayrı hesaplanmış kapasite kullanımları temel alınarak, fiyat ve ödemelerin içeriği belirleniyor. Analizler, şartnameler, olası zeyilname kolaylıkları, ürünler, ekipmanlar, kataloglar esnek ve düzensiz bir şekilde yapılarak, oluşturulan sistemsizlik, sistem olarak sunuluyor. Bu nedenle, Şehir hastanelerinin kamuya maliyetleri gizlenmiş, sadece yüklenicilerin alacağı kira ve tıbbi destek ücret tutarları açıklanmış oluyor. Tamamen kabullere dayalı olarak kurulacak/kurulmuş sistemlerin işletim tutarları, kapasite kullanımı üzerinden ABD Doları ile fiyatlanıyor.

Kiralama süresi teklifin en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Kira bölümü ortalama 25 yıl iken, tıbbi destek hizmetleri için yapılan sözleşmeler beş yılda bir tıptaki gelişme ve teknolojik ilerlemeye göre yenilenecektir. Her iki ödemede güncellenerek, enflasyon ve yeniden değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bir diğer değişle, zaman içerisinde önceden ön görülmemiş ama hayatın akışının getirebileceği fırsatlar da ilave kazanç yolları olarak sunulmaktadır.  Sonuçta, oluşturulmuş bir İhale rakamı, ödemeleri ve süreleri garanti altına alınmış bir şekilde, toplumun önüne konulmuş, ödenmesi için de en az iki kuşak görevlendirilmiştir.

B) YAPIM AŞAMASI

Uluslarası yaptırımlarla güçlendirilmiş sistemsizlik, ihale onayından sonra, yer teslimi yapılarak devreye alınır. Sözleşme güvenli ve hazine garantilidir. Derenin taşıyla, dereye su içmeye gelen kuşları, oturulan yerden vurmak mümkündür artık.  Malzeme seçimlerine ilave olarak, taşeron seçimleri, personel, denetim firmaları bir plan dahilinde seçiliyor. Böylece örgütlerin iş talepleri de yerine getirilmiş oluyor.

Şehir hastaneleri konusunda yapılan en büyük hata, hastane inşaatı ve maliyeti ile ilgilenilmekle yetinilmektir. Oysa ki yapılacak işleri: hastane binaların yapımı, çevre inşaatları ve şehrin yeniden düzenlenmesi olarak üçe ayırdığımızde ortaya konan şehir hastaneleri projesinin nekadar büyük bir kaynak israfına veya rant kapısına dönüştüğü daha iyi anlaşılacaktır.

1) Hastane binalarının yapımı

Avan projeler, uygulama projelerine dönüştürüldükten sonra inşaat İmalatlarına başlanır. Binaların yapım aşamasında çeşitli gerekçeler ile proje ve imalat değişiklikleri yapılarak süre uzatımı ve ilave ücretler ödenmekte ve müteahhitlerin ceza almaları önlenmektedir. Olası cezai müeyyidelerin etkisini yok eden uygun gerekçeler her zaman bulunmaktadır. Çünkü denetim şirketleri, yükleniciye yakın şirketler arasından seçilmektedirler. Ayrıca bir hastanenin yapımını kontrol eden şirket, farklı bir hastanenin projelendirilmesini yapabilmekte hatta yüklenici olarak çalışabilmektedir. Maliyetlerin yüksek gösterilmesi, kullanılacak kredilerin, talep edilen gelirin ve kiralama içeriklerinin değişmesinin sağlanması açısından gereklidir. Bu nedenle sık sık proje ve imalat değişiklikleri yapılır.  Bu işlemlerden amaç ilave süreler ve fiyat avantajları elde etmektir. Yapım şartlarında bir şeyin değişmesi, birçok parametrenin değişmesi anlamına da gelir. Sözleşmelerdeki belirsizlikler kullanılarak, inşaatın süresi, yapım koşulları, ayrıntılı gerekçelerle, düzenlenecek raporlarla ve hazırlanacak zeyilnamelerle başlangıç maliyetlerinden çok daha yukarılara taşınır.  Bu yol sadece yapım aşamasında değil, kiralama süresi boyunca da kullanılmaktadır. 

 

2) Çevre inşaatları

Şehir hastaneleri konusunda yazılan rapor ve yazılarda ağırlıklı olarak yapım ve işletim sırasında oluşacak kamu zararlarından bahsedilmektedir. Oysa ki şehir hastanelerinin inşaatlarında en büyük rant hastane çevresi yapılaşmalardadır. Bu boyutu gözden kaçmaktadır. Şehir hastanelerinin önemli bir bölümünde hastane inşa edilen alanın dışındaki hazine arazilerinin de ek bir sözleşme ile müteahhitlere devredildiği bilinmektedir. Örneğin, Ankara’nın en değerli yerlerinden biri olan Bilkent Şehir Hastanesi’nin çevresindeki hazine arazilerinin (ODTÜ, Bilkent ve Hacettepe üniversiteleri arazileri hariç) yükleniciye çok amaçlı inşaatlar yapması için verildiği bilinmektedir.

3) Şehrin yeniden düzenlenmesi

Şehir hastanelerinin yapımında sadece bina inşaatı değil tüm şehrin ulaşımından, doğalgaz, elektrik ve kanalizasyon gibi birçok alt yapının yapılması gerekmektedir. Bu alt yapı inşaatlarının ciddi manada hem sosyal hem de parasal maliyetleri bulunmaktadır. En az hastane yapın maliyeti kadar çevresel değişiklik maliyetleri ortaya çıkmaktadır. Ulaşım yolları, kanalizasyonlar, elektrik hatları, doğalgaz iletimi, engel teşkil eden yapıların kamulaştırma bedelleri, kesilen ağaçlar, bozulan ekoloji, trafik yoğunluğu nedeniyle harcanan enerji, hava kirliliği, vs. gibi sorunlar düşünüldüğünde kamu zararının ne kadar büyük olduğu görülecektir.  Tek bir lokasyona yapılmış çok fazla yatak kapasiteli hastaneye şehrin çok farklı bölgelerinden hastaların saatler süren yolculuklarla ulaşabilmesi ise halkımıza büyük zorluklar çıkarmaktadır. Şehir planlarının iptal edilmesi, hayatın her alanını zorlaştırmakta ve şehir yaşam maliyetlerini çok büyük oranlarda arttırmaktadır.

C) KİRALAMA AŞAMASI

Kiralama ile birlikte devletin ödemeleri başlıyor. Kiralama süresi (genellikle 25 yıl boyunca ve bedeli artarak) kadar, metre kare olarak hesaplanmış kira bedeli ve tıbbi destek hizmetleri de (görüntüleme, laboratuvar, rehabilitasyon, sterilizasyon, EKG, endoskopi, enfeksiyon, testler, doppler, mamografi, morg vb.) beş yıl boyunca her yıl güncellenerek, beş yılda bir sözleşme yenilenmesi koşullarıyla iki ayrı koldan süreç ilerlemektedir. 

2016 yılı itibarıyla, 20 şehir hastanesinin yatırım bedeli 10.2 milyar Euro, Sağlık Bakanlığının bu hastaneler için doğrudan üstlendiği kabullere dayalı yıllık asgari tıbbi destek hizmetleri rakamı 2.280 milyar Euro’dur. 25 yıl boyunca ödenecek tutar ise 57 milyar Euro’dur. Ödemeler, finansmanın sağlandığı para cinsinden artarak güncellenecektir.  Yukarıdaki projeksiyon 20 hastane için yapılmıştır. Bu rakamlar yapım aşamasında, bahsetmiş olduğum nedenlerden dolayı arttırılmıştır.

2019 yılı güncel rakamı ise kullanıma açılmış ve yapımı devam etmekte olan 30 şehir hastanesinin kamuya getireceği yük 142.4 milyar ABD doları olarak güncellenmiştir. Bu tutarın 77.2 milyar Dolar’ı kira bedeli, 65.2 milyar Dolar’ı ise tıbbi destek hizmetler bedelidir. 

D) HASTANE MALIYETLERI ILE ILGILI DEĞERLENDIRME

Şehir hastanelerinin yapımı diye belirtilen bütün maliyet bedelleri, aslında devletin hazine garantisi verdiği ve müteahhitin hastane imalatı süresince kullandığı kredilerin tutarları toplamıdır. Bu nedenle hastane maliyetleri ile ilgili olarak yazılan ve söylenenler doğru olmayabilir. Dolayısıyla hazine tarafından garanti altına alınmış (üstlenilmiş) kredilerin ne kadarının hastanelerin yapımında kullanıldığını ya da bu kredilere ilave tutarlar ilave edilip edilmediğini bilmiyoruz.

Şehir hastanelerinin en büyüğü olan ve dünya sıralamasında da tek seferde yapılan en büyük hastane unvanına sahip Bilkent Şehir Hastanesi projesinin yapım maliyetleri ile ilgili kabaca bir değerlendirme yaptığımızda aşağıdaki vahim tablo ortaya çıkmaktadır. (Burada bütün hesaplar güncellenmiş, 2021 yılına çevrilerek yapılmıştır.)

Kullanılan kredi miktarı: 890.000.000 €

Kapalı inşaat alanı: 1.312.358 m²

Yatak sayısı (arttırılmış): 3.810 yatak

Yatak başına düşen kapalı alan: 344.5 m²/hasta

Yatak başı maliyet: 233.596 €

14 Ağustos 2021 Mayıs Tarihli Kur: 1€=10.05

Yapım için kullanılan toplam kredi tutarı:

10.05*890.000.000 = 8.944.500.000TL

Yatak başına maliyet (TL): 233.596*10.05 =2.347.639TL/Yatak

Aynı hastane geleneksel ihale yöntemlerinin herhangi biriyle ve dünya standartlarında yapılmış olsaydı, fiyat (maliyet) ne olurdu?

Sağlık için hiçbir önemi olmayan gereksiz ticari alanların bir kısmını düşerek, dünya ortalaması değerleri ile hesaplarımızı sürdürelim.

Hasta başına düşen kapalı alan miktarı: 185 m²/hasta

2020 Yılı YYBF Tariflerine Göre Hastane Yapımı: 2.900 TL/m²

Olması Gereken Kapalı İnşaat Alanı: 185 m²*3810 yatak= 704.858 m²

Hastanenin 2020 Yılı İhaleye Çıkış Bedeli:  2.900TL*704.858m²=2.044.088.200 TL olacaktı.

Yatak başına maliyet ise (TL): 185*2900 =536.500 TL/Yatak olacaktı.

Görülüyor ki uluslararası standartların çok ötesinde seçilen yatak sayısı bir kenara konulduğunda bile yalnızca hasta başına düşen kapalı alan miktarı uluslararası standartlara göre seçildiğinde dörtte birinden az bir maliyete hastanelerimiz inşaa edilebilecekti. Bu hesaplama örneğinde bile kamunun yararının gözeltilmesinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.

Ayrıca yapılan ticari alanlar müteahhit tarafından işletilmekte, yapımı kamu tarafından finanse edilmektedir. Bu nedenle hastane maliyeti olarak gösterilmesi yanıltıcı olmaktadır. Müteahhit firmalar söz konusu ticari alanlarla ilgili (otel, lokanta, fitness, pub, kafe, otopark, kantin, eczane, hediyelik eşya satış yerleri, market vs gibi) çok küçük ve özel mahsuplaşmalara gittiklerinden gerçek maliyetler de örtülmüş olmaktadır.  Çünkü arsa, finansman ve yapım bedellerine ilişkin bütün maliyetler doğrudan kamu garantileri üzerinden yürütülmektedir.  Kamu garantisi ile alınan krediler yukarıda da görüldüğü üzere şehir hastanelerinin yapım bedelinden çok daha yüksektir. 

Devlet İhale Kanununda belirtilmiş bütün ihale usulleri Sayıştay denetimine tabiidir. Bu nedenle sözleşmenin bir nüshası ihalenin hemen ardından, her zaman Sayıştay’a gönderilir. İşe başladıktan sonra da ödeme yapılan her aşamada, yapım ya da kiralama ile ilgili belge, fatura ve hak edişlerin tamamı, denetlenmesi için Sayıştay’a gönderilir. Dolayısıyla bütün süreç devlet tarafından kontrol altına alınmış olur.  KÖİ sözleşmelerinde ise gösterilen gerekçeler ve istisnalar bu sürecin doğru çalışmasını önlemektedir. Ticari sır, güvenlik durumları, siyasi müdahaleler vb. gibi haller nedeniyle Uluslararası Tahkim Mahkemeleri ve kredi bulma gerekçeleri bahane edilerek Sayıştay bu süreçte by-pass edilmektedir. 

Devlet İhale Kanunu’ndaki geleneksel usullere göre, şehir hastaneleri ihale edilmiş olsa, yukarıda anlatılanların hepsi suç oluştururdu. İhaleyi yapanlar, kazananlar ve onaylayanların tekmili birden zimmet, irtikâp, rüşvet ve görevi kötüye kullanmaktan yargılanır, ceza alır, mal varlıklarına da el konulurdu.  Bu nedenle KÖİ ihale usulü seçilmiş, geliştirilmiş ve sözleşmenin uygulanması Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nin garantisi altına alınmıştır.  Böylece müteahhit ve bu imkanları sağlayanlar da cezai olarak ehliyetsiz hale getirilmişlerdir. Olası cezalar ve kazançların iadesi büyük tazminatlar nedeniyle neredeyse imkansız hale getirilmiştir…

Önümüzdeki 30 yıl boyunca yapılmış ve yapılmakta olan 30 Şehir Hastanesi’nin bütçeden alacakları asgari tutar 142.4 milyar ABD Doları olarak öngörülmektedir. Esasen bu rakam iyimser bir hesabı ifade etmektedir.  İlgili sözleşmeler kapsamında yapılacak inşaat işlerindeki artışlar, fiyat farkları, kararnamelerle düzenlenecek ilave ücretler, eskalasyona tabi tutulacak ödemeler, mücbir sebepler nedeniyle verilecek süre uzatımları, sigorta, tazminat vb. gibi çoğaltılabilecek gerekçelerle bu rakam ABD Dolar’ı bazında en az %25 oranında artacaktır. Dolayısıyla kamu maliyetini en az 178 milyar ABD Dolar’ı olarak hesaplamak ve siyasi kararları buna göre almak gerekecektir. Neden mi? Bahse konu para Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir yıllık bütçesinden (Bugünkü kur hesabı ile 7,24× 178.000.000.000 = 1.288.720.000.000TL’dir.) bile daha fazla paraya tekabül etmektedir.  

Sadece 2018-2023 yılları arasında bir kısmı ödenmiş 57.9 milyar $ olduğu düşünüldüğünde, geleceğin sağlık krizinin kapıda olduğu görülecektir. Sağlıkta başlayacak krizin Türkiye‘yi ne hale getireceğini görerek şimdiden politikalar üretmek gerekmektedir.  Kamu kayıplarının bir diğer yüzü daha da can yakmaktadır.  Şehir hastaneleri iş yapsın diye Cumhuriyet Tarihi boyunca büyük zorluklarla yaptığımız ve sürekli modernize ettiğimiz hastanelerimiz kapatılmaktadır.  Bu kapsamda sadece Ankara’da kapatılacak hastane sayısı 13, kapatılacak yatak Sayısı: 7150 adettir.  Buna karşılık açılmış/açılacak Şehir Hastaneleri yatak sayısı: 7328 adettir. Burada fark yalnızca 178 adettir.  Bu bağlamda yatak sayısı arttırıliyor diyerek yapılan propaganda da doğru değildir. Milyarlarca Dolar harcayarak elde edilecek ilave yatak sayısı sadece 178’dir. Türkiyedeki sağlık kurumu veya yatak kapasitesi artışı yeterince sağlanamamıştır.

Bu hastanelerin kapatılması ile birlikte başka bir kamusal rant alanı açılacak, mevcut model içinde yeni bir kamusal değer gaspının önü açılacaktır: eski hastanelerin yeni arsaları. Bu varlıklarla ilgili geçmiş uygulamaların aynısı ile geçerli olacağı düşünülürse, şehir planlamaları iflas edecek, yaşadığımız çevreler cehenneme dönecektir.

Bunların dışında şehir hastaneleri ihale edilirken Sözleşmelerde hastehanelerin tüm donanımları müteahhit firma tarafından yapılacağı belirtilmesine rağmen mevcut hizmet veren hastanelerin kapatılarak tüm tıbbı donanımlarının şehir hastanelerine transfer edildiği görülmektedir. Bu durumda yüklenici ile nasıl bir mahsuplaşma yapıldığı bilinmemektedir. 

 

 

SONUÇ

‘Sağlıkta devrim” diyerek bugüne kadar halkın önüne konulan model yalnız kamu sağlığı ve gelecek nesillerin esenliğine değil, Türkiye’nin bağımsızlığına indirilmiş büyük bir darbe niteliği taşımaktadır.   Bir plan dahilinde şehrin her tarafına önceden dağıtılarak yapılmış olan hastanelerin kapatılması; acil hastaların, hastanelere ulaşamadan yaşamlarını yitirmelerine ya da en hafifinden ancak daha fazla para ve zaman harcayarak sağlığa erişimleri ile sonuçlanmaktadır. Vatandaşlar bu model altında gereksiz tahliller, testler ve müdahalelere maruz kalarak neredeyse zorla hasta edilmektedir.

Sağlık hizmetleri paralı olursa, pahalı ve erişilemez olur. Sağlık harcamalarının bütçeden karşılanması, bir zaman sonra imkansız hale gelir. Zaten gelişmelerin de bu yönde ilerlediği görülmektedir.  Toplumsal bir sorun olan sağlık, öncelikle insanların hasta olmalarını önlemekle başlar.  Temiz hava, su, gıda, barınma ve iyi bir gelir sağlığın temelini oluşturur. Şehir hastaneleri her anlamda yarattığı kirlilikle, toplumun sağlığı ve ekonomisi için büyük tehdit oluşturmaktadır.

Adana, Yozgat, Elazığ, Bursa ile İstanbul Başakşehir Çam ve Sakura şehir hastanelerini işleten Rönesans Holding bu alandan çekilme kararı almıştı. Sağlık Bakanlığı ile Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle hastaneleri inşa eden grup, sağlık yatırımlarını işleten Rönesans İşletme Hizmetleri şirketini Danimarkalı ISS Facilities’e devrederek Beş şehir hastanesinin işletmesi Danimarkalı bir şirkete satılmıştır. Her konuda yerli ve milli olmayı önceleyen bir iktidarın sağlık gibi önemli bir konuyu yabancılara devretmesi oldukça manidardır.

Şehir hastaneleri nasıl yapılmalıydı.

Öncelikle yatak başına kapalı alan 200 m² ile sınırlı tutulmalı, yatak sayısı da 650’yi geçmeyecek biçimde planlanmalıydı.

Vatandaşın kolay ulaşabileceği şehire yayılmış lokasyonlarda yapılandırılmalıydı.

Hesaplamaya göre hastane hizmete girdikten sonra elde edilen ticari alan gelirlerinin yükleniciye değil, hastane bütçelerine ve devletimize gelir oluşturacak şekilde planlanmalıydı.

Hastane inşaat alanının yaklaşık olarak yüzde 40 küçük tutulması enerji, temizlik, ulaşım, insan gücü gereksinimi ve bakım/onarım gibi maliyetlerin de azalması sağlanmalıydı.

Sağlık Bakanlığı şehir hastaneleri için KÖO yöntemini tercih ederek hastanelerin gerek yapım, gerekse de hizmet sunumu maliyetlerinin çok yükselmesine yol açmıştır. Şehir hastanelerinin kendi döner sermayeleriyle yıllık kira ödemelerini ve yüksek düzeydeki harcamalarını yapamayacakları açıktır. Bu durumda Hazine garantisi devreye girecek ve bu yüksek maliyetli hastanelerin kiraları vatandaşların ceplerinden ödenmek zorunda kalınacaktır.

Şehir hastaneleri her ne kadar kamu hastanelerinin kavuşacağı yeni ve modern binalar olarak tanıtılsa da kamu-özel- ortaklığı yöntemiyle yapılacak bu yerleşkelerin “kamu” ile ilgisinin olmadığı açıktır. Şehir hastaneleri “kamu” adını kullanarak küresel sermayeye yeni ve büyük bir kaynak aktarmanın aracı olacak gibi görünmektedir. Kamuoyu sağlık alanında yeni bir özelleştirme ile karşı karşıyadır.

 

Yeniden Refah Partisi

Ticaret Politikaları Kurulu Başkanlığı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 FARKLI  YÖNLERİYLE  NİŞASTA BAZLI ŞEKERLER

 

Nişasta bazlı şekerler (NBŞ) en çok mısırdan elde edilmektedir. NBŞ denildiğinde mısır nişastasının enzimler yolu ile işlenmesi sonucu üretilen ve değişik oranlarda serbest glukoz ve fruktoz ihtiva eden ürüne NBŞ denir.         

Sıvı şeker olan NBŞ’ler mısır, patates, kasava ve buğday gibi bitkisel kökenlidir ve Mısır öne çıkandır. Yüksek fruktozlu mısır şurubu şeker pancarından elde edilen şekerin alternatifi biçiminde değerlendirilmektedir. Örnegin, NBŞ’ler endüstri sanayinde üretilen gofretler, bisküviler, dondurmalar, meyve suları, gazlı içecekler, hazır reçeller, hardal, hazır salata sosları ve paketlerde satılan çorbalar olmak üzere neredeyse hazır gıdaların tümünün içeriğinde bulunmaktadır. Marketlerde alışveriş yaparken etiketler üzerinde HFCS (High Fructose Corn Syrup) yazılan gıdalar NBŞ içermektedir. Maalesef Türkiye’de NBŞ’in üretimi, ihracatı ve ithalatı yapılmaktadır.

 

NBŞ’li Gıdaların İnsan Sağlığına Zararları:

 

Yapılan bazı araştırmalara göre NBŞ’li gıdaların sağlığa en önemli zararları aşağıda sıralanmıştır.

1) İnsanlar aşırı derecede NBŞ ‘li gıda alırsa Karaciğerleri yağlanabilir.

2) İnsanlar aşırı derecede NBŞ‘li gıda aldıklarında tokluk hissine pek yakalanmazlar ve diyabet hastalığına yakalanabilir. 

3) İnsanlar aşırı derecede NBŞ ‘li gıda alırsa kalınbağırsak, pankreas, prostat, meme ve karaciğer kanserlerine yakalanabilir.

4) İnsanlar aşırı derecede NBŞ ‘li gıda alırsa eklem iltihabı, felç olma ve kalp krizi geçirme riski ve koroner kalp hastalıklarına yakalanabilir.

5) İnsanlar aşırı derecede NBŞ ‘li gıda alırsa insülin direnci devreye girerek fibrozis, siroz, insülin hastalıkları ile obeziteye sebep olabilir.

Yapılan bir araştırmaya göre, glikozun beyin kabuğunun çalışmasını artırmasına karşın, fruktozun ise beyin kabuğunu baskıladığı saptanmıştır. Glikozun ve fruktozun şeker olmalarına rağmen fruktoz ve glikozun beyin üzerine etkilerinin Ters olduğu belirlenmiştir. 

Bu bilgilerden anlaşıldığı gibi NBŞ’li ürünler az veya çok gıda tüketim alışkanlıklarımız içinde yer aldığı neredeyse herkes tarafından kabullenmektedir.

Bu yüzden, NBŞ’in 1) Güçlü Yönleri, 2) Zayıf Yönleri, 3) Fırsat Yönleri ve 4) Tehdit yönlerinin iyi bilinmesi gerekir.

1) Fırsat Yönleri: Türkiye’nin şeker üretiminde dünya üretiminden yüksektir. Mısır bitkisi bazı yörelerde ikinci ürün olarak üretilebilmektedir. Göreceli olarak mısır üretimi şeker pancarına göre daha az suya ihtiyaç duymaktadır. NBŞ’in ihracat potansiyeli yüksektir. Türkiye’nin neredeyse her yerinde mısır üretimi yapılabilmektedir.

2) Tehdit Yönleri: NBŞ sektöründe siyasi etkiler oldukça fazladır. NBŞ’lerin kaçak yollarla üretiminin fazla oluşu yerli üretimi olumsuz etkilemektedir. NBŞ’lere yönelik olumsuz algıların oluşturulmaktadır. NBŞ’lere uygulanan kotadan dolayı iç talep karşılanamamaktadır. Bu yüzden, ithalata açık bir yapıyı oluşturarak döviz kaybına neden olmaktadır.

3) Göçlü Yönleri: NBŞ’ler kendine has özelliklerinden dolayı gıda sanayi için tercih edilen bir yapıya sahiptir. NBŞ sektöründekiler yeniliğe açıktırlar. NBŞ’de uluslararası standartlara uyum sağlamaktadır. Glikozun şeker pancarındaki şekerin tamamlayıcısı olarak kullanılmaktadır. NBŞ’lerin üretimi esnesında çevre dostu yapısı ve çevreci çalışmalara uyum sağlamaktadır.

4) Zayıf Yönleri: NBŞ sektörüne karşı önyargıların daha fazla ön plandadır. NBŞ üreticileri arasında iletişim eksikliği bulunmaktadır. NBŞ üreticilerin yer aldığı sektörün suçlu psikolojisi ile hareket etmektedirler. NBŞ sektörü kapasitesinin altında üretim yapmaktadır. NBŞ sektöründe şimdiye kadar kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar pek yapılmamaktadır.

NBŞ ürünleri tarım, sağlık ve gıda endüstrisi gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. Bu yüzyılımızın başlarından itibaren NBŞ ürünlerin dünya ticaretinde daha fazla yer almaya başlamıştır. Bu NBŞ ürünlerinin sağlık üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkiler konusunda tartışmalar devam etmektedir. NBŞ ürünleri yerine doğal olan ürünlerin yenilmesi için reklam, sağlık, medya, toplantılar ile gündem oluşturulması için mevcut ve gelecek nesil için oldukça önemlidir. Bu yüzden, devlet politikası olarak NBŞ’lerin mümkün olduğunca kullanılmaması için Yasa, Yönetmeliklerin vs çıkarılarak hayata geçirilmesi gerekir. 

 

 

Yeniden Refah Partisi

Tarım Ve Orman Politikaları Kurulu Başkanlığı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yayın Tarihi: 3 Eylül 2021 | Yayın Saati: 11:13:41