RUSYA-UKRAYNA KRİZİNİ NASIL OKUMALIYIZ?

RUSYA-UKRAYNA KRİZİNİ NASIL OKUMALIYIZ

 

 

26 Aralık 1991 tarihinde Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Ocak 1992’de George Bush’un “Tanrı’nın lütfuyla, ABD soğuk savaşı kazandı” ifadesinden yola çıkılarak yeniden şekil bulan ‘Yeni Dünya Düzeni’ söylemi ile başlayan süreçte ortaya çıkan yeni paradigma değişimi sonucu NATO, belirlenen misyon çerçevesinde hareket noktası buldu.

 

Bu bağlamda Varşova paktının 1 Temmuz 1991 tarihinde lağvedilmesi üzerine Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya ve Baltık ülkeleri NATO’ya kabul edildi. Bu durum Rusya Federasyonu açısından kırmızı çizginin geçilmesi anlamıyla eşdeğer bir hal taşımaya başladı.

 

Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in, geçmişte ‘ulusa sesleniş’ programında Sovyetler Birliği'nin çöküşünü, 'yirminci yüzyılın en büyük jeopolitik felaketlerinden biri' olarak nitelendirmesi aslında ‘Putin doktrini’ bağlamında Kafkasya, Karadeniz ve Orta Asya’da Rus hakimiyetini yeniden oluşturmaya ve inisiyatif almaya yönelik olduğunu görmek mümkündür.

 

Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin, geçmişte kaleme aldığı; “Rusların ve Ukraynalıların tarihi Birlikteliği” konulu yazılı açıklamasıyla Ukrayna’nın Rusya’nın kopmaz bir parçası olduğunu ortaya koymaya çalışması bir bakıma Putin doktrininin mütemmim bir cüzü olarak görmek gerek.

 

Bu nedenle Rusya Federasyonu ve Ukrayna arasında yaşanan krizi NATO’nun arkasında duran Batılı güçler ile Rusya’nın soğuk savaş sonrası alan hakimiyetine yönelik hesaplaşmanın son kertesi olarak görmek mümkündür. Rusya, Donetsk ve Luhansk’ı tanıma yoluna giderek Batılı güçlerin NATO yoluyla yayılmacı ve alan kazanma çabalarının önüne set çekmeye yönelik bir hamle olduğu bir vakıadır.

 

Rusya’nın yeni tanıdığı Donetsk ve Luhansk ile imzaladığı anlaşmalar ile; ortak savunma, sınırların ortak korunması, tarafların birbirlerine topraklarındaki askeri altyapı ve üsleri kullanma hakkı ve en önemlisi herhangi bir devletin kendilerine karşı saldırganlık eylemlerinin casus belli (savaş nedeni) olarak ilan edilmesi Vladimir Putin’in Batı’ya meydan okuma niyetinin en yalın ifadesi olarak görmek mümkündür.

 

Burada hükümetin hassas dengeleri göz önüne alarak yapıcı politikalardan yana tavır koyması son derece önemlidir. Türkiye, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de Rusya ve Ukrayna ile aynı jeopolitiği paylaşıyor olacağından, söz konusu ülkelerle karşılıklı anlayış birliği içerisinde barışa ön ayak olabilecek politikalar içerisinde hareket etmesinin büyük faydalara vesile olacağını mülahaza ediyoruz. Çünkü komşu devletler olarak bizler daima yan yana yaşayacağız.

 

Sonuç olarak Yeniden Refah Partisi olarak bizler, geçmişte Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde; ''NATO Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu? NATO'nun ne işi var Libya'da” söyleminden sonra 2011 yılı mart ayı içinde Libya’ya saldıran NATO’ya koşulsuz destek vermesinin hala hafızalarda olduğunu tekraren ifade etmek istiyoruz. Bunun sonucu olarak Libya’nın içinde bulunduğu açmaz ortadadır. Bu nedenle Karadeniz’de yeni açmazlarla karşı karşıya kalmamak için iki ülke arasındaki sorunlara barışçı yaklaşım içerisinde olmamız kaçınılmazdır.

 

 

Doğan Bekin

Genel Başkan Yardımcısı | Dış İlişkiler Başkanı

Yayın Tarihi: 23 Şubat 2022 | Yayın Saati: 11:44:09