Bugün basın toplantımızda özellikle bu içinde bulunduğumuz hafta gündemi gerçekten de yoğun bir şekilde meşgul eden konulara değinmek ve bununla ilgili görüşlerimizi fikirlerimizi ifade etmek istiyorum.
Burada öncelikle üzerinde durmamız gereken TUSAŞ'a düzenlenen hain terör saldırısıdır.
Bu saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza, şehitlerimize Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum ve milletimize başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
İçişleri Bakanlığımızın yaptığı açıklamaya göre bu hain saldırıyı düzenleyen örgüt üyeleri PKK terör örgütüne mensup kimselerdir. Tabii ki bizler terörü nereden, kimden gelirse gelsin, hangi amaçla neye hizmet ederek yapılıyor olursa olsun kınıyoruz, lanetliyoruz, asla kabul etmiyoruz ve buradan hain emelleri herkesçe bilinen, ihaneti tescilli bu PKK terör örgütünün milletimize ve devletimize asla diz çöktüremeyeceğini bir kez daha haykırıyoruz, ilan ediyoruz.
Bununla birlikte sizin de takdir edeceğiniz üzere en stratejik kuruluşlarımızdan bir tanesi, savunma sanayimizin göz bebeği olan bir kuruluş Ankara'nın ortasında başkentte ve aynı zamanda buraya yapılan saldırı güpegündüz ve adeta teröristlerin ellerini kollarını sallayarak yaptıkları bir saldırı olarak karşımıza çıkıyor.
Tabii ki burada bir takım soruların sorulması lazım. Bir defa orada ilk etapta bir jandarma kontrol noktası var. Bu jandarma kontrol noktasından uzun namlulu Kalaşnikof silahlarla bu teröristler nasıl geçtiler?
Arkasından ikinci bir kontrol noktası daha var. Burada plaka tanıma sistemi de var. Bir taksinin içerisinde ve uzun namlulu silahlarla bu ikinci kontrol noktasından nasıl geçtiler?
Bizim dün ziyaretimize gelen bir basın mensubu arkadaşımız dedi ki: “Biz basın mensupları olarak, daha önceki bir tarihte aynı tesise gitmiştik. Bizim bile girişimiz büyük prosedürlere tabi oldu, zaman aldı. Biz bile girmekte zorlandık.”
Kaldı ki bir de böyle Kalaşnikoflar ile donanmış teröristlerin buradan geçişi nasıl sağlandı? Bununla beraber tabii ki Ankara'nın merkezinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yanı başında, İçişleri Bakanlığımıza da bildiğiniz üzere geçen sene Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı günü bir saldırı düzenlenmişti.
Ülkenin başkentinde bakanlıkların, böyle stratejik kuruluşların, stratejik noktaların bu kadar kolay hedef haline gelmemesi gerekir. Hele hele de yetkililerimiz uzun süre boyunca “biz terörün kökünü kazıdık, şehirde zaten terörist kalmadı. Dağlarda birkaç yüz terörist var. Onların da ayakkabı numarasına kadar her türlü istihbaratını topladık” dedikleri bir noktada böyle saldırıların hiç yaşanmaması gerekir.
Ancak ve maalesef bir güvenlik ve istihbarat zaafı olduğu ve yetkililerin ifade ettiği gibi terörün de tam manasıyla bitirilmiş olmadığını bu saldırıyla bir kez daha görmüş olduk. Tabii ki bu zaafların giderilmesi, tedbirlerin alınması ve bu olayın çok yönlü bir şekilde soruşturulması gereklidir.
Diğer taraftan bu haftanın en önemli gündemi haline gelen Terörist başı Abdullah Öcalan'ın İstiklal harbimizi yürütmüş olan Gazi Meclisimize davet edilmesi ve “Umut Hakkı”ndan istifade ettirilerek serbest kalmasına yönelik yapılan çağrıdır.
Böyle bir olay milletimizin terörle mücadelesine ve aziz şehitlerimizin hatırasına vurulmuş ağır bir darbedir.
40 sene boyunca Türküyle, Kürdüyle bu kadar kayıplar verdik, bu kadar şehitler verdik, bu kadar mücadele yaptık, güvenlik güçlerimiz, askerlerimiz gözünü kaybetti, kolunu kaybetti, bacağını kaybetti, on binlerce yavru yetim kaldı, öksüz kaldı, eşler dul kaldı, ekonomik olarak, maddi olarak, manevi olarak, sosyolojik olarak ne büyük bedeller ödedik. Bütün bu mücadele, bütün bunlar bunun için miydi? sorusu elbette ki soruluyor.
Bu terör yüzünden en çok Kürt kardeşlerimiz zarar gördü. Örgüt onları haraca bağladı. Köylerini bastı, evlerini yaktı. Onlara zulmetti. Terör örgütünün eylemleri yüzünden bölgenin ekonomisi geri kaldı. İşsizlik, fakirlik aldı başını gitti. Sadece Türkler değil, sadece Batı’daki vatandaşlarımız değil, en çok da Doğu’daki vatandaşlarımız, Kürt kardeşlerimiz bu terör örgütünden zarar gördüler.
Burada bir kez daha ifade etmek istiyoruz ki Kürt vatandaşlarımızın temsilcisi ne Abdullah Öcalan, ne PKK, ne PYD, ne YPG'dir, ne de tek başına HDP'dir, DEM Parti'dir. Çözüm için bir muhatap aranıyorsa Kürt halkının temsilcisi siyasi partilerdir, bölgedeki STK'lardır, bölgedeki kadim aşiretlerdir ve oradaki Kürt vatandaşlarımızın ta kendisidir.
Yeniden Refah Partisi olarak, doğrudan Kürt vatandaşlarımızın, meşru muhatapların muhatap alınacağı bir çözüm sürecine elbette ki “evet” diyoruz, bunu elbette ki destekleriz.
Kürt kardeşlerimizin haklarının teslim edilmesi bizim herkesten daha çok istediğimiz bir husustur. Millî Görüş Tarihi, Merhum Erbakan Hocamızın bu konudaki konuşmaları ve icraatları hepinizin malumudur.
Bu ülkede Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle, Lazıyla, Gürcüsüyle, hep birlikte, birlik ve beraberlik içerisinde, kardeşlik içerisinde yaşamayı Yeniden Refah Partisi olarak, Millî Görüş olarak en çok biz arzu ediyoruz.
Ancak bütün bunlarla birlikte güvenlik güçlerimizden, kundaktaki masum bebeklere kadar 50 bin insanın kanı elinde olan bir bebek katilinin, bir teröristin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşturulması ve Umut Hakkı’ndan yararlandırılarak özgürlüğüne kavuşturulması her şeyden önce devletimizi ve milletimizi aciz gösterir. Bu hususa özellikle dikkat çekiyorum. Böyle bir durum Türkiye'nin hayrına ve yararına değildir. Bu bir acziyettir, teslimiyettir, 40 yıllık mücadelemize ve şehitlerimizin aziz hatırasına yapılan bir saygısızlıktır.
Kadınlar, çocuklar ve bebekler de dair olmak üzere on binlerce şehidimizin kanı elinde olan terörist başından yardım istemek son derece yanlış bir durumdur. Bu davet, bu çağrı ve böyle bir şeyin gerçekleşmesi, devlet ve millet olarak bu terörist başından yardım istememiz manasına gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni aciz gösterir. Ordumuzu, güvenlik güçlerimizi aciz gösterir.
Bunun manası nedir? “Biz 40 sene sizinle mücadele ettik. Bütün kurumlarımızla, emniyetimizle, ordumuzla, hükümetlerimizle ancak bu mücadelede başarılı olamadık. Onun için siz şimdi gelin, bizi bu durumdan kurtarın. Siz bu çağrıyı yapın. Biz bunu başaramadık. Siz bu çağrıyı yaparak bizi bu durumdan kurtarın” demektir.
Terörle masaya oturulmaz. Terörle pazarlık yapılmaz. Teröristlere söz verilmez. Teröristlerin sözüne güvenilmez. Oslo Süreci’nde ve Hendek Olayları’nda benzer süreçler yaşandı. Terör örgütü, devletimizin iyi niyetinden istifade etti ve arkasından yaşanan olaylar ülkemizin, milletimizin hayrına gelişmeler olmadı. Bunu daha önce tecrübe ettik. Birinci husus budur.
Diğer önemli konu ise PKK'nın, PYD'nin ve YPG'nin arkasındaki güçleri bugün artık ilkokula giden bir evladımız bile biliyor. Arkalarında ABD var, İsrail var, Mossad var, CIA var ve hatta Avrupa devletleri var.
Şimdi böyle bir tablo, böyle bir gerçek karşımızdayken, bu bölgedeki terör ve bölücülük eylemlerinin planları 50 sene öncesinden, belki 100 sene öncesinden dış güçler tarafından hazırlanmışken, ABD yönetimi yanı başımızda, Suriye'nin kuzeyinde 140 bin kişilik bir PYD-YPG'den oluşan terör ordusu kurmuşken, onları ağır silahlarla teçhiz etmiş, onları yıllarca eğitmiş, donatmış, buraya milyarlarca dolar harcamış, binlerce tır dolusu silahla onları donatmış, bir tek savaş uçakları ve tankları eksik, bunun dışında her şeyleri var ve ABD yönetimi bütün bunları binlerce yıllık bir plan olan Büyük İsrail'in kurulması için yapmışken, şimdi Abdullah Öcalan çıkacak, bir konuşma yapacak ve bütün bu hazırlık, bütün bu projeler, bütün bu planların hepsi “Abdullah Öcalan böyle dedi” diye rafa kalkacak. Böyle bir şeye kimse inanmamızı beklememelidir.
Bir diğer önemli husus, burada PKK'nın tek başına lağvedilmesi yeterli olmayacaktır. Neden? Çünkü ülkemiz için asıl tehdit haline getirilen ağır silahlarla donatılan PYD ve YPG'nin varlığını devam ettirmesi halinde bir kazanım elde etmiş olmayız.
Şu anda belki de kendileri için bile bir önemi kalmayan PKK'nın lağvedilmesi, göstermelik olarak birkaç yüz örgüt mensubunun silah bırakması tek başına yeterli olmayacaktır, bir göz boyama olacaktır. Yanı başımızda ABD tarafından eğitilmiş, donatılmış 140 bin kişilik bir terör ordusu konuşlandırılmışken, sadece PKK mensubu birkaç yüz kişinin göstermelik olarak silah bırakması bir anlam ifade etmeyecektir.
Diğer önemli bir husus PKK elebaşlarından Cemil Bayık'ın iki gün önce medya kuruluşlarına yaptığı açıklamadır.
Bu açıklamada “Abdullah Öcalan bir baş müzakerecidir” diyor, “müzakereleri yürütür ama burada örgütün ne yapacağına, silah bırakıp bırakmayacağına biz karar veririz, bunlara Abdullah Öcalan karar veremez” diyor. Açıkça bunu ifade etti.
Yine TUSAŞ'a düzenlenen saldırı da terör örgütünün bir mesajıdır. Silah bırakmaya niyeti olmadığını, terör örgütü bu saldırıyla açık bir şekilde ifade etmiştir. Kanlı bir biçimde ve çok net bir biçimde silah bırakmaya niyetli olmadıklarını ortaya koymuşlardır.
Bütün bu gelişmelerin arkasından böyle bir adım iktidar kanadı tarafından neden atıldı? Buna da kısaca değinmek istiyorum.
İktidar kanadının attığı bu adımın bir anayasa değişikliği için DEM Parti'nin desteğini almaya yönelik bir adım olduğunu ve arkasından da belki seçimlere yönelik olarak DEM Parti, AK Parti ve MHP ittifakının kurulması düşüncesinin olabileceğini ifade etmek istiyorum.
Hatırlayacağınız üzere 2019 Yerel Seçimleri öncesinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazanmak için Abdullah Öcalan'ın kardeşi televizyonlara çıkartıldı. Devletin televizyonuna. Abdullah Öcalan'ın mektubu orada okutuldu. “Bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni bile kazanacaklar” diye “İstanbul’daki DEM Partili, HDP'li seçmenlerin desteğini almak için” bu adımlar atıldı.
Şimdi de “yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir kez daha seçimi kazanalım, bu Cumhurbaşkanlığı seçimini ve yeni sistemi bizim istediğimiz şekilde oluşturabilelim” diye Abdullah Öcalan'dan bir medet umma durumuna geçtiklerini görüyoruz.
Buna ek olarak, iktidarın istekleri doğrultusunda olası bir anayasa değişikliği ve sonrasında yapılabilecek olası bir AK Parti, MHP, DEM Parti ittifakı, Sayın Cumhurbaşkanı'nın bir kez daha seçilmesine kolaylık sağlayacaktır.
Tabii ki biz Yeniden Refah Partisi olarak siyasi partiler arasında ittifakların yapılmasına karşı değiliz. Bunu yadırgamıyoruz. Ancak “Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli'yi bir dönem daha seçim kazanmak uğruna terör örgütleriyle anlaşmaya ve terörist başıyla pazarlık yapmaya değmez” diyerek buradan bir kez daha uyarıyoruz.
Senelerce “Devletin bekası” diyenler, milliyetçilik üzerine siyaset yapanlar, 1999 yılında “Abdullah Öcalan'ı biz asarız, biz idam ederiz” diyerek iktidar ortağı olanlar, siyasi ömürlerinin sonunda Terörist başına Umut Hakkı adı altında özgürlük verilmesi için adım atar hale gelmiş, bunun için harekete geçmişlerdir.
Bu büyük bir çelişkidir ve Yeniden Refah Partisi olarak altını çizerek ifade ediyoruz ki “Bu yol yol değildir.” Buradan bir fayda çıkmaz. Abdullah Öcalan konuştu diye oradaki 140 bin kişilik ordu dağıtılmaz. Büyük İsrail planları rafa kaldırılmaz. Türkiye'nin bölünüp parçalanmasına yönelik dış güçlerin yüzlerce yıllık planları ve emelleri Abdullah Öcalan konuştu diye ortadan kalkmaz.
Bu adımın atılmasının bir diğer sebebi ise ABD ve Avrupa'nın bu yöndeki talepleri olabilir.
Hepinizin bildiği gibi F-35 savaş uçaklarının alınamaması, Avrupa'dan Eurofighter savaş uçaklarının alınmasında çok ciddi engellerle karşılaşılması, Hükümetin ekonomik anlamda çok büyük bir darboğazın içerisinde olması, Avrupa Birliği üyeliğinin artık bir hayal haline gelmesi, ABD Başkanı'ndan yıllardır randevu alamamaları ve uluslararası alanda yalnızlığa itilmiş olmaları sebebiyle de ABD’nin, İngiltere'nin, Avrupa'nın yaptığı böyle bir teklifi kabul etmiş olabilirler.
Ancak her ne olursa olsun son olarak bir kez daha altını çizerek ifade ediyoruz. Yeniden Refah Partisi olarak, aslında idam cezasına yıllar önce mahkûm olmuş eli kanlı bir teröristin, bir bebek katilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne adım dahi atmasını asla kabul etmiyoruz.
Ve burada son olarak yine şunu da ifade etmek istiyorum. Çare Millî Görüş’tedir. Çare Millî Görüş’ün Türk-Kürt kardeşliğini ve daha da önemlisi İslam kardeşliğini, Ümmet kardeşliğini tesis edecek maddi ve manevi kalkınma hamleleriyle, atacağı adımlarla bu sorunu çözebilecek olduğunu bir kez daha ifade ediyorum.
Bu sorunların çözümü, adaletin tesis edilmesidir. Kul haklarına riayet edilmesidir. Maddi kalkınma hamlelerinin, manevi kalkınma hamlelerinin yapılmasıdır. Hem Doğu’da hem Batı’da gençlerimizin, yeni nesillerimizin İslam kardeşliği şuuruyla bilinciyle yetiştirilmesidir.
Bunun örnekleri geçmişte Milli Görüş’ün icraatlarında vardır. Merhum Erbakan Hocamızın söylemlerinde vardır. Bugün de bu sorunu çözebilecek olan yine Millî Görüş anlayışıdır diyorum.
“Dün basına yapmış olduğunuz bir açıklamada, ‘Bu açıklamayı Yeniden Refah Partisi olarak biz yapsaydık herhalde şu anda İmralı’da olurduk’ dediniz. Bu açıklamanızı biraz da açıklar mısınız?” sorusuna cevaben;
Onunla ilgili biz bir genel başkan yardımcısı arkadaşımızla konuşurken de yarı şaka yarı ciddi şöyle bir şey söyledik. Dedik ki “biz yapsaydık herhalde şu anda İmralı'da olurduk” dedik. “Madem Abdullah Öcalan'dan bir şey duymak istiyorsunuz, gidin İmralı'ya duyun” diyebilirlerdi bize dedik. Tabii benzer açıklamalar AK Parti'nin içerisinden de geldi. Onlar da ifade ettiler. Dediler ki “muhalefet partileri bunu söyleseydi biz şu anda neler yazıyor olurduk, onları nasıl eleştiriyor olurduk”, onlar da bu şekilde ifade ettiler.
Tabii bu büyük bir çelişki. Yani bu çağrıyı yapanların siyasi hayatına ve daha çok yakın zamandaki söylemlerine baktığınızda; bugün geldikleri noktayla büyük bir çelişki oluşturuyor ve aynı zamanda da sizin söylediğiniz gibi maalesef Türkiye'de böyle çifte standartlar da yaşanıyor.
Burada tabii Sayın Cumhurbaşkanı'nın bilgisi olmadığını ifade ettiler. Ancak biz şunu da ifade etmek istiyoruz:
“Türkiye'de maalesef ekonomi kayıt dışı, bununla beraber dış ilişkiler kayıt dışı, bu gibi müzakereler bu gibi adımlar kayıt dışı”. Şeffaflık yok. Yeterli bilgilendirme özellikle Meclis’e, diğer siyasi partilere, muhalefete ve milletimize, halkımıza, kamuoyuna yeterli bilgilendirme yapılmıyor. Kim neyi biliyor, kim neyi bilmiyor? Kimler arasında ne konuşuldu da böyle bir atım atıldı? Bunun arkasında ne var? Asıl amaç nedir? Bunlarla ilgili maalesef yeterli bilgilendirme yapılmıyor.
Ancak tabii ben Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu konudan habersiz olduğuna inanmıyorum. Basit konularda dahi Sayın Bahçeli ile Sayın Cumhurbaşkanı sık sık istişare ederek birbirlerine haber vererek açıklamalar yaptıklarını, adımlar attıklarını biliyorum, biliyoruz. Hele hele böyle kritik, böyle önemli bir konuda, böyle tarihi bir konuşmada Sayın Bahçeli'nin Sayın Cumhurbaşkanı'ndan habersiz, bilgisiz böyle bir adım atacağını zannetmiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı da bir miktar daha bekleyip görme stratejisini uyguluyor diye düşünüyorum. Tepkiler ne olacak? Kamuoyu bunu nasıl değerlendirecek? Onun arkasından da kendisi de pozisyonunu ifade edecek diye değerlendiriyorum.
“Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu açıklamayla birlikte Cumhur İttifakı'nın pozisyonu beklemediğimiz bir yöne mi evrildi?” sorusuna cevaben;
Biz de milletimiz gibi bu açıklamadan dolayı büyük bir şaşkınlık yaşadık. Biraz önce de ifade ettim. Sayın Bahçeli'nin, MHP'nin yıllardır yürüttüğü siyasetle de çok büyük bir çelişki olduğunu açıkça ortaya koydum.
Bizim Cumhur İttifakı'nda bulunmamızın sebebini daha önce de defalarca ifade ettik. “Bizim olmazsa olmaz kırmızıçizgilerimiz var. Bu kırmızıçizgilerimiz hem dış politikayla ilgili hem ekonomiyle ilgili hem sosyal politikalarla ilgili. Bu çizgiler de bizim partimizin veya şahsımızın hayrına olsun diye değil, milletin hayrına, ülkenin, milletin, devletin dertlerine derman olsun diye ortaya konulan kırmızıçizgiler ve bunları da bir mutabakat metni olarak ortaya koyduk. Bu mutabakat metni imzalanmazsa bu konuda mutabık kalmazsak biz herhangi bir ittifakın içerisinde yer almayız” dedik.
Bu sözümüzün arkasında durduğumuz için mutabakat metni imzalanmadığından dolayı Cumhurbaşkanı adaylığımızı ilan ettik, başvurumuzu yaptık, imzalarımızı toplamaya başladık ancak Cuma günü birdenbire imzaların bitimine üç gün kala “tamam biz mutabakatta varız, bunu imzalıyoruz, bu prensipler doğrultusunda icraat yapacağız” noktasına geldiler.
Milletin huzurunda bu mutabakat metni imzalandı ve arkasından da maalesef geçen sürede bırakınız bu maddelere uygun icraatlar yapmayı, bunun tam tersi yönde adımlar atıldığı için Cumhur İttifakı'ndan yerel seçim itibariyle de resmen ve fiilen ayrılmış olduk. Terörist başına yapılan bu çağrıları gördüğümüz zaman da elbette Cumhur İttifakı'nın dışında olmamızın çok daha hayırlı olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
“Bu süreç sizce nereye gidiyor?” sorusuna cevaben;
Böyle bir şeyin olmasını son derece düşük bir ihtimal olarak görüyorum. Çünkü gerçekten de “85 milyona başta şehitlerimize, gazilerimize, onların ailelerine güvenlik güçlerimize, silahlı kuvvetlerimize bunu anlatabilmek, onları ikna edebilmek, böyle bir şeyi kabullenmelerini beklemek söz konusu olamaz” diye düşünüyorum.
Böyle bir adımın atılması mümkün gözükmüyor bana göre. Buna müsaade edilmemelidir. Biraz önce de söylediğim buradan bir beklenti içerisindeler. Ancak şunu da hesap etmeleri gerekir. “Biz anayasayı kendi istediğimiz şekilde bu hamleyle değiştiriyoruz. Arkasından seçimlerde DEM parti seçmeninin veya DEM partinin desteğini de alıyoruz” diye düşünebilirler. Ancak bunları alırken böyle bir hamle yapıldığı için diğer taraftan Milliyetçi-Muhafazakâr, dindar milyonlarca seçmenin desteğini bir yandan kaybedeceklerini de hesap etmeleri gerekir.
Böyle bir şey olsa bile –ki buna müsaade edilmemeli, biz de etmeyeceğimizi ifade ediyoruz– Anayasa değiştirilse, bunun arkasından böyle bir ittifak kurulsa bile seçimlerde yine de başarılı olabilmesi, iktidarı mümkün olmaz. Çünkü bundan dolayı belki bir miktar Doğu’dan ve Güneydoğu’dan oy alabileceklerini hesap ediyorlar ama bu sefer de milyonlarca vatandaşımız oy vermeyecekler, vazgeçecekler ve böylece aslında tekrardan iktidarı elde etmeleri mümkün olmayacak.
Dr. Fatih ERBAKAN
Yeniden Refah Partisi
Genel Başkanı
İstanbul Milletvekili