Çok değerli basın mensupları,
Kıymetli il başkanlarımız,
Aziz milletimizin kıymetli evlatları,
Yeniden Refah Partimizin 6. yaşını kutluyoruz. Çünkü bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta Yeniden Refah Partimiz 6 yaşını doldurdu. Bizim buradaki sloganımızı sizler de biliyorsunuz, teşkilatlarımız da biliyor.
“İman, azim ve aşkla, Yeniden Refah 6 yaşında. Hep birlikte nice 6 yıllara diyoruz.”
Elbette bizi bu kadar kısa bir süre içerisinde Türkiye'nin en büyük üçüncü partisi olma noktasına taşıyan çok değerli teşkilatlarımıza ve aziz milletimize de buradan bir kez daha en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. İnşaallah hep birlikte çok daha büyük başarılara, nice 6 yıllara, 16 yıllara, 26 yıllara hep birlikte inşaallah ulaşacağız.
Burada altı çizilmesi gereken önemli bir husus. Evet. Yeniden Refah Partimiz 6 yaşında ama 55 senelik mazisi olan bir partiyiz. 55 senelik Millî Görüş mirasının günümüzdeki temsilcisi olan bir partiyiz. İnşaallah bundan sonra da bugüne kadar olduğu gibi istikametten sapmadan yolumuza devam edeceğiz ve Millî Görüş Davamızı, Yeniden Refah Partimizi ve ülkemizi inşaallah layık olduğu yere hep birlikte taşıyacağız.
Burada bir müjdeyi de yine paylaşmak istiyorum. Biraz önce de söyledim. Hem tabanda hem tavanda Yeniden Refah Partimiz tüm hızıyla büyümeye devam ediyor. Bu ay itibarıyla, yani 1 Aralık akşamı itibarıyla Yeniden Refah Partimiz 600 bin üye sayısını aştı. 601 bin üye sayısına ulaştı elhamdülillah. Şimdi daha önce de ifade ettiğimiz gibi hedefimiz elbette ki 1 milyon üyedir. Bir milyon üye demek; Türkiye genelinde yüzde 10 oy seviyesini aşmak demektir. İnşaallah bunu da gerçekleştireceğiz. Büyük bir hızla Yeniden Refah Partimiz üye kayıtlarına devam ediyor. Önümüzdeki aylarda 1 milyon üye hedefine de inşaallah ulaşacağız. Dediğim gibi yüzde 10’luk oy seviyesini en azından garanti etmiş olacağız ve 1 milyona ulaştığımız zaman büyük bir programla inşaallah bunu da hep birlikte kutlayacağız, kamuoyuyla paylaşacağız.
Bu noktaya gelmemize vesile olan çok değerli teşkilatlarımıza, bununla beraber Yeniden Refah Partimize bu teveccühü gösteren aziz milletimize en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Bütün emeği geçenlerden Allah razı olsun diyorum. Aziz milletimizin bu güvenine, bu teveccühüne layık olmak için bundan sonra da bugüne kadar olduğu gibi elimizden gelen gayreti inşaallah göstereceğiz.
Hepinizin bildiği gibi geçtiğimiz hafta İsrail'le ticaret protestosunu gerçekleştiren 9 kardeşimiz tutuklanmışlardı. Bu gençler, aslında sabit bir adresleri, yerleşik bir ikametgâhları olmasına rağmen ve olayın video kayıdı olmasına rağmen, yani delillerin karartılma ihtimali olmamasına rağmen, herhangi bir sabıka kayıtları olmamasına rağmen, bu gençlerimiz haksız ve hukuksuz bir şekilde Cumhurbaşkanına hakaret suçundan tutuklanmışlardı.
İfadeleri, videolarda ve internette var. Hiçbir hakaret içermiyor. Kimseye şiddet uygulamadılar, kimseye hakaret etmediler. Hiçbiri herhangi bir yasa dışı örgütün üyesi değiller. Kaldı ki hakaret olsa dahi bu suçun cezası 2 yıldan az olması sebebiyle hükmün açıklanmasının geriye bırakılması, dolayısıyla zaten hapse girmeleri söz konusu olmayacaktı. Ancak ceza alsalar dahi hapse girmeyecek olan bu gençlerimizi peşin peşin yargılamadan cezalandırma yoluna gidilmişti. Bu noktada Yeniden Refah Partisi olarak; bu haksız, hukuksuz kararı, bu merhametsiz ve tahammülsüz yaklaşımı şiddetle kınadığımızı, bu olayın takipçisi olacağımızı ifade etmiştik ve bundan iki gün evvel bizzat bendeniz resmi olarak Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Şeyma Yıldırım kardeşimizi ziyaret etmek üzere ilgili makama dilekçeyle başvurmuştum.
Ancak dün akşam son derece sevindirici bir gelişme, zaten hak ettikleri bir sonuç, bu tutukluluğun devamına itiraz dilekçesi kabul edildi ve tutukluluk hali ortadan kaldırıldı. Bu dokuz tane gencimiz serbest bırakıldı. Bundan duyduğumuz memnuniyeti ifade ediyoruz ve gençlerimize de geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
Burada İsrail ile ticaret konusu gündeme gelmişken bizlere dün itibarıyla ulaşan bir bilgiyi, bir iddiayı kamuoyuyla paylaşmak ve yetkililerden bununla ilgili bir açıklama bir açıklama rica ediyorum. Dün itibarıyla bize ulaşan bir iddiaya göre Washington merkezli kâr amacı gütmeyen bir organizasyon olan Environmental Investigation Agency (EIA) isimli kuruluş, Dünya genelinde çevreye zararlı etkileri araştıran ve çevrenin kirletilmesine karşı çeşitli çalışmalar ve raporlar düzenleyen bir kuruluş. Bu kuruluşun ortaya koyduğu bilgilere göre İsrail'in atıkları, çöpleri yıllardan beri ve halen daha gemilerle Türkiye'ye geliyor ve Mersin Limanı'ndan Adana'ya ulaştırılıyor. Ardından bu atıklar, bu çöpler çevreye de son derece zararlı olacak bir şekilde Adana'da AK Partili ve Sayın Erdoğan'a son derece yakın bir iş adamının geri dönüşüm tesisinde geri dönüşüme tabi tutuluyor.
- Bu iddiaya göre 2024 yılında 270 bin ton İsrail çöpü Adana'ya ulaştırıldı ve burada geri dönüşüme tabi tutuldu. Bu kirli, çevreye mikrop saçan, sağlığa zararlı çöplerin ve atıkların getirilip ülkemizde geri dönüşüme tabi tutulduğu iddiası doğru mudur?
- Adana'da böyle bir firma gerçekten bu faaliyeti yapıyor mu?
- İsrail'in atıklarını, çöplerini temizlemek, ayıklamak bize mi düştü?
Bu soruları buradan yetkililere soruyorum ve ilgili sorumlu bakanlardan, yetkililerden bu konuda acilen bir açıklama beklediğimizi de ifade ediyorum.
Hepinizin bildiği gibi Türkiye gündeminde ekonomi var. Vatandaşın gündeminde çocuğunun beslenme çantasına koyacak bir sandviçi, bir sütü bulamama, bir taze ekmek alamayıp askıda ekmek kuyruklarında bekleme var. Ödeyemediği kredi kartı borçları, ödeyemediği doğal gaz ve elektrik faturaları var.
Bu nedenle elbette ki Türkiye'de aslında asgari ücret dediğimiz ama çalışan kesimin neredeyse yarısından fazlasının almış olduğu bir ücret olması hasebiyle Türkiye'miz için bir ortalama ücret olan asgari ücretle ilgili fikirlerimizi ifade etmek istiyorum.
Bir defa asgari ücrete biz kul hakkı zaviyesinden bakıyoruz. Bizler, Millî Görüş olarak adil düzenin temsilcileriyiz. Paylaşımda adalet diyoruz. Herkesin hakkının alın teri daha kurumadan kendisine teslim edilmesini istiyoruz. Bizler, Millî Görüş olarak “önce imtiyazlılar, önce güçlüler değil, önce millet, önce ezilenler” görüşüne sahip bir partiyiz. Bu nedenle asgari ücretin belirlenmesi konusuna son derece hassas yaklaşıyoruz.
Yine 54. Hükümet döneminde ücretli kesime en büyük maaş zamlarını yaparak Cumhuriyet tarihinin en bereketli döneminin yaşanmasına vesile olan Merhum Erbakan Hocamızın yolundan giden dava erleriyiz. Asgari ücrete yüzde 100, memurlara yüzde 200, Bağ-Kur emeklisine yüzde 320 maaş zammı yapan Merhum Erbakan Hocamızın talebeleriyiz. Bu nedenle 2025 yılı asgari ücretinin belirlenmesi konusu Yeniden Refah Partimiz için son derece önemlidir.
Öncelikle, ülkemizde açlık sınırı 21 bin TL seviyesine, yoksulluk sınırı ise 70 bin lira seviyesine gelmiştir. 2024 yılı enflasyonu yüzde 50'ye yakın bir noktada yılı tamamlıyor. Ekim ayında yüzde 48, Kasım ayında yüzde 47. Şimdi Aralık ayında da aylık olarak yüzde 0,5 olmadığı takdirde bunun daha da düşmesi mümkün değildir. Yılsonunu neredeyse yüzde 50'lik bir enflasyonla tamamlayacağız.
2024 yılı için tahminler neydi? Tahminler yüzde 33'tü. %33'lük tahmin yerine neredeyse %50'lik bir enflasyonla yılı tamamlıyoruz. Peki, 2025 yılı tahminleri nedir? Yüzde 21. Peki bu tahminler tutabilecek mi? Elbette ki tutamayacak. Üzülerek ifade ediyorum. Yüzde 33 nasıl yüzde 50 çıktıysa, yüzde 21 de nereden baksanız yüzde 40’lık bir enflasyon olarak karşımıza çıkacak. Zaten bunun bir göstergesi ve habercisi olarak Yeniden Değerleme Oranı yüzde 44 olarak hesaplandı. Vergilere, cezalara, harçlara 2025 yılında yüzde 44 zam yapılacak. Bütün bu şartlar altında, bu enflasyon ortamında asgari ücretliyi sadece enflasyona ezdirmeyelim deseniz bile yüzde 40’lık bir zam yapmanız lazım ki en az bu da 24 bin TL seviyesine çıkarmak demektir.
24 bin TL yeter mi? Hayır. Neden? Çünkü AK Parti iktidarı 2002 yılında iş başına geldiğinden bu yana Türkiye'nin büyümesinden herhangi bir pay asgari ücretlilere verilmedi. İşveren büyüdü, ekonomi büyüdü, Türkiye büyüdü, iş adamları büyüdü ama çalışan kesim, ücretli kesim bundan herhangi bir pay alamadı. Bu payı da matematik olarak hesap edip asgari ücrete eklediğinizde 34 bin TL rakamını buluyorsunuz.
Bir de üçüncü bir faktör, biz ne diyoruz? En azından 2 asgari ücret yoksulluk sınırına eşit olsun. Yani bir ailede iki kişi çalışıyorsa, o aileye 2 asgari ücret giriyorsa, bu aile en azından yoksulluk çekmez.
Bunu da hesaba kattığınızda, bu üç faktör bakımından hesaplamayı yaptığınızda asgari ücretin 2025 yılında 35 bin TL seviyesinde olması gerekir. Yeniden Refah Partisi olarak, bu rakamı altını çizerek telaffuz ediyoruz.
Bir de bu 35 bin TL’yi mantıklı hale getiren, bizi haklı hale getiren dört ayrı sebep daha var. Bunlardan birincisi; Türkiye’de, Avrupa ve Batı ülkelerinden farklı olarak asgari ücret bireysel bir ücret değildir. Asgari ücretle dört kişi geçiniyor. Üç kişi geçiniyor. En azından iki kişi geçiniyor. Dolayısıyla asgari ücretimizin bizim mutlaka yüksek olması lazım. İkinci sebep, Batı ülkelerinde, Avrupa Birliği'nde çalışan kesimin, ücretli kesimin milli gelirden aldığı pay %65 iken Türkiye’de ücretli kesimin, özellikle de asgari ücretlilerin oluşturduğu bu ücretli kesimin, milli gelirden aldığı pay %25’tir. Bizim bunu en azından yüzde 50’lere taşımamız lazım. O nedenle de asgari ücretin artması lazım. Üçüncü sebep bizim asgari ücretlimiz batı ülkelerindekilerden daha fazla vergi ödüyor. Neden? Bizim vergi sistemimiz adaletsiz. Vergi gelirlerinin yüzde 66’sı dolaylı vergiler yani alışverişten alınan vergiler. Dolayısıyla sürekli alışveriş yapınca bu vergiler ödenmek zorunda kalınıyor. Hayatta kalması için de bu alışverişi yapmak zorunda. Gelirden alınan, servetten alınan, zenginden alınan vergiler yüzde 34 seviyesinde ama ücretliden, dar gelirliden alınan, alışverişten alınan dolaylı vergiler %66 oranında. Eğer dar gelirli daha çok vergi ödüyorsa daha yüksek maaş alması lazım. Yine asgari ücretin yüksek olması için dördüncü bir sebep de bizim asgari ücretlilerimiz, batı ülkelerinden ve OECD ülkelerindeki asgari ücretlilerden mesai saati olarak daha fazla çalışıyor. OECD ülkeleri içinde Türkiye’den fazla çalışan sadece Kolombiya var. Bunun dışında Avrupa'da ve diğer batı ülkelerinde, diğer OECD ülkelerinde asgari ücretlerin mesai saati bizimkinden daha kısa. İşte bu nedenle biz asgari ücret 35 bin TL olmalıdır ve en düşük emekli maaşı da mutlaka asgari ücret seviyesine getirilmelidir diyoruz.
“Asgari ücret bu kadar yüksek olursa işveren ne yapacak? Nasıl ödeyecek bu parayı?” Burada da iktidara, devlete sorumluluk düşüyor. Bu lüksten, şatafattan birazcık tasarruf edeceksiniz, kamudaki israfı önleyeceksiniz. Şu iki elin parmakları kadar olmayan imtiyazlı holdinglere şu trilyonlarca lirayı Kamu-Özel İşbirliği projeleriyle, vergi muafiyetleriyle aktarmaktan vazgeçip ve bu imkânı işverene vereceksiniz. Her işveren, çalıştırdığı asgari ücretli sayısı oranında devletten destek alsın ve böylece ne işveren ezilsin ne de asgari ücretle ezilsin.
“Asgari ücret bu kadar arttırılırsa Türkiye'de enflasyon olur.” Evet, asgari ücretin arttırılmasının bir miktar enflasyon etkisi olabilir ama biz bu insanları açlıktan ölmeye mi terk edeceğiz? Asgari ücreti arttırarak bu insanlarımıza dar gelirlerimize sağlayacağımız fayda, o bir miktar enflasyon artışının getireceği zarardan çok daha yüksektir, çok daha büyüktür. Bu nedenle mutlaka asgari ücretin 35 bin TL seviyesine çıkması gerektiğini ve devletin de işverene bu noktada destek olması gerektiğini ifade ediyoruz.
İktidar, yılbaşında vergi, harç ve cezalara yüzde 44 zam uygularken, yani kendisinin alacaklarında enflasyonu yüzde 44 olarak hesap ederken, memur ve memur emeklilerinin maaşlarına yüzde 13, esnaf, işçi ve çiftçi emeklisi maaşlarına da maalesef yüzde 17 seviyesinde bir zam yapılacağı aşağı yukarı netleşti. Ocak ayında kesinleşecek. Ama şu anda iktidarın düşündüğü rakamlar bunlar. Memur ve memur emeklisine yüzde 13 zam, esnaf, işçi ve çiftçi emeklisine yüzde 17 zam. Yani en düşük memur emeklisi maaşı 17 bin 400 TL, en düşük işçi emeklisi maaşı 14 bin 640 TL olacak. Açlık sınırının 21 bin TL’ye dayandığı, yoksulluk sınırının 70 bin TL’ye dayandığı bir ülkede bu rakamların kabul edilebilmesi mümkün değildir.
Buradan iktidara bir kez daha sesleniyoruz. İktidara “önce millet anlayışıyla hareket edin” çağrımızı bir kez daha yineliyoruz. Bakınız, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi oturduğu mahallede, İstanbul Kısıklı'daki Tarım Kredi Kooperatifi’nden 2021 yılında yapmış olduğu alışveriş, 2021 yılından bugüne kadar tam 5 kat zamlandı. 1.002 TL tutmuştu, “çok da uygun fiyatlar” demişti. Sayın Cumhurbaşkanı, şimdi 2024 yılsonunda aynı alışverişin bedeli 5 bin TL’ye ulaştı ve bu aynı alışveriş geçen seneden bu seneye yüzde 78 zamlandı.
Sayın Cumhurbaşkanı da fiyatların artışını görüyor. Enflasyonu görüyor. Yüzde 50 enflasyonu TÜİK açıklıyor. ENAG yüzde 86 diyor. İşte yaptığınız alışveriş, marketten aldığınız ürünler bir senede yüzde 78 artıyor. Ama asgari ücrete gelince yüzde 15’ten, yüzde 20’den bahsediyorsunuz. Bu insanların hakkını yemektir. Bu insanları ezmektir. Bu kul hakkına tecavüz demektir. Yüzde 78 zam yapsalar, asgari ücretin 30 bin 260 TL olması lazım. Türkiye'nin gerçekleri, piyasanın, pazarın, çarşının, marketin gerçekleri budur.
Yine Sayın Cumhurbaşkanı'nın 2022 yılında verdiği Medine hurmalı manda yoğurdu tarifinin fiyatını da burada ortaya koymamız lazım. Vatandaşımız fırınlarda askıda ekmek kuyruğunda beklerken, Sayın Cumhurbaşkanı Medine hurmalı, kestane ballı manda yoğurdu tarifi vermişti. “Her akşam bir kâse manda yoğurduna Medine hurması doğrarım birkaç kaşık kestane balı bir de yulaf koyarım. Herkese şifa olur, herkese tavsiye ederim” demişti. 2022 yılında Sayın Cumhurbaşkanı'nın şifa olarak tavsiye ettiği bu tarif 405 TL tutuyordu. Bugün 2024 yılsonunda yüzde 178 oranında zamlanarak aynı tarifi yapabilmek 1.229 TL’ye mal olmaya başladı.
12 bin 500 TL maaş alan bir emekli, 17 bin TL maaş alan bir asgari ücretli, milyonlarca dar gelirli, her akşam 1.000 liralık kestane ballı manda yoğurdunu, Medine hurmasını nasıl yiyecek? Bu şartlarda kalkıp asgari ücreti 22 bin TL, en düşük memur emeklisi maaşını 17 bin 400 TL, en düşük işçi emeklisi maaşını 14 bin 643 TL yapmaya kalkıyorsunuz. Medine hurmalı, kestane ballı, manda yoğurdu tarifinin 1.229 TL’yi bulduğu bir ekonomide, maaşlar 14 bin TL, 17 bin TL, 22 bin TL. Bu tablo karşısında ancak el insaf diyebiliyoruz.
“Önce millet” anlayışının ne kadar önemli olduğunu 54. Hükümet'te Merhum Erbakan Hocamız gösterdi. Önce millet dedi, önce dar gelirlinin, işçinin, memurun, emeklinin, çiftçinin, köylünün alım gücünü, refah seviyesini arttırdı.
Türkiye'de yoksulluğun boyutu gerçekten de çok büyük ve bu yoksulluktan en çok da çocuklarımız etkileniyor. Bakınız, daha önce ifade etmiştik. Bir beslenme çantasının tek bir günde, tek bir öğünde hazırlanma maliyeti neredeyse 150 TL’yi buluyor. Bir sandviç veya tost, bir tane meyve, bir tane de küçük kutu süt. Neredeyse 150 TL yapıyor. 5 günlüğü 750 TL yapar, yani bir hafta 5 gün okul var, bir ayda 3000 TL yapar. İki çocuklu bir asgari ücretliyi düşünün. Sadece çocuklarının beslenme çantası maliyeti aylık 6.000 TL. Sayın Cumhurbaşkanı'nın tavsiyesine uyup 3 çocuk sahibi olan bir asgari ücretliyi düşünün. Sadece çocukların beslenme çantası maliyeti aylık 9.000 TL.
17 bin TL’lik bir asgari ücretle siz 9.000 TL’yi sadece 3 çocuğunuzun beslenme çantasına vereceksiniz. Bu verilemediği için ne oluyor? Maalesef çocuklarımız okula aç gidiyor. Bugün Türkiye'de 7 milyon çocuğun yoksul olduğu, 2 milyon çocuğun aşırı yoksulluk içerisinde olduğu ve 3 çocuktan bir tanesinin okula aç gittiğini araştırmalar ortaya koyuyor. Beslenme çantasına anne babası bir şey koyamıyor. Okulda bir simit, bir tost, bir ayran alabilecek imkânı yok. Parası yok.
Bir de iktidarın 2023 seçimleri öncesinde sözünü verdiği çocuklara, öğrencilere okulda bir öğün ücretsiz yemek uygulaması da ortada yok. O da kaldırıldı. Böyle olunca çocuklarımız derslere aç giriyor. Çok acı bir tablodan bahsediyorum.
Diğer yandan, bilimsel araştırmalar çocukların beyin fonksiyonlarının gelişimi, zihinsel gelişimiyle beslenmelerinin çok yakından ilişkili olduğunu, doğrudan etkisi olduğunu ortaya koyuyor. Algılama, odaklanma, bilişsel yetenekler, hafıza bunların hepsi doğrudan doğruya beslenme ile ilgili.
TÜİK'in yayınladığı Türkiye Çocuk Araştırması Raporu’na göre Türkiye'deki çocukların yüzde 62'si her gün makarna ve ekmek yemek zorunda kalıyor. 3 çocuktan 2'sinin makarna ve ekmekle beslendiği bir ülkede; çocukların hafızasının gelişmesi, bilişsel yeteneklerinin gelişmesi, odaklamasının, algılamasının gelişmesi, zihinsel gelişimi nasıl olacak gelin siz düşünün. Bir de TÜİK bu istatistiki yayınlamış, yine de tabii ki TÜİK’e teşekkür ediyorum.
Üç çocuktan biri okula aç gidiyor, üç çocuktan ikisi her gün makarna ve ekmek yiyor. 7 milyon çocuk yoksul, 2 milyon çocuk ağır yoksulluk içerisinde. Bilimsel araştırmaların ve TÜİK'in ortaya koyduğu veriler. Yeniden Refah Partisi olarak, iktidar hiç değilse çocuklarımız için ücretli kesimin refah seviyesini, alım gücünü arttırsın diyoruz. Anne babalarını düşünmüyorsanız hiç değilse çocuklarımızı düşünün.
Yine burada Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek'in bir yatırım tavsiyesiyle ilgili görüşlerimizi ifade etmek istiyorum. Sayın Mehmet Şimşek sigara içenlere diyor ki “günlük bir paket sigara içseniz paketi 75 TL’den bir yılda 27 bin TL yapar. Bir sene bu sigarayı içmeyin, bu 27 bin TL’yi Halk Bankası'nda faize yatırın ve beş senede bu size 147 bin TL olarak geri dönsün.”
Sayın Maliye Bakanı'nın yaptığı tavsiyeyi görüyor musunuz? Bir Bakan eliyle, bir Bakan ağzıyla milletimiz doğrudan doğruya yüksek faize yönlendiriliyor, faiz teşvik ediliyor. Kendilerinin bir senede bu milletin, bu ülkenin 2 trilyon TL’sini faize vermeleri yetmiyormuş gibi bir de milleti de faiz almaya teşvik ediyor. Bir Bakan eliyle, bakan ağzıyla bu milletin faize teşvik edilmesini kınadığımızı ifade etmek istiyorum.
Sayın Şimşek, insanlarımızı faize teşvik etmek, faize yönlendirmek yerine, harcamalarından kısmaya davet etmek yerine, siz Maliye Bakanı olarak kaynak üretseniz de her Allah'ın günü icat ettiğiniz vergilerle bu milleti ezmeseniz daha iyi olmaz mı Allah aşkına?
Ama hiç mümkün mü? Biz lafı kime söylüyoruz? Bakın şimdi bir Deli Dumrul Vergisi daha geliyor. Nedir o? Esnafa konum vergisi. İşyeriniz var, pidecisiniz, kokoreççisiniz veya küçük tuhafiyeniz var, kırtasiyeniz var. İnternet sayfanızda bir harita paylaştınız. Haritada da işyerinizin konumu gözüküyor. Bu konumun internet sayfanızda haritada paylaşılması nedeniyle –herhalde sanal alemde yer işgal ediyorsunuz diye– 1.750 TL ile 1 milyon 750 bin TL arasında yıllık lisans ücreti ödeyeceksiniz.
Deli Dumrul vergisini görüyor musunuz? Lisans ücretini ödemezseniz bunun 10 katı ceza ödeyeceksiniz. Cezalar da 10 misliyle başlıyor. Bu cezalar, şu anda AK Parti milletvekillerinin hazırladığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülen Köy Kanunu içerisinde geçiyor. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı “yok öyle şey” dedi ama Kanun’un maddeleri çok açık. Açık bir şekilde böyle bir yeni Deli Dumrul Vergisi’nin getirilmesini içeriyor. Bu düzenlemenin dünyada hiçbir örneği yok. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir havadan sudan vergi alınması, böyle bir Deli Dumrul Vergisi’nin bir örneği yok.
Halimiz Güldür Güldür skeçlerine döndü. Ne yapıyordu güldür güldür skeçlerinde? “Vergi icat etmeleri lazım.” Diyor ki “Efendim aklıma çok güzel bir fikir geldi.” “Nedir o?” “Yurt dışına çıkış harcı alıyoruz ya.” “Evet.” “Yurda dönüş harcı da alalım. Hem girerken alalım, hem çıkarken alalım.”
Aman bunları hatırlatmayalım, duyarlarsa yarın onu da almaya başlarlar. Kaynak üretemiyorsun. İmtiyazlılardan vazgeçemiyorsun. İsraftan, lüksten, şatafattan vazgeçemiyorsun. Denk bütçe yapıp da faiz canavarından kurtulmuyorsun. Ondan sonra ha babam vergi. Halimiz dediğim gibi Güldür Güldür skeçlerine dönmüş durumda.
Son olarak sözlerimi toparlarken Suriye konusuna da değinmek istiyorum. Suriye konusu gerçekten de çok hassas bir konu. Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Orta Doğu'yu ve İslam alemini yakından ilgilendiriyor. Muhalifler bildiğiniz gibi Halep'in ardından Hama'yı aldılar ve Humus'u da almak üzereler. Humus'u da almaları halinde rejimin elinde sadece Şam, Lazkiye ve Tartus kalacak ve aynı zamanda Şam'ın Lazkiye ile olan bağlantısı kesilecek, rejimin Akdeniz'e çıkış yolu da ortadan kalkmış olacak.
Adım adım Muhalifler ilerliyorlar ve yaşanan bu olayları da İsrail, Amerika, PKK ve diğer aktörler dış güçlerde çok yakından takip ederek pozisyon alıyor. Hizb-ut Tahrîri’ş-Şam Örgütü'nün bu ilerleyişi, örgütün liderinin dün akşam CNN International'da televizyona çıkarıp konuşturulması da son derece manidar bir gelişme olarak karşımızda duruyor.
Burada Türkiye'nin rolü hayati önem taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bu noktada hem kardeşlik hukukundan hem komşuluk hukukundan hem de siyasi ve stratejik olarak mutlaka bir inisiyatif alması lazım. Esad, İran ve Suriye'deki muhaliflerle birlikte kapsayıcı, kucaklayıcı yeni bir hükümetin kurulması ve böylelikle akan kanın da bir an evvel durdurulması gerekiyor.
Bunun için Türkiye'nin gerekli adımları atması lazım. Dürzi, Kürt, Türkmen, Nusayri, Ermeni, Arap, İsmaili ve diğer tüm azınlıkların da temsil edileceği kapsayıcı, kucaklayıcı bir hükümet ve İsrail ve ABD'nin planlarına karşı bir emniyet sübabı olarak Beşşar Esad'ın da içinde bulunduğu bir hükümetin kurulması ve Suriye'yi tam manasıyla temsil etmesi ve böylelikle de İsrail, ABD ve PKK gibi çeşitli güçlerin, dış güçlerin planlarına asla ve asla geçit verilmemelidir.
Son derece kritik günlerdeyiz, kritik süreçlerdeyiz. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne tarihi bir görev düşüyor. Kurulacak yeni hükümet tarafından tüm Suriye halkı kucaklanmalıdır.
Çok önemli bir husus da her zaman altını çizerek ifade ettiğimiz gibi Suriye'nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısı da mutlaka korunmalıdır. Irak'ın arkasından Suriye'nin bölünmesi Allah vermesin, İran ve Türkiye'nin bölünmesini de getirir. Allah muhafaza buyursun. Bunu 1992 yılında meclis konuşmasında bundan 32 sene evvel Merhum Erbakan Hocamız ayrıntılarıyla anlatıyor. 30 sene, 40 sene önce bunları ayrıntılarıyla anlattı. “Önce Irak ve Suriye, arkasından İran ve Türkiye” dedi. Allah muhafaza buyursun. Böyle bir oyuna Türkiye'nin asla geçit vermemesi lazım. Elbette ki Beşşar Esad'ın da burada gurur, kibir yapmayıp bir an evvel çeşitli bir hesabın içine girmeden Türkiye ile İran ile birlikte masaya oturması gerektir diyorum.
“MHP lideri Devlet Bahçeli, geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında ‘İmralı ve DEM Partisi arasında doğrudan irtibat sağlanmalı’ demişti. Siz bu ifadeyi nasıl yorumluyorsunuz?” sorusuna cevaben;
Yani bir irtibat sağlanacaksa bu; Abdullah Öcalan'ın herhangi bir talebinin yerine getirilmesi ve Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması, umut hakkından yararlanması gibi bir noktada kesinlikle olmamalıdır. Bir irtibat olacaksa DEM tarafından veya iktidar tarafından daha doğrusu devlet tarafından, bu irtibatın sonucunda Abdullah Öcalan “silahları bırakın çağrısını” İmralı'dan bulunduğu yerden yapması lazım.
Yeniden Refah Partisi olarak, önceden beri hep söylüyoruz “40 bin insanın katili olan bir terörist başının serbest bırakılmasına, umut hakkından yararlanmasına, hele hele TBMM’ye gelmesine kesinlikle karşı olduğumuzu ifade ediyoruz”.
Bir çağrı yapacaksa bulunduğu yerden yapsın, “silah bırakın” diyecekse bulunduğu yerden desin.