
Çok Değerli İl Başkanlarımız, Kıymetli Genel Başkan Yardımcılarımız, Değerli Basın Mensupları…
Bugün ülkemizde yaşanan gelişmelere baktığımızda, televizyonlarda gördüğümüz haberlere baktığımızda, üzülerek ifade ediyorum ülkemizin adeta bir korku filmi seti haline geldiğini görüyoruz.
Bu tablo karşısında iktidar maalesef muhalefet partisiymiş gibi konuları anlatıp bunlarla ilgili şikâyette bulunmaktan başka herhangi bir şey yapmıyor.
Sosyal açıdan, ahlaki açıdan, toplumsal açıdan yaşanan olaylar, Türkiye'nin bir korku filminin seti haline geldiğini maalesef gösteriyor. Bugün milyonlarca vatandaşımız yoğun bir güven bunalımı içerisinde, endişe içerisinde ve aynı zamanda da huzursuzluk içerisinde bulunmaktadır.
Bugün Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu en önemli tehdit, en önemli sorun, çok büyük bir güven ve ahlak bunalımı olarak tanımlanabilir. Bu korku filmi setinde; sokak ortasında işlenen vahşi cinayetlerden yeni doğan bebeklerin katliamına hatta bebek katilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne davet edilmesine kadar son derece kan donduran olayları arka arkaya maalesef yaşıyoruz.
Yine bu korku filmi setinde kendi ailesi içinde bir çocuğun canına kıyabilen aile üyeleri ve aynı zamanda maalesef bu sentetik uyuşturucularla adeta zombiye dönüşen gençleri ve bireyleri görebiliyoruz.
Hemen her yerde kirli işler, karanlık ilişkiler, vahşet, şiddet ve maalesef ahlaki erozyonla karşı karşıya kalıyoruz. Bu tablo karşısında da 85 milyon vatandaşımızın endişesi artıyor, huzursuzluğu artıyor ve büyük bir güven bunalımı yaşıyor.
Milletimiz caddelerde, sokaklarda hatta hastanelerde dahi kendisinin veya evlatlarının başına ne geleceğinden endişe duyuyor. Büyük bir güven bunalımı yaşıyor. Yine milletimiz marketten aldığı bir gıda ürünüyle ilgili veya bir restorana gidip yediği bir yemekle ilgili çok ciddi endişe yaşıyor, güven bunalımı içerisinde bulunuyor. Bu yediğimiz gıda veya marketlerden aldığımız gıda helal mi, haram mı? İçerisinde domuz eti var mı, yok mu? Hijyenik mi? Kanserojen midir? Kanser olmama sebep olur mu? Bunlarla ilgili ciddi bir güven bunalımı içerisinde.
Yine milyonlarca gencimiz geleceğine güven duyamıyor. Acaba ben bu okulu bitirdikten sonra bir iş bulabilecek miyim? İş bulsam bile kazandığım gelirle, elde ettiğim gelirle hayatımı devam ettirebilecek miyim diye büyük bir endişenin içerisinde. Milyonlarca ebeveyn çocuklarının geleceğine ilişkin endişe duyuyor, güven duyamıyor. Neden?
Diyorlar ki “acaba benim çocuğum da bu uyuşturucunun müptelası haline gelir mi?”
“Benim çocuğum da bu LGBT propagandasının etkisi altında kalır mı?”
“Benim evladım da ateist olur mu?”
Ebeveynler, kafasında sürekli endişelerle yaşıyor.
Yine milyonlarca anne baba, evlenen çocuğuyla, evlenen evladıyla ilgili endişe duyuyor, güven içerisinde bulunamıyor. Neden?
Çünkü bugün artık neredeyse üç evlilikten bir tanesi boşanmayla sonuçlanacak hale gelmiş. Dolayısıyla toplumsal olarak büyük bir güven ve ahlak bunalımı içerisinde bulunuyoruz.
Yine örnekleri çoğaltabiliriz. Devletin en önemli kurumlarına, bu kurumların açıkladığı verilere güven duyulamıyor. İşte en basit örnek, TÜİK'in açıkladığı enflasyon oranına kimse inanmıyor. Yargı kararlarına güven duyulmuyor. Mahkemelerin verdiği kararlarla adaletin tecelli ettiğine ilişkin bir kanaat maalesef oluşmuyor. Kamudaki atamalarda, mülakatlarda elenenler bununla ilgili büyük bir adaletsizlik şüphesi içerisinde haklarının yendiğine inanıyorlar. Adaletin tecelli ettiğine dair güven duyamıyorlar. Hatta seçimlerde, oy sayımlarında dahi hile yapıldığına inanılıyor. Yapılan itirazlara, Yüksek Seçim Kurulu'nun verdiği kararların hakkaniyet ölçüsünde olmadığı düşünülüyor. Büyük bir güven bunalımı içerisindeyiz.
Yine bununla beraber bütün bu sorunların çözümü olacak olan siyaset kurumuna duyulan güven de her geçen gün azalıyor. Neden? Çünkü yetki sahibi olduğunda, iktidara geldiğinde vermiş olduğu sözleri birdenbire unutan, bir gün söyledikleri diğer gün söyledikleriyle taban tabana zıt olan ve oy uğruna alkış almak uğruna birdenbire 180 derece dönüşler yapan siyasiler yüzünden siyaset kurumuna olan güven de maalesef sarsılıyor.
Biraz önce de özellikle ifade ettiğimiz gibi Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu en önemli tehdit aslında ahlak ve güven bunalımı olarak karşımıza çıkıyor. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, ahlaki erozyonun tavan yaptığı bir ortamda vatandaşımız endişe içerisinde ve maalesef güven duygusunu kaybetmiş durumda.
Nitekim dönemin Maliye Bakanı Sayın Berat Albayrak'ın sosyal medya hesabından yaptığı istifa açıklaması hepinizin malumudur. “At izi it izine karıştı, Allah sonumuzu hayretsin” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Gerçekten de Türkiye'de izlerin karmakarışık olduğu, toplumu sarsan her olayda bir kez daha acı bir şekilde karşımıza çıkıyor. İnsanlarımızın güven duyacakları bir iktidara, bir devlet yönetimine, güven duyacakları kurumlara, güven duyacakları bir ana muhalefete ve siyaset kurumuna ihtiyacı oluyor.
Şeffaf, adil ve ahlaklı bir düzen, her insanın ve her toplumun ihtiyacıdır. İşte Millî Görüş. Allah (cc), Erbakan Hocamızdan razı olsun. Bu nedenle yıllar boyu “önce ahlak ve maneviyat” dedi. Ahlak ve maneviyat olmadan saadete, selamete ve huzura erişilemeyeceğini daha 1969'da yola ilk çıktığı andan itibaren söyledi. Sadece maddi kalkınmanın, ekonomik ilerlemenin, gelişmenin yeterli olmayacağını, manevi kalkınmanın da bununla birlikte yürümesi gerektiğini 50 sene boyunca milletimize ve tüm dünyaya haykırdı.
İşte bu nedenle memleketimizi çok detaylı ve derinlemesine bir temizlikten geçirmemiz gerekiyor. Önce ahlak ve maneviyat anlayışını her alanda, her kurumda bir şiar haline getirmemiz gerekiyor. Dünyacı ve materyalist zihniyet yerine maneviyatçı ve ahiret öncelikli bir zihniyete dönüş yapmamız gerekiyor. Aksi takdirde toplum olarak huzura ve mutluluğa ulaşmamız, bu endişelerden kurtulmamız, bu güven ve ahlak bunalımından kurtulmamız mümkün değildir.
Bunun için de tabii ki yapılması gerekenler var, atılması gereken adımlar var. Bunları Yeniden Refah Partisi olarak yıllardır dile getiriyoruz:
Birincisi eğitimin ıslah edilmesidir. Bugün maalesef materyalist bir nesil yetiştiren eğitim sistemiyle ve müfredatla karşı karşıyayız. Maneviyat kısmını, ahlaki olgunluk kısmını maalesef yerine getiremeyen bir müfredatla karşı karşıyayız. İmam Hatipler dahi materyalist ve maddeci yaklaşımlarla taşıdığı manadan uzaklaşmış. Güven ve ahlak bunalımından kurtulmak için ahlaki ve manevi kalitesi yüksek nesil yetiştirilmesi şarttır. İşte yaşadığımız olaylar bunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Yenidoğan bebekleri katleden bir çete. Yıllarca Millî Görüş olarak ne dedik? “Ahlak ve maneviyat olmazsa dünyanın en kaliteli, en mükemmel doktorunu, cerrahını yetiştirirseniz bile bu adam gider, para için adam keser” diyorduk. Burada daha da felaketi oldu. Tıp fakültesini bitirmiş, en eğitimli, en zeki insanlar çete kuruyor ve para için yenidoğan bebeklerin canına kıyacak bir hale geliyor. Önce ahlak ve maneviyatın ne kadar önemli olduğu, ahiret öncelikli olmanın, materyalizm yerine maneviyatçılığın ne kadar önemli olduğu şu yaşanan olaylarla bir kez daha ortaya çıkıyor. İşte bu nedenle Yeniden Refah iktidarında eğitim sistemini ve müfredatı ıslah ederek, önce ahlak ve maneviyat anlayışıyla hem bilimsel kalitesi yüksek hem de manevi kalitesi, ahlaki kalitesi yüksek nesiller yetiştirecek hale getirmek Yeniden Refah Partimizin en önemli hedeflerindendir.
İkincisi; güven ve ahlak bunalımından kurtulmak istiyorsak medyayı da düzenlememiz gerektir. Bugün maalesef medyada ahlaki erozyona yol açan yayınlar gece gündüz yayınlanıyor, çocuklarımızın izleyeceği saatlerde dahi yayınlanıyor ve bunlara maalesef iktidar da elinde yetki olmasına rağmen göz yumuyor.
İktidarın önde gelen isimleri de çıkıyorlar, adeta bir muhalefet partisi gibi eleştiriyorlar. Bunlarla ilgili serzenişte bulunuyorlar ama ellerinde yetki olduğu halde gerekli adımları maalesef atmıyorlar.
Gençlerimizin karşısına rol model olarak daha çok özel hayatlarındaki ve davranışlarındaki sapkınlık ve çarpıklıklarla öne çıkmış olan sözde sanatçılar ve sosyal medya fenomenleri çıkartılıyor. Dizilerdeki lüks ihtişamlı hayatlara gençler özeniyor ve bu bozulmada medyanın maalesef çok büyük rolü oluyor. Ahlak ve güven bunalımında, medyadaki gayri ahlaki yayınların çok büyük rolü oluyor. O nedenle yine yıllardan beri söylediğimiz gibi Yeniden Refah iktidarında medyadaki yayınlar değerlerimizle, kültürümüzle uyumlu hale gelecektir.
İktidar, medyadaki yayınlarla ilgili serzenişte bulunduğu gibi, başka konularda da yine sanki muhalefet partisiymiş gibi serzenişlerde bulunuyor. İktidar bir yandan “efendim biz LGBT'ye geçit vermeyeceğiz, bu sapkınlıklardan gençlerimizi koruyacağız” diyor ama diğer taraftan kendi dönemlerinde açılmış olan LGBT derneklerini kapatmaya yanaşmıyor. Bir yandan iktidar mensupları, “aileye tehdit oluşturan unsurlarla mücadele edeceğiz, ailelerimizi koruyacağız” diyor ama diğer taraftan yuvaları yıkan, batıdan ithal “6284 sayılı yasayı daha da güçlü şekilde uygulamaya devam edeceğiz” diyor.
Yeniden Refah Partisi olarak “6284 sayılı Kanunu; hem kadını hem erkeği hem çocukları hem aileyi koruyan bir hale getirelim, bunu düzenleyelim “dediğimizde maalesef buna da yanaşmıyorlar.
Buradan Yeniden Refah Partisi olarak iktidara seslenmek istiyorum: “Bu millet yıllardan beri vermiş olduğu en büyük destekle sizi iktidara getirdi. Sizi iktidara getirmesi, siz orada süslü cümlelerle serzenişte bulunun, ikide bir şikâyette bulunun, muhalefet partisi gibi eleştirilerde bulunun diye değil, sizi iktidara getirmesinin sebebi; memleketin temel sorunlarıyla ilgili çözüm üretin ve bu çözümleri hayata geçirin” diyedir. İktidarda olduğunuza göre sızlanmak yerine gerekli adımları atmak, gerekli düzenlemeleri yapmak sizin boynunuzun borcudur.
Burada yine değinmemiz gereken bir diğer husus, Anayasanın 58. maddesi ne diyor? “Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır”. Tam bizim söylediğimiz bilimsel kalitesi yüksek, ahlaki ve manevi kalitesi yüksek nesiller yetiştirme konusuna iş gelip dayandı. Ancak ve maalesef anayasanın bu açık hükmüne rağmen bu hüküm gerektiği gibi uygulanmıyor. İşte daha geçenlerde biz bir ziyaret kapsamında Şanlıurfa'daydık. Oradaki belediye başkanlarımız, oradaki teşkilat mensuplarımız, oranın günde gelenleri; uyuşturucu kullanımının yaygınlaşmasından şikâyette bulunuyor. Şanlıurfa'nın pek çok bölgesinde her hanede bir tane madde bağımlısı genç olduğu ifade ediliyor. Peygamberler şehri Şanlıurfa. Adana benzer şekilde. Diğer büyük şehirlerimiz benzer şekilde. Ve şimdi artık çok daha ucuz ve kolay üretilebilen sentetik uyuşturucularla gençliğimiz çok ciddi bir tehdit altına girmiş durumda. Uyuşturucuyla mücadelenin de daha etkili yapılması ve uyuşturucuyla ilgili suçlarda cezaların daha caydırıcı ve ağır hale getirilmesi lazım.
Bir defa bu uyuşturucuyla mücadelede bizim anlamadığımız sürekli olarak torbacılar ve kuryelerle uğraşıyoruz. Kaç tane özel harekâtçı, polis, jandarma, asker her neyse evleri basıyorlar, büyük operasyonlar medyaya yansıyor. Burada hedef alınanlar, yakalananlar kuryeler ve torbacılar. Peki, baronlar ne olacak? Bu işin asıl büyük tüccarları ne olacak? Patronlar ne olacak? Bunlarla ilgili etkili bir mücadele yapılamıyor. Onun için de bu kangren böylece devam ediyor. Hâlbuki devletin istihbaratı çok güçlüdür, çok geniştir. Bunlarla ilgili istihbaratın olmaması, bunların adreslerinin, isimlerinin bilinmemesi gibi bir durum söz konusu değildir. Ama her ne oluyorsa, ne bağlantı varsa, ne dönüyorsa bu patronlarla ilgili bir operasyon, bir işlem yapılamıyor. Yeniden Refah iktidarında, asıl olarak patronların ve baronların üzerine gidileceğini ifade ediyoruz.
Kasten adam öldürme suçlarına idam cezasının getirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz ve meclisteki bütün partilere, başta iktidar partisi olmak üzere bu konuda çağrıda bulunuyoruz. Bununla ilgili Avrupa Birliği'ne giriş yapılacak diye anayasada idam cezasının kaldırılmasına ilişkin düzenleme yapılmış. O nedenle anayasada yeniden bir düzenleme gerekiyor. Ancak çocuklara yönelik şiddeti, kadına yönelik şiddeti, güpegündüz sokak ortasında işlenen vahşi cinayetleri engellemek istiyorsak bunun caydırıcı bir karşılığı olması lazım. Kasten adam öldürme suçuna idam cezasının geri getirilmesi lazım.
Yine uyuşturucu ile ilgili suçlarda cezaların arttırılması gerektiğini ifade ettik.
Ve tabii ki Türkiye'nin yine kanayan bir yarası, güven bunalımına yol açan olaylardan bir tanesi, ceza ve infaz kanunlarının düzenlenmesi gerekiyor. Burada suçluyu yakalıyor, bunun kaydını yapıyor, ondan sonra tekrardan salıveriyor. 20-30 tane suç kaydı olan insanlar aramızda dolaşıyor, gidiyor bir de 31. suçu işliyor, bir kadın polis memurunu gözümüzün önünde katlediyor. Buna müsaade edilmemesi lazım. Bu güvenlik güçlerimizin de şevkini, görev yapma azmini kıran bir durumdur.
Bütün bunları ifade ettikten sonra, güven ve ahlak bunalımından kurtulmak, ahlaki erozyondan, toplumsal çürümeden kurtulmak ancak ve ancak Millî Görüş’le mümkündür. Bunun altını çizerek ifade ediyoruz.
Neden? Çünkü Millî Görüş demek;
“Önce ahlak ve maneviyat” demektir.
“Nefse esaret yerine nefis terbiyesi” demektir.
“Materyalizm yerine maneviyatçılık” demektir.
“Dünyacı olmak yerine ahiret öncelikli olmak” demektir.
Bu prensiplerin, bu esasların ne kadar hayati olduğu, yaşanan bu olaylarda daha da açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Adil, ahlaklı ve şeffaf bir düzenin kurulması Millî Görüş’le mümkündür. Bunun da altını bir kez daha çiziyorum. Çare; önce ahlak ve maneviyat anlayışını şiar edinmiş olan Millî Görüş’tedir. Ve bu Millî Görüş’e sahip çıkan Yeniden Refah Partimizdedir.
Aziz milletimiz bunu çok iyi görüyor. Özellikle gençlerimiz bunu görüyor ve bu da çok sevindirici bir gelişmedir. Yeniden Refah Partimiz, işte bu nedenle her geçen gün büyümeye devam ediyor. Türkiye'nin en hızlı büyüyen siyasi partisi haline geliyor. Elhamdülillah.
Adım adım “1 milyon üye” hedefine doğru yürüyoruz ve bu 1 milyon üye hedefine yürürken Yeniden Refah Partimize koşup gelen üye olan insanlarımızın çok büyük ekseriyetle gençlerden oluşması da çok sevindirici bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.
Bütün bu bunalımlardan kurtulmak isteyen, güven ve ahlak bunalımından, endişeden, güvensizlikten, ahlaki erozyondan kurtulmak isteyen milletimiz, gençlerimiz çareyi doğru yerde arıyor, Millî Görüş’te arıyor. Bu nedenle de biraz önce söylediğim gibi Yeniden Refah Partimiz, Türkiye'nin en hızlı büyüyen partisi haline geliyor.
İnşaallah en başında da söylediğim gibi Aziz milletimizin bu teveccühüyle, teşkilatlarımızın gayreti ve terlemesiyle ve Cenab-ı Allah'ın izniyle Yeniden Refah Partimizi iktidara taşıyacağız. Önce ahlak ve maneviyat anlayışıyla; adil, şeffaf ve güven duyulan bir sistemi, ahlaklı bir sistemi, bir düzeni hayata geçirip aziz milletimizi bu dertlerden kurtaracağız.
Çok değerli il başkanlarımız, kıymetli basın mensupları, ekonomi konusuna da değinmemiz lazım.
Manevi kalkınmayla beraber maddi kalkınmanın önemini Millî Görüş 55 seneden beri vurguluyor. Maddi kalkınma, paylaşımda adalet ve ekonominin düzelmesiyle ilgili olarak 2025 yılı için TBMM’ye sunulan 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nden bazı verileri burada ifade etmek istiyorum.
Bir defa bu bütçede yine 1,93 trilyon TL’lik bir açık var. Bu açık 2024 yılında 2,15 trilyon TL seviyesindeydi. 2025 yılında 1,93 trilyon TL olarak bu açık devam ediyor. Bu açığın olması demek; açık bir şekilde yeniden borçlanma yapılacağı manasına geliyor. Yani bu 2025 yılı bütçesini de denk bütçe olarak yapamadılar. Yine 2 trilyonluk bir açık var ve bu açığı da yine her zaman olduğu gibi yüksek faizle borçlanarak kapatacaklarını ifade ediyorlar.
“Dünya üzerindeki bütün ülkeler borçlanıyorlar, bunun karşılığında faiz de ödüyorlar. Gelişmiş ülkelerin de bugün borcu var, borç yiğidin kamçısıdır.” İktidar mensupları bunu söylüyorlar ama burada önemli bir husus var. Bir defa evet o ülkeler de borçlanıyor da o ülkelerin borçlanma faizi senin borçlanma faizinin onda biri. Hatta bazı gelişmiş ülkeler sıfır faizle borçlanıyor.
İkincisi; çok daha uzun vadelerle borçlanıyorlar.
Üçüncüsü; kendi para birimleriyle borçlanıyorlar. Sen ise Türk Lirası ile borçlanamıyorsun, Dolar ile Avro ile borçlanıyorsun. Borcunu ne kadar ödesen de döviz kuru arttıkça borcun artıyor, trilyonlarca lira kur farkı ödüyorsun.
Dördüncüsü de onların üretimiyle, ekonomisiyle, ihracatıyla bu borçları çevirebilecek gücü var.
Sizin hem faizleriniz çok yüksek, hem vadeler çok düşük kısa, hem yabancı para ile borçlanıyorsun, hem de bu borçları çevirebilecek haliniz yok.
Bakın çok çarpıcı bir rakam. 2024 yılında hükümetin Aralık ayı sonuna kadar da ödeyeceği 2,26 trilyon TL tutarındaki borcun yüzde 98,5'u yüksek faizli iç borçlanmayla kapatılmış. Yani ödediği borcun neredeyse tamamını borçlanmalarla ödemiş. Tamamını yeniden daha yüksek faizle borç alarak kapatmak durumunda kalmış. Borcu borçla çeviren bir ekonomiyle karşı karşıyayız. Tam bir borç-faiz-zam-vergi ekonomisi.
Daha da kötüsü bu yetmezmiş gibi borcu borçla da çeviremeyecek duruma da gelmiş. Bunun göstergesi ise 10 milyar dolarlık vadesi gelen bir borcu çok daha yüksek faizle 8-9 sene ileriye öteliyor. Yani borcu borçla kapatıyordu ancak öyle bir noktaya gelmiş ki artık borcu borçla bile kapatacak hali kalmamış, borcu kapatmak için borç bulacak hali kalmamış. Vadesi gelen borcu da daha yüksek faizle, 8-9 sene ileriye öteliyorlar.
Diğer taraftan böyle bir tablo içerisinde tabii ki faizler almış başını gidiyor. 2024 yılında 1,3 trilyon TL faiz ödeyecekler. 2025 yılında ise 1,95 trilyon TL faiz ödeyecekler. Yani faiz ödemesi yüzde 50 oranında arttırılmış durumda. Bu faiz ödemesini 85 milyon ülke nüfusuna bölersek, sonuçta bunu millet ödüyor; zamla, vergiyle, devletin kendisine vereceklerini veremeyip kesmesiyle bu 85 milyonun alın terinden, emeğinden çıkıyor. Bunu 85 milyona böldüğünüz zaman bir aile, 5 kişilik bir aile aylık 9.428 TL faize para veriyor ve yıllıkta ise 113.000 TL faize para vermek zorunda kalıyor. 5 kişilik bir ailenin yıllık faize giden parası, miktarı.
Tabii 2023 ve 2024 yılını ağır vergiler altında ezilerek geçiren vatandaşlarımıza iyi haber vermek isterdik ama bu bütçede maalesef iyi haber yok. 2025 yılını yine ağır vergiler altında ezilerek geçirecekler. Neden? Çünkü vergi oranları, vergi miktarı bu bütçede bir önceki seneye göre yüzde 50 artıyor. Faizler yüzde 50 artıyor, vergiler yüzde 50 artıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı hem 14 Mayıs Genel Seçimleri öncesinde hem 31 Mart Yerel Seçimleri öncesinde “biz artık milletimize ilave yük yüklemeyeceğiz” demesine rağmen 2023 yılında bir ek bütçe düzenlemesiyle maalesef iki kat fazla vergi toplandı. 2024 yılında vergiler yüzde 200 oranında arttırıldı. Şimdi 2025 yılında zaten yüzde 200 oranında artmış vergileri “bir yüzde 50 daha arttıracağım” diyor. Ve “net 11,2 trilyon TL vergi toplayacağım” diyor.
Burada vergilerle ilgili söylenmesi gereken, yıllardan beri ifade ettiğimiz gibi bu vergilerin yüzde 70'e yakın oranda dolaylı vergilerden oluşması, yani tüketimden alınan, yani dar gelirli vatandaştan alınan vergilerden oluşmasıdır. 11,2 trilyonun yüzde 70'e yakın kısmı vatandaşın yaptığı harcamalardan, tüketimden, dar gelirliden alınacak bir vergi. Tabii bu da, bu yıl da israfın, imtiyazlara yapılacak kıyakların, vergi muafiyetlerinin ve faiz yükünün dar gelirli vatandaşa, dar gelirli milyonlara yükleneceğini maalesef ortaya koyuyor.
Tabii yine vergilerle ilgili değinilmesi gereken bir husus; faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranı yani 2023 yılında toplanan verginin yüzde 15'i faize giderken, 2025 yılında toplanan verginin yüzde 17,5'u faize gidecek. Her geçen sene daha fazla vergi faize gidiyor ve dolayısıyla toplanan vergilerden daha büyük bir oran faize gittiği için millete hizmete, millete katkı sağlamaya çok daha az bir imkân kalıyor.
Şimdi burada altını çizmemiz gereken diğer bir husus, 2025 yılında beklenen enflasyon oranını yüzde 17,5 olarak açıklıyorlar. Yüzde 17,5 enflasyon olacak dedikleri sene faizleri yüzde 50 arttırıyorlar ve vergileri yüzde 50 arttırıyorlar. Yani tahmin ettikleri, bekledikleri enflasyonun üç misli oranda faizler ve vergiler artıyor. Biz nasıl borç-faiz-zam-vergi ekonomisi demeyelim? Borç-faiz-zam-vergi ekonomisi demeyelim de başka ne diyelim?
Yine vergi muafiyetleri, imtiyazlara yapılacak kıyaklar bu sene 1,4 trilyon TL gelir vergisi alınmayacak. 701 milyar TL de kurumlar vergisi alınmayacak. Yani 2,1 trilyon liralık gelir ve kurumlar vergisinden vazgeçiliyor.
Bu 2,1 trilyon TL’lik vergi muafiyeti de çok çok büyük oranda iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki imtiyazlı holdinge yapılacak kıyaklardan oluşuyor. 2,1 trilyon TL yani 60 milyar dolarlık bir meblağ imtiyazlara kıyak olarak veriliyor.
Görünen olur ki Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek, “2025 yılı, 2024 yılından; 2026 yılı da 2025 yılında daha iyi olacak” sözünü vatandaşlarımıza değil de imtiyazlı holdinglere bir müjde olarak söylemiş. Bu tablo onu göstermektir.
Gerçekten de imtiyazlı oldukları için 2024 yılı, 2023 yılından daha iyi oldu. 2025 yılı, 2024 yılında daha iyi oldu. Ve bu gidişle bu programla 2026 yılı da 2025 yılından daha iyi olacak. Ancak imtiyazlı holdingler için.
Yine 194 milyar TL şehir hastaneleri ve garantili köprüler, otoyollar için bu seneki bütçeden ödenecek.
Sayın Cumhurbaşkanımız, “bu projeler için cebimizden tek kuruş çıkmayacak” demişti ama 2024 yılında 162 milyar TL, bu sene de 194 milyar TL cebimizden çıkıyor. Maalesef cebinden tek kuruş çıkmayan devlet değil, millet değil, imtiyazlı holdingler olmuştur.
Hazır geçiş garantili köprüler, otoyollar, yolcu garantili havaalanları… Kredileri hazır, kredinin kefili devlet, pazarlık usulüyle ihaleyle alınmış, neredeyse cebinden tek kuruş çıkmadan bu yüz milyarlarca lirayı kazananlar da yine maalesef imtiyazlı holdingler olmuştur.
Burada son olarak değinmemiz gereken konu vergilerle, zamlarla milletin suyunun çıkartılmasının yanında tarım ve hayvancılık konusudur.
Tarım Kanunu'nun 21. maddesi diyor ki: “Her sene milli gelirin yüzde 1'i kadar payı tarıma ayırmanız gerekiyor”. Kanun’un bir gerekliliği, bir zorunluluğu olarak. Peki, Orta Vadeli Program’da milli gelir hedefi ne olmuş? 44 trilyon TL olmuş.
44 trilyon TL, milli geliriniz olacaksa bunun yüzde 1'ini tarıma ayırmanız lazım. Yani 440 milyar TL tarıma ayırmanız lazım. Ancak 2025 Bütçesi’nde tarıma ayrılan pay 135 milyar TL. Yani kanunen ayrılması gereken paranın üçte birinden dahi az. Kanunun hükmüne de maalesef bu noktada uyulmuyor.
2024 yılında buğdaydan arpaya, ayçiçeğine, fındıktan çaya, pancardan mısıra kadar tüm ürünlere enflasyonun altında taban fiyatları vererek maalesef çiftçiyi ezen iktidar, “2025 yılında da ezmeye devam edeceğim, yine enflasyonun altında fiyatlar vereceğim” demektedir. Bunun Türkçesi budur. Çünkü 135 milyar TL’lik bir destek, 5 tane 10 tane imtiyazlı holdinge yapılacak 194 milyar TL’lik ödemenin dahi altında.
Yine vurgulamamız gereken bir konu tarım ve hayvancılığın tamamına verilecek destek 706 milyar TL. Yani Türkiye'de milyonlarca tarım ve hayvancılıkla uğraşan kesime bütçeden yapılan destek 706 milyar TL. 5 tane 10 tane holdinge yapılan vergin muafiyeti 2,1 trilyondur.
Milyonlarca çiftçiye verilecek olan desteğin üç misli imtiyazlı holdinglere kıyak olarak veriliyor. Ve yine milyonlarca çiftçiye tarımla uğraşan insana verilecek 135 milyar TL destek, diğer tarafta 8 tane 10 tane holdinge evlenecek para 194 milyar TL.
Buradan Yeniden Refah Partisi olarak hükümeti bir kez daha uyarıyoruz: Bu yanlış ve vatandaşın milletin aleyhine olan, önce millet demek yerine önce imtiyazlılar diyen anlayıştan bir an evvel vazgeçtin Vatandaşın cebinde ne delikli bir kuruş, ne de gönlünde bir damla sabır kalmamıştır. Milletin dayanacak gücü kalmadı. Bıçak kemiğe dayandı. Bu nedenle bu 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesini geri çekip, yeniden düzenleyip, önce imtiyazlılar yerine, önce millet anlayışı doğrultusunda yeniden meclise vermeniz gerektir. İsrafı önlemeniz gerekiyor. Milletin hakkını imtiyazlı holdinglere vermekten vazgeçmeniz gerekiyor. Denk bütçeyi yapıp, bu faiz canavarından bu milleti, bu ülkeyi kurtarmanız gerekiyor.
Ama maalesef “nerede bunları yapmak, nerede bugünkü iktidar” diyoruz. 22 seneden beri bunları yapmayacaklarını zaten ortaya koydular. Madem öyle, o koltukları daha fazla meşgul etmeyin. Bu milleti de daha fazla perişan etmeyin.
Bir an önce çekilin, bir an önce Yeniden Refah gelsin, Millî Görüş gelsin ve adil ekonomik düzeni ayağa koysun.
Bir an önce adil ekonomik düzeni, paylaşımda adaleti, birliği ve beraberliği Millî Görüş hayata geçirsin. Yeniden Refah; adil, şeffaf ve ahlaklı bir düzeni hâkim kılsın ve bu milletin derdine derman olsun.
“Yılsonu geldi ve asgari ücret tartışmaları aslında yavaş yavaş başladı. Aralık ayının başından itibaren de komisyonun toplanacağı söyleniyor. Ancak komisyon öncesinde bazı rakamlar ortaya atıldı. Özellikle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yüzde 25 zamdan bahsetti. Yine CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “30 bin TL’nin altını kabul etmiyoruz” dedi. Bununla beraber ATO Başkanı Gürsel Baran yüzde 25 artış talep etti. İşverenler de yüzde 29’luk zamma tekabül eden bir rakam ortaya attı. Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı olarak sizin düşünceniz nedir? Siz bu rakamları doğru biliyor musunuz? Neler söylemek istersiniz?” sorusuna cevaben;
Çok teşekkür ederim. Tabii Sayın Özgür Özel'in söylediğini 5 bin TL daha arttırarak biz 35 bin TL demiştik. Bunu da şuna göre söyledik: İki asgari ücret alan bir hane, en azından yoksulluk sınırında bir gelire sahip olsun. Çünkü yoksulluk sınırı bugün 70 bin TL olmuştur. İki asgari ücret bir haneye girdiği zaman, en azından yoksulluktan kurtulsunlar, bu sınıra gelebilsinler. Tabii Sayın Cumhurbaşkanı da “kim ne veriyorsa 5 bin TL fazlası benden, bir fazlası benden siyaseti yapıyor bu muhalefet” diyor ama aslında durum öyle değil.
Burada bol keseden atma gibi bir durum söz konusu değil. İşte biraz önce bütçe rakamlarını söyledik. Nereden bu paraların verileceğini söyledik. Yani müteahhitlere yapılacak 194 milyar TL ödemenin en az yarısı, “fazladan yapılan bir ödeme”. Bu Sayıştay raporlarında da var. Paranın fazladan nasıl aktarıldığını, nasıl usulsüzlükler olduğu Sayıştay raporlarında ifade ediliyor.
Bununla beraber vergi muafiyetleri 2,1 trilyon TL yani 60 milyar dolar, 8 tane 10 tane holdinge vergi muafiyeti yapacağınıza bunu millete verin. Asgari ücreti tabii ki işveren ödüyor ama bu imkânlarla da işverene destek sağlayalım ki o da bu 35 bin TL’lik asgari ücretin altında ezilmesin.
Dolayısıyla Yeniden Refah Partisi olarak yüzde 20'lik, yüzde 25'lik bir artışın daha hemen Şubat ayında Mart ayında yine açlık sınırının altında kalacağını ifade ediyoruz ve dediğimiz gibi en azından 35 bin TL seviyesine gelmesi gerektiğini söylüyoruz. Çünkü bunun mantığı da iki asgari ücretin en azından yoksulluk sınırı seviyesine gelmesidir.
Tabii aynı zamanda 12.500 TL’de kalmış olan emeklilerimizin de durumunun iyileştirilmesi ve her zaman söylediğimiz gibi emekli maaşının da en azından asgari ücret seviyesine getirilmesi lazımdır.
“Maaşlara yüksek zam yapılması halinde, enflasyonun da yükseleceği yönünde hükümet kanadından itirazlar var. Bu itirazlara siz ne söylemek istersiniz?” sorusuna cevaben;
Ekonomik olarak elbette böyle bir teori var. Bunu söylüyorlar ama 54. Hükümette bu uygulandı ve enflasyona olumsuz etki yapmadı. Tam tersine ekonominin çarklarının dönmesine, piyasanın düzelmesine vesile oldu.
O dönemde biliyorsunuz Rahmetli Erbakan Hocamız işçiye, asgari ücretliye yüzde 100 oranına, memura yüzde 200 oranında ve Bağ-Kur emeklisine yüzde 320 oranında maaş zammı verdi. O dönemde de kendisine bunu ifade edenler oldu. “Efendim bunu böyle yaparsak bu sefer alım gücü çok artacak, talep çok artacak, enflasyon artar” diye ama böyle olmadı. Ekonomi tam tersine rayına girdi.
Bu noktada yine aynı yolun takip edilmesi lazım. IMF'ye çok fazla kulak asmamak lazım diye düşünüyorum.
“CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı terör örgütü üyesi olma suçundan gözaltına alındı. Sonrasında da yeni bir kayyum atandı. Siz bu yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna cevaben;
Bununla ilgili iktidar kanadı; “çok ciddi iddialar var, elimizde çok ciddi deliller var” diyor. Ancak muhalefet kanadı, özellikle de CHP “bunların hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, bunun siyasi bir süreç olduğunu” ifade ediyor.
Türkiye'de yıllardan beri yaşadığımız hukuki süreçler, biraz evvel de konuşmamın başında da söylediğim gibi; yargıya, adalet kurumuna güvenin sarsılmış olması dolayısıyla bizim de içimiz tam manasıyla rahat değil. Ancak iktidarın söylediklerinin doğru olmasını temenni ediyoruz yani bunun siyasi bir süreç değil, hukuki bir süreç olmasını temenni ediyoruz.
Ancak kayyum atanması yerine daha önce de ifade ettiğimiz gibi belediye meclisinin seçeceği, görevlendireceği bir belediye başkan vekilinin bu görevi yapmasının daha uygun olacağını bir kez daha ifade ediyoruz.