Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan’ın 04 Ocak 2025 İl Başkanları Toplantısı Konuşması

Çok Değerli Millî Görüşçüler,

Aziz Milletimin Kıymetli Evlatları,

Yeniden Refah Partimiz 2024 yılının üye artış şampiyonu oldu. Yeniden Refah Partimiz Üye sayısını bir yıl içerisinde, 2024 Ocak - 2025 Ocak arasında, 365 binden 622 bine çıkartarak %70'lik bir artış gösterdi ve gerçekten de bir rekor daha kırdı. Aynen bir önceki sene olduğu gibi, 2024 yılında da Türkiye'nin en hızlı büyüyen partisi olduk elhamdülillah.

Yeniden Refah Partimizin üye artışı 250 binin üzerinde ve burada önemli bir ayrıntı daha var. Diğer üyesini arttırmış olan tüm partilerin üye arttırımının toplamından daha fazla sayıda üye artışı sağladık. Bu gerçekten de milletimizin büyük teveccühünü açık bir şekilde ortaya koyuyor ve aynı zamanda siz değerli teşkilat mensuplarının gayretini, fedakarlığını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Millî Görüş’ün ne kadar büyük bir manevi miras olduğunu ve nasıl büyük bir berekete vesile olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Şimdi hedefimiz inşallah 1 milyon üye hedefidir. 622 bine geldikten sonra artık 1 milyona da bir şey kalmadı. Bu sene içerisinde inşallah 1 milyon üye hedefine de hep birlikte milletimizle beraber ulaşacağız Allah'ın izniyle. Cenab-ı Allah hayırlı eylesin milletimizin bu teveccühüne layık olmayı, bu güvenine layık olmayı bizlere Cenab-ı Allah nasip eylesin inşallah.

Hep söylediğimiz gibi, Yeniden Refah Partimiz üye sayısının 6 katı oy alıyor. Dolayısıyla şu anda oylarımız 31 Mart seçimlerine göre daha da artmıştır. Çünkü 100.000'in üzerinde ilave üye seçimlerden bu yana kaydedildi. 2024 yılı başına göre oylarımız çok daha artmıştır. Çünkü o günden bugüne kadar 250 binden fazla yeni üye kaydedildi. İnşallah 1 milyon hedefine ulaştığımız zamanda en az 6 milyon oy demektir ki bu %10'un üzerinde bir oy demektir.

Elbette ki arkasından Yeniden Refah Partimizin 2 milyon ve 3 milyon üye hedefini de hep birlikte inşallah başaracağız. İktidara da hep birlikte taşıyacağız. Ve her zaman söylediğimiz gibi bu aziz milletin yüzünü geçmişte olduğu gibi bugün de yine Refah’la yine Millî Görüş’le güldüreceğiz inşaallah.

Gündemde Suriye konusu bildiğiniz gibi önemli bir yer tutuyor. Suriye konusuyla ilgili olarak Yeniden Refah Partisi'nin endişeleri olduğunu ve süreci temkinli bir şekilde takip ettiğimizi ifade ettik. Bize bu endişelerimiz ve temkinli oluşumuz nedeniyle “Siz Esatçısınız”, “Siz İrancısınız”, “Esat kalsın istiyordunuz” gibi bir takım gerçeklerin görülmesi, duyulması işine gelmeyen kesimler tarafından maksatlı olarak bir takım yaftalar ortaya konuldu. Hayır biz tabii ki Esad'ın çok iyi bir lider olduğunu, efendim çok güzel bir yönetim sergilediğini, hiçbir suçu günahı olmadığını ifade etmiyoruz. Ve “keşke Esad devam etseydi” diye bir söz de asla ve asla ağzımızdan çıkmadı. Bizim tek derdimiz, endişemiz Esad sonrasında ortaya gelecek olan tablonun bir kaosa yol açmaması, Türkiye'nin, Suriye'nin bölünüp parçalanmaması ve Esad döneminden daha beter bir noktaya gelmemesiyle ilgili taşıdığımız endişelerdir. Bununla ilgili de Libya, Yemen, Suriye, Mısır, Irak gibi ülkelerdeki örnekleri göz önünde bulunduruyoruz ve bundan dolayı da endişe yaşıyoruz.

Suriye ile ilgili bir defa endişelerimizin başında biraz evvelde ifade ettiğim gibi Suriye bölünmek isteniyor. Biraz sonra bazı örnekler de vereceğim. Suriye dört parçaya beş parçaya bölünmek isteniyor. Suriye'nin kuzey doğusunda hatta mümkünse bütün kuzey kısmını da kapsayacak şekilde Akdeniz'e kadar olan kesimde PYD ve YPG'nin ana omurgasını oluşturduğu bir terör devleti kurulmak isteniyor. İsrail daha fazla işgal istiyor ve bu işgallerine de daha şimdiden başladı. Orada Şam merkezli İsrail ve Amerikan işbirlikçisi kukla bir yönetim kurulmak isteniyor. Dış güçlerin planlarını ve hedeflerini ifade ediyorum. Böyle olacak mutlaka diye söylemiyorum.

Bununla beraber, İran'ın Suriye üzerinden Lübnan Hizbullah’ına, dolayısıyla Filistin direnişine olan desteğinin kesilmesi isteniyor ki bu büyük ölçüde şu anda kesildi. Bütün bu tehlikelere rağmen, bizim bütün bu endişelerimize rağmen, hükümet kanadı, iktidar kanadı son derece mutlu ve ortaya bir zafer tablosu koymaya çalışıyor. Ancak biz de diyoruz ki, bu endişelerimize, ortada duran bu tehlikelere karşı bir ajandanız, bir planınız, var mı? Bir eylem planınız var mı? Bir tedbiriniz var mı? Neye göre seviniyorsunuz? Neye göre mutlu oluyorsunuz? Terör devleti kurulursa, Suriye dörde beşe bölünürse, orada bir kaos oluşursa, orada işbirlikçi bir yönetim iktidarda olursa ve İsrail şu anda Suriye topraklarındaki bu işgallerini arttırarak devam ettirirse ne yapacağız ve bundan da mutlu olacak mıyız? Bu soruyu soruyoruz. Ve Amerikan askerlerinin, PYD'nin, YPG'nin ve İsrail'in Suriye topraklarındaki bu işgali devam ettiği sırada neyin zaferini kutladığımızı ifade ediyoruz.

Evet zafer kutlayalım, mutlu olalım. Ancak tabii ki kucaklayıcı, kapsayıcı yeni bir yönetim kurulursa, demokrasi, insan hakları hâkim olursa, PYD'nin, YPG'nin, Amerikan askerlerinin ve İsrail'in işgali de Suriye'de ortadan kalkarsa, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısı korunursa o zaman bir zafer kutlayalım. Şu anda erkenden bir tabir caizse havaya girilmiş durumda.

Bu şüphelerimizi, endişelerimizi arttıran gelişmeler oluyor. Amerika ve Avrupa medyasında Türkiye'deki medyaya her ne kadar yansıtılmasa da bizim 30 seneden beri Millî Görüş olarak söylediğimiz, rahmetli Erbakan Hocamızın 30 seneden beri söylediği endişeleri haklı çıkaracak şekilde ve bizim de Yeniden Refah Partisi olarak biraz evvel ifade ettiğim endişelerimizi haklı çıkaracak şekilde haberler yer alıyor.

Nedir bu haberler? Amerika, İsrail ve Fransa arasında Suriye'nin dörde bölünmesine ilişkin müzakereler yapıldığını ifade eden haberler yayınlanıyor. Örneğin; Suriye'nin batıda Alevi, Şii, Nusayri, kuzeyde Kürt, güneyde İsrail kontrolünde Dürzi bölgesi ve Şam'da da HTŞ'nin kontrolünde bir Sünni bölgesi olmak üzere dört parçaya bölünmesi. HTŞ'nin terör listesinden çıkartılması ve Ahmet Şara'nın da kurulacak olan bu Suriye Federasyonunun devlet başkanı olması senaryosu açık bir şekilde dile getiriliyor ve bunun da Büyük Orta Doğu Projesi’nin önemli bir adımı olacağı ifade ediliyor.

Tam da bu aşamada Sayın Cumhurbaşkanı'nın Büyük Orta Doğu projesi eş başkanlığı görevini bıraktığını bir an evvel ilan etmesi ve bu senaryoya karşı durması gereklidir. Bakınız bugüne kadar söylediği her sözün doğru çıktığını gördüğümüz merhum Erbakan Hocamız, 1992 yılındaki meclis konuşmasında bugünleri anlatıyordu. “Irak'tan sonra Suriye'yi bölüp parçalayacaklar ve bunun arkasından da sıra İran ve Türkiye'ye gelecek” diyor. İşte bu plan şu anda yürümektedir. Buna engel olmamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mutlaka Suriye'nin bölünmesine engel olması, üniter yapının ve toprak bütünlüğünün korunmasını sağlaması gerekiyor. Birtakım siyasi hesaplarla, heva ve heveslerle Amerika'nın ve Avrupa Birliği'nin emperyalist planlarının figüranı olmamalıyız. Masa başında ifsat planlarını yapıyorlar ve Suriye'nin, Türkiye'nin ve bölge insanının, bölge halklarının selametini, saadetini istemiyorlar. Bundan da emin olabiliriz.

Muhaliflerin kontrolüne geçen bölgede bundan sonra ne yapılmalı?

- “Üniter yapının ve toprak bütünlüğünün korunması lazım” dedik. Ancak İsrail daha şimdiden işgallerine başladı. Şam'ın 25 kilometre batısına kadar geldi. Golan Tepeleri’ni işgal etti. Son derece stratejik su kaynaklarının olduğu yerleri işgal etti.  

-   Bu üniter yapı, toprak bütünlüğü nasıl korunacak? “İsrail’in ve ABD’nın kuklası işbirlikçi bir yönetim olmamalı” diyoruz. Ancak Ahmet Şara açıkça “bizim İsrail'le ve Amerika'yla bir derdimiz yok” derken bu söylediğimiz hedefe nasıl ulaşacağız? Amerika orada askeri varlığını devam ettiriyor, işgaline devam ediyor, IŞİD'i bahane ederek ve İsrail'de Suriye'nin bütün stratejik tesislerini, altyapısını gece gündüz bombardımana tutup yerle bir ediyor. Ama Ahmet Şara bunlarla ilgili herhangi bir tepkide bulunmuyor.

-  Etnik ve mezhepsel bakımdan kapsayıcı, kucaklayıcı, herkesin temsil ve söz hakkına sahip olduğu bir hükümetin kurulması lazım. Amerikan askerlerinin PYD ve YPG'nin Suriye topraklarından bir an önce çıkması lazım.

-   Demokrasinin hâkim olması, özgür ve şeffaf seçimlerin yapılması lazım. Bununla ilgili de tabii Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gerekli girişimlerde bulunması lazım. Bu hususları ifade ettikten sonra yine diyoruz ki “inşaallah endişelerimizde haklı çıkmayız”. İnşaallah bu söylediğimiz hususlarda gerekli adımlar atılır ve Suriye'de demokrasi, insan hakları hâkim olur, özgür ve şeffaf seçimler yapılır ve aynı zamanda da tabii ki toprak bütünlüğü ve üniter yapısı korunur.

Gündemin önemli maddelerinden bir diğeri de Bahçeli'nin Öcalan'la ilgili çağrısı ve yeni bir çözüm sürecinin başlatılmasına ilişkin gündemdir. Böyle bir adımın atılması yani Bebek Katili Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılıp getirilip Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşturulmasının çok büyük mahsurları var. Biz bunu Yeniden Refah Partisi olarak Sayın Bahçeli'nin ilk çağrısını yaptığı günden itibaren ifade ettik.

Birincisi; böyle bir durum bizi aciz düşürür. Devletimizi, ordumuzu, emniyet güçlerimizi “biz 30 sene 40 sene bütün kurumlarımızla, ordumuzla, emniyet güçlerimizle, devletimizle ve milletimizle, terörle mücadele ettik ama başarılı olamadık. Halen daha bize tehdit oluşturuyorsunuz. Öyleyse Abdullah Öcalan'a rica edelim. O bizi bu dertten kurtarsın”.

Yani Abdullah Öcalan'ın bu çağrısına muhtaç kalmışız görüntüsünü vermiş olacağız. “Efendim anneler ağlamasın, kan akmasın”, bunu kim istemez? Biz de Yeniden Refah Partisi olarak en az herkes kadar kan akmasın istiyoruz ama Abdullah Öcalan'ın bir çağrısıyla PKK'nın silah bırakmasının mümkün olmayacağını ifade ediyoruz.

Neden? PKK'nın kendi yöneticileri bunu söylüyor. “Abdullah Öcalan buna karar veremez” diyor. İşte çıktılar televizyonlarda o dönemde en başta gelen elebaşları bu açıklamaları yaptılar.

Yine Sayın Bahçeli'nin çağrısından hemen iki gün sonra TUSAŞ saldırısını gerçekleştirdiler.

Bunların hepsi silah bırakılmayacağına dair mesajlardır.

Bununla beraber şehitlerimize ve gazilerimize büyük bir saygısızlık yapılmış olur. Abdullah Öcalan'ın umut hakkından yararlanıp da serbest kalması veya ev hapsine geçmesiyle ilgili kararı sadece kanına girmiş olduğu şehitlerimizin aileleri ve gazilerimiz verebilir. Başka kimse böyle bir karar veremez. 40 sene boyunca çocuklar öksüz kaldı, yetim kaldı, anneler dul kaldı, evlat acısı yaşadı, anneler babalar ve bunun arkasından insanlar gözünü, kolunu, bacağını kaybetti, felç oldu, yatağa bağımlı hale geldi. Neler yaşandı neler. Kanına girdiği insanların helalliğini almadan ne Sayın Devlet Bahçeli ne Sayın Recep Tayyip Erdoğan ne biz ne de hiç kimse böyle bir kararı veremez. Bu, şehitlerimizin ve gazilerimizin anısına en büyük ihanet olur, en büyük saygısızlık olur.

Diğer taraftan Abdullah Öcalan diyelim böyle bir çağrı yaptı. Hadi diyelim PKK kısmı silah da bıraktı. Asıl olarak PYD ve YPG ne olacak? Orada binlerce tır dolusu 50 bin – 60 bin tır dolusu mühimmatla, teçhizatla ağır silahlara sahip bir terör ordusu kuruldu. ABD tarafından ve İsrail tarafından PYD-YPG'den oluşan 150 bin kişilik bir terör ordusu oluşturuldu. Sadece tankları ve savaş uçakları yok. Bunun dışında her şeyleri var. Bütün teknolojik donanımlara sahipler ve yıllarca bu PYD'yi, YPG'yi orada eğittiler, donattılar, silahlandırdılar, milyarlarca dolar harcadılar, yıllar harcadılar. PYD'nin, YPG'nin ipi tamamen ABD'nin elinde. Şimdi Abdullah Öcalan hapisten kurtulmak için bir çağrıda bulunacak ve yıllarca yapılan bu harcamalar, milyarlarca dolar, ABD’nin, İsrail'in bu kadar emeği hepsi rafa kaldırılacak. Birdenbire PYD, YPG silah bırakacak. İpi Amerika'nın, İsrail'in elinde olan PYD'nin, YPG'nin böyle bir çağrıyla silah bırakması mümkün olmaz. Ve şu anda bizim için asıl tehdit olan da PYD ve YPG'dir.

Diğer husus, bu sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmediğidir. Meclisin haberi yok, siyasi partilerin haberi yok, milletin haberi yok. Özellikle devlet tarafından siyasi partilerin meclisin bilgilendirilmesi lazım. Evet DEM Parti heyeti bir görüşme trafiği sürdürüyor ama sadece DEM Parti kaynağından gelen haberler yerine devletin de bize bununla ilgili bilgi vermesi lazım.

Ve yine her zaman söylediğimiz gibi çözüm sürecine karşı değiliz. Kürt kardeşlerimizin, Zaza kardeşlerimizin, Arap kardeşlerimizin, bölgedeki halkımızın taleplerinin yerine getirilmesine elbette ki “evet” diyoruz. Onları kardeşlerimiz olarak görüyoruz. O bölgenin derdiyle en fazla dertlenen bir siyasi hareketin temsilcileriyiz. Ancak bir süreç yürütülecekse bölge halkının meşru temsilcileri ile yürütülsün. Terör örgütü ile yürütülmesin. O bölge halkının sıkıntısı varsa, talepleri varsa, hakları iade edilecekse bu noktada meşru temsilcilerle bu süreç yürütülsün. Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri, aşiret reisleri o bölgenin halkıyla ve tabii ki yürütülecek olan bu sürecin kırmızı çizgisi de Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü ve üniter yapımızın korunması olmalıdır.

Değinmemiz gereken bir başka konu var. Her zaman ne diyoruz? Borç faiz ekonomisi Türkiye'yi batırıyor. Borç-faiz,-zam-vergi ekonomisi yerine üretim, istihdam, ihracat odaklı bir ekonomiye geçmemiz lazım diyoruz.

Bakınız son 15 ayda millet olarak, devlet olarak ödediğimiz faiz toplamı 235 milyar dolara ulaşmış durumda. Vatandaşın bankalara borcu yüzünden ödediği faizler şirketlerin özel sektörün borçları yüzünden ödediği faizler ve hazinenin ödediği faizler son 15 ayda 235 milyar dolar. Eğer faizler bu seviyede devam ederse 2025 yılında bir 270 milyar dolar daha ödeyeceğiz. Dolardan bahsediyorum. 27 ayda yani 2 seneden biraz daha fazla bir zamanda toplamda devlet ve millet olarak ödeyeceğimiz faiz 505 milyar dolara gelecek.

505 milyar dolar demek?

-    Bu sene 1,3 trilyon dolar olması planlanan milli gelirimizin yarısı demektir.

-   Türkiye'nin 85 senede yapmış olduğu dış borcun ödenebilmesi demektir. Bugün özel sektörle, devletle Türkiye'nin toplam dış borcu 512 milyar dolar seviyesinde. Bizim devlet ve millet olarak 27 ayda ödediğimiz faizle Türkiye'nin 80 senelik, 90 senelik bütün dış borcunu ödeyebilecek durumdayız. Faizin nasıl bir canavar olduğunu göstermesi bakımından çok önemli.

-  Yine 27 ayda ödenecek olan bu 505 milyar dolar faizle vatandaşın bütün banka borçları  kapatılabiliyor.

-    Kobilerin bütün banka borçları kapatılabiliyor.

-    Çiftçinin bütün borcu kapatılıyor.

-    Özel sektörün bütün borcu kapatılıyor faiziyle beraber ve üzerine elimize daha 100 milyar dolar daha para kalıyor.

Sadece 27 ayda faize giden parayla işte faiz böyle bir canavardır. Borç-faiz ekonomisi böyle bir çıkmaz sokaktır. O nedenle Erbakan Hocamız başbakan olur olmaz denk bütçeyi yaptı, havuz sistemini yaptı. Bu faiz belasından kurtulabilmek için.

Biz de Yeniden Refah Partisi olarak her zaman ne diyoruz? Borç-faiz-zam-vergi ekonomisinden bu ülkeyi kurtaracağız. Üretim, istihdam ve ihracat odaklı adil bir ekonomik sistemi hâkim kılacağız.

Sayın Cumhurbaşkanı bildiğiniz gibi 2024 yılını emekliler yılı ilan etmişti. Şimdi üzücü verilerle bu yılın aslında emekliler yılı olmadığını ortaya koymak istiyorum.

2024 yılında iş kazalarında ölen neredeyse 3 işçiden bir tanesi emekliydi. Böyle bir yıl nasıl emekliler yılı olabiliyor? Bakınız 12.500 TL en düşük emekli maaşı reva görüldüğü için emeklilerimizin yüzde 54’ü hayatlarını idame ettirebilmek için bir işte çalışmak mecburiyetinde kalıyor.

12 milyon emeklinin yüzde 54'ü yani 6,5 milyon emekli bu düşük emekli maaşları yüzünden bir işte çalışmak zorunda kalıyor. Kayıtsız bir şekilde, sigortasız bir şekilde ve bu işlerde çalışırken de bunlardan 512 tanesi 2024 yılında hayatını kaybediyor.

2024 yılında iş kazalarında hayatını kaybeden 1.708 kişiden 512 tanesi emekliler, 50 yaş ve üzeri vatandaşlar. Yani 2024 yılında iş kazalarında ölen 3 kişiden neredeyse 1 tanesi emekli vatandaşlarımız.

Bu neden oldu? Bu derece düşük emekli maaşları nedeniyle ek işte çalışmak zorunda kaldılar. İlerleyen yaşlarına rağmen bu işlerde çalışırken de hayatlarını kaybettiler ve rahmetli oldular.

Düşük emekli maaşları yüzünden ek işte çalışmak zorunda kalıp bu işte çalışırken de 512 tane emeklinin hayatını kaybettiği bir yıl nasıl emekliler yılı olabiliyor?

Şimdi bu sene İşçi ve Bağ-Kur emeklisine ne kadar zam yapacakları ortaya çıktı? En düşük maaş olarak Bağ-Kur emeklisi, işçi emeklisi yüzde 15,75 zam ile 14.468 TL alacak.

En düşük maaş olarak memur ve memur emeklisine %11,54 zam ile 19.616 TL alacak.

Yani 12.500 TL’lik en düşük emekli maaşı 14.468 TL olurken, en düşük memur emeklisi maaşı da 19.616 TL’ye geliyor ki bu bozdur bozdur harca denecek bir rakam. Böyle bir noktada bugün Türkiye'de pazara gittiğiniz zaman bir torbanın neredeyse 1.000 TL’ye dolduğu bir ülkede, etin kilosunun 600-700 TL’ye geldiği bir ülkede, 1 kilo pastırmanın 1.500 TL’ye satıldığı bir ülkede tatil bölgelerinde 1 kilo dondurmanın 1.000 liraya satıldığı bir ülkede, siz memur emeklisine 19.600 TL, Bağ-Kur ve işçi emeklisine 14.468 TL vereceksiniz.

Bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum. Emeklilerin insanca yaşayabilecekleri bir ücret seviyesine getirilmeleri şarttır. En düşük emekli maaşının asgari ücret seviyesine getirilmesi gerektiğini bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum.

Asgari ücretle de ilgili söylememiz gerekenler var. Sayın Cumhurbaşkanı yasaların kendisine tanıdığı yetkiyle komisyonun belirlediği asgari ücreti daha yüksek bir seviyeye getirebilecekken bu yetkisini kullanmadı ve asgari ücret 22 bin TL olarak ifade edildi ve böylece tam bir felaket ücreti, tam bir açlık ve sefalet ücreti haline geldi.

Daha şimdiden açlık sınırının altında 22.104 TL’lik asgari ücret şimdiden daha açlık sınırının altına geldi. Yapılan araştırmalar açlık sınırının 22 bin – 23 bin TL seviyesine geldiğini söylüyor. Böyle bir noktada Türk-İş Başkanı dahi haklı olarak isyan etti. “Bizim fikirlerimize saygı duyulmayacaksa, bizim fikirlerimiz göz önünde bulundurulmayacaksa biz burada bulunmayız” dedi.

Çalışanları değil patronları düşünüyorlar. Ezilenlere değil, imtiyazlılara öncelik veriyorlar ve bu verdikleri asgari ücret hiçbir şekilde bundan sonra millete verecek bir şeyleri kalmadığının en açık bir göstergesidir.

Bakınız, TÜİK'in enflasyon oranlarıyla hesap ettiğiniz zaman 2024 yılı asgari ücreti 17.000 TL’den 11.731 TL’ye indi. Yani reel anlamda asgari ücrette 5.271 TL kayıp oldu.

2024 yılında asgari ücret 17.002 TL dediniz. Bir senedeki enflasyon nedeniyle alım gücü 5.271 TL eridi. Siz şimdi 5.102 TL asgari ücrete zam yapıyorsun. Yani bu reel anlamdaki erimeyi dahi karşılamayacak yani “enflasyona ezdirmedik diyemeyeceğiniz” seviyede bir asgari ücreti reva görüyorsunuz.

TÜİK'in enflasyon hesaplamasında esas aldığı madde sepetindeki 143 maddeden 101'inde yıllık artış oranı %30'un üzerinde. Siz gidip asgari ücrete %30 zam yapıyorsunuz. Bunun yanında gıda, ulaşım gibi kalemlerde fiyatlar 3 katına 4 katına çıkıyor. Siz gidiyorsunuz asgari ücrete %30 zam yapıyorsunuz. Taze meyve sebzede yıllık enflasyon %125. Konut kira harcamalarında yıllık enflasyon %109. Eğitim harcamalarında yıllık enflasyon %61 iken siz asgari ücrete %30'luk bir artışı reva görüyorsunuz.

İktidara bağlı TÜİK'in enflasyon verileri bile bunu ortaya koyarken %30 zam yapıp sonra da “biz asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik demek”, asgari ücretlinin hayalleriyle, emeğiyle, zihniyle dalga geçmekten başka bir şey değildir.

Asgari ücretin 35 bin TL olması gerektiğini söylemiştik. Bunu tekrar ediyoruz. Enflasyon %44. Nereden biliyoruz? Vergi, harç ve cezalara yapılan zamdan biliyoruz. 2025 bütçesinde bunlar %44 arttırılıyor. Demek ki enflasyon %44'ler seviyesinde olacak. Etti size asgari ücret 24 bin küsur TL. Bu enflasyon oranında bir zam yapılsaydı. Bir de 2002'den beri büyümeden pay verilmedi. Türkiye büyüdü, ekonomi büyüdü, şirketler büyüdü, işveren büyüdü. Ücretli kesim bundan pay almadı. Bunu da ilave ederseniz 24 bin TL, 34 bin TL’ye çıkıyor.

35 bin TL talep etmemizin sebebi de 2 asgari ücret alan bir hanenin 70 bin TL olan yoksulluk sınırında bir gelire sahip olması gerektiğidir. Yani bir haneye bir aileye 2 asgari ücret giriyorsa o aile en azından yoksulluk sınırında bir maaşa sahip olsun.

“Efendim bu maaşı verecek işveren ne yapacak?” Buna da bir zahmet, lüksten şatafattan itibar harcamalarından kısın, imtiyazlı holdinglere aktardığınız trilyonlardan kısın, devlet olarak siz destek olun. Bunun yapılması ve en düşük emekli maaşının da asgari ücret seviyesine getirilmesi gerekirdi.

Ama maalesef biz ne görüyoruz? “Önce millet” anlayışı yerine “önce imtiyazlılar” anlayışını esas aldıkları için bu adımları atamıyorlar. Biz onları 14 Mayıs seçimleri öncesindeki hazırladığımız mutabakat metnimizle “önce imtiyazlılar” anlayışı yerine “önce millet” anlayışına davet etmiştik. Ancak bu davetimize icabet etmediler ve bugün bunun faturasını da maalesef millet ödüyor.

Kapanan şirketlerle ilgili veriler de Ne kadar önemli bir alarm seviyesinde olduğumuzu ortaya koyuyor. Bir defa baskılanmış kur politikası nedeniyle dış talepte olan bir azalma gerçekleşti. Düşük ücret politikası yani talebin kısılmasına yönelik Sayın Mehmet Şimşek'in politikaları nedeniyle iç pazarda da büyük bir talep daralması oldu. Üstüne bir de astronomik faizler ve astronomik vergiler de eklendiği için şirketler, imalathaneler birer birer kapılarına kilit vuruyor.

2024 yılın ilk 11 ayında yaklaşık 24.000 şirket kapandı ve ayda da ortalama 2.200 şirket kapandı. Bu yılın 11 ayında kurulan şirket sayısı, geçen yılın aynı döneminde kurulan şirket sayısına göre %11 azaldı. Kapanan şirket sayısı, kurulan şirket sayısının iki katından fazla arttı. 11 ayda 24.000 şirket kapanıyor ve aylık ortalama 2.200 şirket kapanıyor.

Bütün bu acı gerçeklere rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni yıl mesajında ekonomideki sıkıntıları aşacaklarını ifade ederek halkımızdan, milletimizden bir miktar daha sabır ve metanet istedi. Artık bunu ezberlemişler, her konuşmada şartları da bildikleri için, milletin tepkisini de bildikleri için “sabır istiyoruz, metanet istiyoruz” diyorlar.

İktidarda 23 yılını dolduran bir iktidarın ve Sayın Mehmet Şimşek döneminde de neredeyse 2 seneye yaklaşan bir iktidarın halen daha sabır istemesini, metanet istemesini nereye koyacağız gerçekten de bilemiyorum.

Sayın Mehmet Şimşek döneminde vergiler yüzde 200 arttı. Yani yüzde 200 artış demek, vergilerin 3 katına çıkması demek. Hadi diyelim 22 senelik iktidarı bir kenara koyun, Sayın Mehmet Şimşek'le yeni bir döneme başladık dediklerini varsayalım.

-        Vergiler yüzde 200 arttı.

-        Döviz kurları 18 TL’den 36 TL’ye yükseldi.

-        Akaryakıt 20 TL’den 46 TL’ye yükseldi.

-        Bununla beraber faizler %8,5'ten %50'ye yükseltildi.

-        30 binden fazla şirket kapandı.

-    Bütün bu politikalar ne için? Enflasyonu düşüreceğim diye. Peki enflasyon düştü mü? Enflasyon da %38'den %48'e geldi. Düşmeyi bırakın, sabit dahi tutamadılar.

Kaldı ki her zaman söylüyoruz, enflasyonu sıfır yapsalar bugün, şu andaki fiyatlar aynı olduğu gibi sabit kalacak demektir. Fiyatların düşmesi için enflasyonun eksi olması lazım. Enflasyonu sıfır yapsalar dahi bugün alım gücü ortadadır. Milletin perişanlığı ortadadır. Bu fiyatlarla hiç kimsenin bir şey alması mümkün değil.

Bununla beraber Orta Vadeli Program’dan ne söylüyor? “Borçlanmaya aynen devam edeceğiz. Faiz ödemelerini iki kat arttırarak devam edeceğiz. Vergileri, enflasyonun 15-20 puan üzerinde arttırmaya devam edeceğiz”.

2025 için enflasyonu yüzde 21 hesap etmişler, vergileri %44 arttırıyorlar.

İmtiyazlara kaynak aktarımına devam edeceğiz diyorlar ve 2025 bütçesinden 1 trilyon TL vergi muafiyeti ve 200 milyar TL garanti ödemesiyle imtiyazlara, kaynak aktarımına devam edecekler.

Enflasyonda %35-40 seviyesinde devam edecek. Neden? Çünkü 2024 yılında 33 hesapladılar, ama yüzde 48 oldu. Şimdi 21 hesaplıyorlar, 35-40 olacak. Zaten vergilerdeki artışı %44 yapmalarından enflasyonun ne olacağı da belli. 22 senede ne noktaya getirdiğiniz belli. Sayın Mehmet Şimşek döneminde neler olduğu belli. Orta Vadeli Program ile önümüzdeki 3 senede de ne yapacağınız belli.

Öyleyse yeter artık! Siz bu saatten sonra hiçbir sıkıntıyı aşamazsınız. Bu veriler, bu sıkıntıları aşamayacağınızı açık bir şekilde ortaya koyuyor. Milletimizin de sizin bu sıkıntıları aşacağınıza dair en ufak bir ümidi ve beklentisi kalmamış durumda.

Milletimizi daha fazla oyalamanın bir manası yok. Bu millette artık sabır da kalmadı, metanet de kalmadı. Bir an önce bu sonbaharda veya 2026 ilkbaharında seçim sandığını bu milletin önüne getirin. Bir an önce sandığı getirin ki Millî Görüş gelsin ve bu ülkeyi borç faiz batağından kurtarsın. Daha fazla kendinizi de milleti de oyalamayın. Bu borç ve faiz batağından kurtulmanın yolu Millî Görüş’ten geçiyor.

Son olarak değinmek istediğim bir diğer husus, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere tüm muhalefet belediyeleri için “bir silkeleyin” talimatı olmuştu biliyorsunuz. Bu talimatın üzerine ilgili bakanlar silkelemeye başladılar ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belediyelerin SGK prim borçları tahsil edilmeye başlandı.

Bir defa burada çok sayıda adaletsizlik ve çok sayıda çarpıklık var. SGK'nın toplam alacakları içerisinde bütün belediyelerden alacağı kısım yüzde 10'luk bir kısmı ifade ediyor. SGK’nın toplamda 1,3 trilyon TL alacağı var ve bunun sadece yüzde 10'u belediyelerin tamamından alacağı kısım.

Peki yüzde 90 ne? KİT’lerden alacakları, müteahhitlerden alacakları, özel sektörden alacakları, iktidara yandaş şirketlerden alacakları. Siz SGK'nın %90'lık alacak kısmıyla ilgilenmiyorsunuz, kalan %10'luk kısmını belediyelerden tahsil etmeye kalkıyorsunuz.

SGK'nın, devletin bir paraya ihtiyacı varsa bu alacakları tahsil edecekseniz, önce en fazla olan kısmından da başlayın veya hepsine aynı anda başlayın. KİT’lerden, özel sektörden, müteahhitlerden, yandaş şirketlerden alınacak olan kısma dokunmuyorsunuz. Millete hizmet üreten belediyelerden olan o da toplam alacağın yüzde 10'u kadar olan kısmına dokunuyorsunuz. Bu büyük bir adaletsizlik ve çifte standarttır.

Bununla beraber diğer bir çarpıklık boğazına kadar borca batmış olan AK Partili belediyelerden olan alacaklarınızı tahsil etmiyorsunuz. AK Partili belediyelere ve iştiraklerine herhangi bir haciz işlemi uygulamıyorsunuz. Tamamen muhalefet belediyelerine uyguluyorsunuz.

Diğer bir çarpıklık, 2025 bütçesinde 2,1 trilyon TL vergi muafiyeti koyuyorsunuz. Öbür taraftan belediyelerin SGK'ya olan 100 milyar TL’lik bu borcunu alacağım diye peşine düşürüyorsunuz. Yani 2,1 trilyon TL vergiden vazgeçiyorsunuz madem onun yüzde 5'i kadar olan bir kısmı “ille bu belediyelerden alacağım” demenin manası ne?

Bütün bunlar iktidarın 31 Mart seçim sonuçlarını hazmedemediğini ve muhalefet partilerine geçen belediyelerden deyim yerinde ise bir intikam alma peşinde olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Yazıktır, günahtır. Çünkü burada cezalandırılan belediyelerden ziyade halktır. Belediyelerin hizmet yapamaz duruma getirilmesi, elinin kolunun bağlanması halkın cezalandırılması demektir. Yeniden Refah Partisi olarak iktidarı bu çifte standartçı ve adaletsiz tutumundan bir an önce dönmeye davet ediyoruz.

“DEM Parti’den bir görüşme talebi geldi mi, geldiyse görüşme tarihini açıklar mısınız?” sorusuna cevaben;

DEM Parti görüşme talebinde bulundu. Salı günü saat 15.30'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kendileriyle görüşeceğiz. Ancak biraz evvel de ifade ettiğim gibi elbette kırmızı çizgilerimiz Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüdür, üniter yapısıdır. Aynı zamanda terörist başının da herhangi bir şekilde İmralı'dan dışarıya çıkmamasıdır.

Dr. Fatih ERBAKAN

Yeniden Refah Partisi

Genel Başkanı

İstanbul Milletvekili

 

 

Yayın Tarihi: 4 Ocak 2025 | Yayın Saati: 16:55:52