GENEL BAŞKANIMIZ BASIN TOPLANTISINDA DİKKAT ÇEKEN AÇIKLAMALARDA BULUNDU

Milli Uzay Çalışmalarını Destekliyoruz Ancak…

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, Yeniden Büyük Türkiye yolunda Milli Uzay çalışmalarını desteklediğimizi ancak vatandaşın asıl gündeminin yaşanan ekonomik sıkıntılar olduğunu ifade etti.

Genel Başkanımız, İstanbul İl Başkanlığı'nda düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

'Halkın Birinci Gündemi Ekonomik Sıkıntılar'

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan şunları kaydetti:

Öncelikle dün Irak'ta operasyonda şehit olan kardeşlerimize rahmet diliyorum. Bugüne kadar millet olarak verdiğimiz bütün şehitlerimizi de hayırla yad ediyor, rahmetle anıyoruz.

 

Tabii ki son dönemde yaptığımız toplantılarımızda büyük ağırlıkla Türkiye'deki geniş halk kitlelerinin milyonlarca insanımızın asıl gündemi olan ekonomik sıkıntılar, geçim derdi, yüksek enflasyon, yoksulluk konularını isliyoruz. Çünkü Bizler Yeniden Refah Partisi olarak Türkiye'nin dört bir yanında her kademeden teşkilat mensubunun, halkla iç içe esnaf ziyareti, köy taramaları, mahalle ziyaretleri ve buradan elde ettiğimiz veriler aldığımız bilgiler şahit olduğumuz olaylar aslında vatandaşın şu anda büyük ölçüde ekonomik sıkıntılarla boğuştuğunu ve gündeminin asıl 1. maddesinin geçim derdi olduğunu göstermektedir.

 

Türkiye'de uzun zamandır vatandaş için kırmızı et almak neredeyse imkânsız hale gelmişti ve en son enflasyon hesaplamalarında TÜİK bildiğiniz gibi dana etinin enflasyon sepetindeki ağırlığını azalttı. Çünkü dana eti artık neredeyse, bir ıstakoz gibi havyar gibi milyonlarca insan için son derece lüks ve artık tüketmekten uzaklaştığı bir ürün haline gelmiş oldu.  Milletimiz için dar gelirli milyonlar için üzülüyoruz ve bu sebeple bu gerçekleri ortaya koymak mecburiyetindeyiz.

Milletimizin alım gücü Avrupalı insanların beşte biri, altıda biri, hatta 7'de 1'i seviyesinde. Bu sıkıntıların gerçek olduğunun en önemli göstergelerinden bir tanesi de her zaman verdiğimiz örnekte olduğu gibi bizzat hükümetin açıkladığı son 17 senede Türkiye'de sosyal yardımların 21 kat arttırdığını ifade edilmesidir. 2020 yılında elbette ki pandeminin de etkisi var. Ama yine de çok yüksek bir oran.

 

Hükümet sözcüleri Türkiye'de 3 kişiden birinin sosyal yardım aldığını ifade etmiştir. Hükümetimiz bu hayat pahalılığının enflasyonun bu gıda fiyatlarındaki astronomik artışların sebebi ve sorumlusu olarak stokçuları, aracıları, komisyoncuları, aç gözlü bakkalları, marketleri esnafı suçlu ilan etmesi ve onların üzerine gitmesi düşündürücüdür. Hepiniz çok iyi biliyorsunuz adeta yağmur gibi yağan zamlar, sürekli artan katlanan fahiş vergiler son 3 senede elektriğin %93, doğalgazın yüzde 63 artmasıdır. Son 1 senede döviz kurlarının %40- 50 oranında değer kazanması artması sürekli olarak özellikle de üzerindeki vergiler sebebiyle artan akaryakıt fiyatları bunun yanında 19 senelik yanlış tarım politikaları sonucunda Türkiye'de maalesef bu duruma gelinmiştir. Uygun fiyatlı, bol ve yerli tarım üretiminin ortadan kalkması, bütün bunların hiçbir tanesinin bu artışlarda suçu yok! Tek suçlu esnaf, aç gözlüler, komisyoncular, aracılar olarak sunuluyor.  Bu elbette ki kamuoyu vicdanında toplum nezdinde karşılık bulmadı.

 

'Sürdürülebilir Fakirlik Tüyoları'

Kamuoyunda çok tartışılan bir gazetenin manşetinden alışveriş yapmama tüyolarına değinen Genel Başkanımız, " Bu senaryo kimseye inandırıcı gelmemiş olacak ki bu sefer ikinci bir adım daha atıldı. Bu ikinci adım birincisinden maalesef daha da trajikomik; iktidarın gazetelerinden bir tanesinde sürmanşetten 'Sürdürülebilir fakirlik tüyoları' verildi.  Bu gazetenin söz konusu haberi ile dar gelirli milyonlara, geçim derdi yaşayan milyonlara; markete gittiklerinde kendilerinin veya çocuklarının canının çektiği ürünleri almamanın, almadan çıkmanın yolları anlatıldı.

 

Halkı Fakirliğe Dayanıklı Hale Getirme Çalışması

Gerçekten de bugünleri de mi görecektik, bunları da mı görecektik denilecek noktaya gelmiş olduk. Halkı fakirliğe alıştırma metotları, halkın fakirliğe dayanıklı hale getirilmesi çalışması olarak nitelendirebileceğimiz bu durum alışveriş değil aslında alışveriş yapma ama gidip boş geri dönme, alışveriş yapmadan dönme yöntemi tüyolarının verilmesine şahit olduk.

 

Bu Yolun Sonu Çıkmaz Sokaktır

Ülkemiz yer altı ve yer üstü kaynakları, zenginlikleri olmasına, Avrupa'da pek çok gelişmiş ülkede olmayan genç, dinamik, üretken bir nüfusa sahip olmasına rağmen bugün gelinen noktada milyonlarca insana, 'en temel ihtiyaçları gıda ürünleri için markete gittiğinizde nasıl almadan çıkarsınız? Bu fakirlikle nasıl yaşamayı alışırsınız?' bunların yolları gösterilmektedir. Ne üretim, ne yatırım, ne istihdam, ne ticaret, ne alışveriş hiçbir şey kalmıyor ve her zaman söylediğimiz gibi kardeşane ve dostane uyarımızı hem hükümete hem ülkemize milletimize yapıyoruz. Bu yolun sonu çıkmaz sokaktır."

 

Uzay ve Havacılık Çalışmalarını Destekliyoruz Ancak…

Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı Millî Uzay Programı’nı desteklediğimizi ifade ederek, "Biz elbette ki ‘Yeniden Büyük Türkiye'yi oluşturacak bir parça olarak havacılık ve uzay alanında yapılacak çalışmalardan memnun oluruz, bunu açıkça ifade etmek isteriz. Bununla birlikte robotik alanında, Yapay Zekâ alanında internet altyapısı kullanan sistemler, teknolojiler ürünler alanında, Türkiye'nin yazılım alanında elbette ki lider ülke olmasını isteriz. Bundan memnun oluruz ancak burada iki tane önemli nokta var: Bunlardan birincisi halkın yüzde 40'ı açlık sınırında, yüzde sekseni yoksulluk sınırında hayat mücadelesi verirken, diğer taraftan ayçiçek yağını, kırmızı eti almakta zorlanırken, bu kadar işsiz varken bu çalışmalar oldukça lüks çalışmalar olarak görülmektedir. Öncelikle evdeki yangını söndürmek gerekir diye düşünüyoruz. İkinci bir konuda bu uzay projesi hangi kaynaklarla finanse edilecek? Bu son derece önemli, çünkü şu anda dış borç geri ödememiz bir senede 170 milyar dolar. Bunun ödemesi için yine borç alıyoruz. Son 2 senede genel yönetim borç stoku 450 milyar lira artmış. Hazine ve Maliye Bakanlığı sadece Ocak ayında 50 milyar lira borçlanmış. Önümüzdeki 4 senede 150 milyar dolar bütçe açığımız var. Böyle bir noktada bu son derece maliyetli Milli Uzay Projesinin finansmanı hangi kaynakla karşılanacak?" şeklinde konuştu.

 

Sivil Anayasa Çalışmalarını Destekliyoruz

Bir gazetecinin yeni anayasa çalışmaları hakkındaki görüşünü sorması üzerine Genel Başkanımız, "'Yeni Anayasa çalışmalarına muhalefetin önemli bir kısmı bir tepkiyle ve dirençle karşılık verdi. Bunu anlamak mümkün değil. Oysa ki iktidarda bulunan Ak Parti ve aslında iktidar ortağı olarak nitelendirebileceğimiz MHP'nin böyle bir girişimde bulunması makul karşılanabilir. Çünkü daha birkaç ay öncesine kadar Millet İttifakı içindeki partilerin de kendilerinin oturup kendi aralarında bir anayasa çalışması yaptığı ifade edildi. Dolayısıyla onlar da anayasa çalışması yapmış. Evet AK Parti ve MHP de yapabilir en nihayetinde. Bizim önem verdiğimiz asıl husus; Meclis dışındaki partilerin de toplumun her kesiminin de oturup karşılıklı olarak konuşup müzakere edip bir millî mutabakat halinde anayasa metnine karar vermesidir. Bu nedenle biz daha baştan 'Yok’ demiyoruz. Bunların yapacağı anayasadan hayır gelmez, biz buna karşıyız' diye bir şey söylemedik, oturulması müzakere edilmesi gerekir. Dolayısıyla da yerli, millî, sivil, inanç özgürlüğünü, ibadet özgürlüğünü, fikir özgürlüğünü her kesimin insan haklarını garanti altına alacak bir anayasanın yapılması faydalı olacaktır. Ancak tabii ki ‘Ben yaptım oldu’ anlayışı ile değil toplumun bütün kesimlerinin mutabakatı ile bir anayasa çalışması yapılmalıdır." ifadelerini kullandı.

 

İttifak Açıklaması

Son olarak İttifak sorusunu da yanıtlayan Genel Başkanımız, "Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Yeniden Refah Partisi olarak Türk siyasi tarihinin en büyük genel kurulunu geçen sene Ankara Arena Spor Salonu’nda gerçekleştirdik. Kuruluşundan 11 ay geçtikten sonra siyasi hayatına resmi olarak yeni başlamış bir partinin, 40 binin üzerinde insanla böyle büyük kongre yapabilmesi çok muazzam bir olaydır. Bunun yanında şu anda bizim üyelerimiz elimizdeki üye formlarıyla 250.000 seviyesini aşmıştır. Bu Türkiye'de 20 senelik 30 senelik bazı partilerin üyesinden de fazladır. Mecliste grubu bulunan partilerin üye sayısı kadar bir üyedir ve bugün 81 il 900'ün üzerinde ilçede teşkilatlanmasını tamamlamış ve Türkiye'deki 200 binin üzerindeki sandığın dörtte birinde yaklaşık 50 bininde sandık başı müşahitlerini belirlemiş, dinamik, güçlü seçimlere en güçlü şekilde hazırlanmaktadır. Dolayısıyla bizim birinci önceliğimiz kendi gücümüz ile kendi başımıza seçimlere girmek ve inşallah aynen büyük kongremizde yaptığımız gibi yeni bir sürprizi de ikinci bir sürprizi de bu seçimlerde kamuoyuna bütün dünyaya göstermektir. Ancak tabii ki Türkiye'de siyasetin şartları gereği bildiğiniz gibi Millî Görüş 50 senelik tarihinde koalisyonlar yapmış, seçim ittifakları yapmış ancak bunların hepsinde Millî Görüş belirleyici olmuş, itici güç olmuş, çatı olmuş, ana omurga olmuştur. Dolayısıyla burada da öyle bir ittifak olması mümkün elbette ki.

İktidarın Elinden Silahını Alacak Sinerji

Toplumun sağ partiler olarak nitelediği partilerle bir araya gelmesi bir sinerji oluşturabilecek diye ifade ettik. Örneğin 1991 seçimlerinde MHP, İDP ve Refah Partisi'nin yaptığı ittifak sinerji oluşturdu. Bu üç Parti'nin oyları yüzde 13 seviyesindeyken toplamda yüzde 17'ye çıktı, 63-64 milletvekili çıkartıldı. Bu şekilde benzemezlerin ittifakı tam tersine bir negatif enerji ve algı oluştururken birbirine yakın partilerin ittifakından bir sinerji oluşması mümkün ve aynı zamanda da tabii HDP'nin CHP'nin bu ittifak içerisinde olmamasıyla iktidarın elindeki bu argümanın bu silahın elinden alınmış olması mümkün. Bu nedenle öyle bir olasılık olabileceğini ifade ettik. Bugüne kadar da çeşitli partilerle Genel Başkan Yardımcıları düzeyinde temaslarımız oldu. Tabii siyasi partilerin temaslarında bu konularda gündeme geliyor ve en son da Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Gültekin Uysal'ın ziyaretinde de birtakım konularda görüşüldü. Daha ziyade bir nezaket ziyareti kapsamındaydı ancak bundan sonra da biz Genel Başkan Yardımcıları düzeyinde de Genel Başkan düzeyinde de bu sağ partilerle görüşmelerimizde müzakerelerimize devam edeceğiz. Türkiye'de siyaset için 24 saat çok uzun bir zaman. Neler olacağını da hep birlikte göreceğiz. Gelişen şartlara göre, değişen konjonktüre göre bir adım atılacak ancak burada ittifaklarda da bizim en önemli kriterimiz daha önce de söylediğimiz gibi milletimizin ülkemizin menfaatidir geleceğidir ve yine hep söylediğimiz gibi milletimizin insanlığın kurtuluş reçetesi  olan Millî Görüş prensiplerine, Millî Görüş’ün kırmızı çizgilerine uygun bir ittifakın yapılmasıdır." dedi.

 

GENEL BAŞKANIMIZIN BASIN AÇIKLAMASININ TAMAMINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 

Genel Başkanımızın Basın Toplantısı Konuşmasının Tam Metni:

 

Türkiye’de uzun zamandır vatandaşın kırmızı et tüketmesi neredeyse imkansız hale gelmişti, halk mecburen kıymaya ve beyaz ete yönelmişti, son dönemde artık bunlar da alım gücünü aştı, hatta yüksek enflasyon ve astronomik fiyatlar nedeniyle pek çok meyve-sebze ve ayçiçek yağı gibi ürünler dahi vatandaş için lüks ürün kategorisine girdi.

Ülkemizde Ayçiçek yağının fiyatı 1 senede %60, yumurta fiyatı %67, portakal fiyatı %65 arttı …

2020 yılı gerçek enflasyon oranı %37, gıda enflasyonu %50…

Buna mukabil maaş artışları ne kadar oldu ?

Asgari ücrette %21, memur ve emekli maaşlarında %7,5 ila %8,5. Yani milyonlarca insanın alım gücü hızla düşüyor…

Peki bizi kıskanan Avrupa ülkelerinde 2020 yılı enflasyon oranları ne kadar ?

Almanya % eksi 0,5, Fransa % eksi 0,1, İtalya % eksi 0,6,

AB Ortalaması % eksi 0,3 … OECD Ortalaması %1,7 …

 

Bu rakamlar ülkemizdeki acı tabloyu gözler önüne sermektedir…

Şu örneği çok iyi düşünmemiz gerekir; Avrupa ülkelerinde asgari ücret 1500 ila 2000 euro civarında. Ortalama olarak 15.000 TL düzeyinde. Türkiye’de ise asgari ücret yaklaşık 3.000 TL düzeyinde. Ancak temel gıda ürünlerinin fiyatları Avrupa ülkelerinde, TL’ye çevirdiğinizde dahi Türkiye’den daha ucuz …!!

 

Bu ne demek ? Halkımızın gıda alışverişinde alım gücü Avrupa’lı tüketiciden 5 ila 6 kat daha düşük …!!

Türkiye’de “sosyal yardımların son 17 senede 21 kat arttığının” bizzat Hükümet tarafından ifade edilmesi, işte bu durumun bir sonucudur…

Her geçen gün daha fazla vatandaşımız temel ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz hale geliyor, halk her geçen gün fakirleşiyor …

 

“Artık bıçak kemiğe dayandı” olarak tanımlanabilecek bu tablo karşısında Hükümet’in yaptığı iki şey var;

 

Birincisi; gıda fiyatlarındaki bu astronomik artışın sorumlusunun “açgözlü, fırsatçı, yüksek kar marjı uygulayan esnaf” olduğunu ilan etmek…

Adeta yağmur gibi yağan zamların, sürekli artan fahiş vergilerin, sürekli artan girdi maliyetlerinin, elektrik fiyatının üç sene içinde %93, doğalgazın %63 artırılmasının, sürekli artan akaryakıt fiyatlarının, yükselen kredi faizi maliyetlerinin, döviz kurlarında yaşanan bir senede %40’lık artışın, 19 senelik yanlış tarım politikaları yüzünden tarım ürünlerini büyük ölçüde dışarıdan dövizle ithal eder hale gelmemizin bu tabloda hiç payı yok….

Bütün suç açgözlülük yapan esnafın, aracıların, komisyoncuların, stokçuların ...

 

Bu senaryoya kimseyi inandıramayınca ikinci bir adım daha attılar. Bu ikinci adım birincisinden daha da trajikomik …

İktidarın gazetelerinden bir tanesinde birinci sayfada manşetten “sürdürülebilir fakirlik tüyoları” verdiler…!!

Bu gazetenin haberiyle dar gelirli milyonlara markete gittiklerinde kendilerinin ya da çocuklarının canının çektiği gıda ürünlerini “almadan çıkmanın” yolları anlatılıyor.

Fakirliğe alıştırma, halkı fakirliğe dayanıklı hale getirme projesi uygulanıyor.

 

Evet, ne yazık ki dünyanın en büyük 20 ekonomisinden bir tanesi olan Türkiye’de, sayısız yer altı yer üstü zenginliklerine, kaynaklara, genç ve üretken nüfusa sahip ülkemizde geldiğimiz noktada milyonlarca insan fakirlik ve hatta açlık çekiyor…

Daha önce söylediğimiz gibi, Türkiye’de sosyal yardım, sadaka, zekat ekonomisi işletiliyor. Sosyal yardımlar katlanarak artıyor, İstanbul Valiliği 2020 yılında 300 bin aileye yardım yapıldığını açıklıyor, Ak Partili belediyeler 2020 yılı faaliyetlerini ilan ediyor, yarıdan çoğu hayır hasenat faaliyeti, Beyoğlu Belediyesi vatandaşa ücretsiz istavrit dağıtıyor, 5 bin kişi kuyruğa giriyor…

Milyonlarca insan temel ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz hale getirildiği için valilikler, belediyeler, Devlet hayır kurumu haline gelmiş…

……………………………………………………………………

Pandemi nedeniyle işyerini kapatmak zorunda kalan kafe ve restoran esnafına kaybettikleri cirolarının “en fazla yüzde 3’üne” kadar verilecek Devlet desteği Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Salgın nedeniyle neredeyse bir seneden beri doğru düzgün iş yapamayan ve aylarca tamamen kapalı kalan ve adeta perişan durumda olan bu işyerlerine verilecek destek, sıkıntının boyutu yanında “cep harçlığı” veya “sadaka” düzeyinde bir destektir.

IMF Raporu’na göre Türkiye, dünyada koronanın etkilerine karşı nakit desteğini en az veren 3 ülkeden bir tanesidir. Hükümet Arnavutluk ve Meksika ile birlikte dünyada vatandaşına en az destek veren ülkelerden olmuştur.

Arnavutluk’ta GSYH’nın %1,1’i oranında, Meksika’da %0,7’si, Türkiye’de de halka GSYH’nın %1,1’i oranında nakit destek sağlanmıştır.

Kapalı kalan kafe ve restoran esnafı için açıklanan destek paketi de bu rakamları doğrulamaktadır. Cirosunun %50 ve üzerini kaybeden esnaflara, kaybının %3’ü verilecek.

Yani 100 bin TL cirosu olan dükkan, 30 bin TL’ye ciroya düşmüşse, 2 bin TL destek verilecek. Yani 100 bin TL yerine 30 bin TL değil de, 32 bin TL gelir elde etmiş olacak…

Peki bizi kıskanan Almanya aynı durumda ne yapıyor ?? Kapalı kalan dükkanlara kaybettiği cironun %75’ini ödüyor…!!

“Fazla söze ne hacet …” diyoruz ve ekliyoruz; imtiyazlılara aktarılan kaynakların, imtiyazlılar için yüzlerce kez çıkarılan vergi ve harç muafiyetlerinin onda birini esnafımıza aktarsaydık, biz de kapalı kalan esnafımıza Almanya kadar destek olabilirdik…!!

………………………………………………………….

Yine bu pandemi sürecinde, öğrencilerin internet üzerinden uzaktan eğitimle, işyerlerinin e-ticaretle internet üzerinden ayakta kalabildiği bir dönemde, ÖZEL İLETİŞİM VERGİSİ’nin yüzde 7,5’tan yüzde 10’a çıkartılması, halka, öğrencilere, gençlere ‘fırsattan istifade’ ilave yük yüklenmesi manasını taşımaktadır.

GSM operatörleri tarafından yılbaşında internet ve cep telefonu tarifelerine yapılan yüzde 20 düzeyindeki zam zaten ciddi bir yük getirmişken, şimdi ÖİV artışıyla yeni bir zam daha internet ve cep telefonu faturalarına yansıtılacak.

Hükümet bu pandemi sürecinde halka yeteri kadar destek olmadığı gibi, bir de üstüne halkın üzerinden, halka ilave yük yükleyerek kendisine milyarlarca liralık kaynak oluşturmaktadır.

Bu vergi artışıyla internet faturalarında vergi yükü %50’ye, cep telefonlarında %100’e çıkacak…!!

 

Bu zorlu süreçte insanların, tek iletişim ve dünyayla bağ kurma yolu internet ve cep telefonları. Bu nedenle dünyada pek çok ülke öğretmenler, öğrenciler, üniversiteler, e-ticaret kurumları için interneti ücretsiz hale getirdi, cep telefonu faturalarında devlet katkısıyla yüzde 50’ye varan indirimler yapıldı.

Biz de ise durum tam tersi … Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine …

 

Bu durum aslında bizim uzun zamandır vurguladığımız gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır; Hükümet’in vatandaşa yaptığı bir katkı yok, sadece Ali’den alıp Veli’ye veriyor, vatandaşın sağ cebinden alıp sol cebine koyuyor.

“Efendim kapalı kalan işyerlerine ciro kaybının %3’ü kadar destek yapacağız.” İyi de o yapacağınız desteği aynı anda artırdığınız ÖİV ile, çok daha fazlasıyla yine vatandaştan çıkartıyorsunuz zaten…!!

 

Siz Hükümet olarak;

- Önce yıl sonunda ÖTV oranlarını astronomik şekilde artıracaksınız,

- Arkasından yeni yılın ilk gününde elektriğe yüzde 6, Doğalgaza %21 zam yapacaksınız,

- Yine bu yıl başında köprü ve otoyol geçiş ücretlerine ortalama olarak yaklaşık % 25 oranında zam yapacaksınız ,

 

- Arkasından 1 Şubat’ta Avrasya Tüneli’nin geçiş ücretine de %26 zam yapacaksınız,

- Bunlar da yetmez, ÖİV’ni de %7,5’dan %10’a çıkaracaksınız,

SONRA DA KASABA, BAKKALA, MANAVA DÖNÜP, “GÖZÜMÜZ ÜZERİNİZDE, SAKIN ZAM YAPMAYA FALAN KALKMAYIN, BEDELİNİ AĞIR ÖDERSİNİZ” DİYE SESLENECEKSİNİZ…

“ELE VERİR TALKINI, KENDİ YUTAR SALKIMI”

…………………………………………………………………

 

Diğer taraftan döviz kurları 2020 yılında adeta fırladı. Bir yıl içinde Euro ve dolar kurları %40-%50 oranında arttı…

Mevcut iktidar döneminde dolar TL karşısında tam 6 kat değerlendi…

Türk Lirası adeta pul oldu. 200 TL’lik banknot 2009’da piyasaya çıktığında tam 131 USD ediyordu, bugün ise 28 dolara tekabül ediyor …

Dövizdeki bu yükselişin sebeplerini daha önce defaatle ifade ettik;

1) Borç-Faiz ekonomisi

2) İthalata dayalı beton-çimento ekonomisi

Bunun sonucunda döviz kurları fırladı, bunu frenleyebilmek için Hükümet iki adım atmayı planladı;

 

1) Dolar düşsün diye 2020 yılında tam 130 milyar dolar satarak tüm döviz rezervlerini bitirdiler. Merkez Bankası rezervi tarihte ilk defa eksiye düştü.

Ama USD yine düşmedi …

2) Bu sefer de doları düşürelim diye faizleri fırlattılar. Bu adım da yatırımı, üretimi, istihdamı bitirecek, hane halkı ve özel sektör yüksek kredi faizlerinin altından kalkamayıp tamamen kilitlenecek.

Sadece yurtiçi ve yurtdışından parayla para kazanan faiz lobisi, rantiyeciler yüksek mevduat faizleri sayesinde daha çok kar edecek.

 

SONUÇTA; ELDE NE DÖVİZ REZERVİ VAR, NE ÜRETİM VAR, NE YATIRIM VAR, NE İSTİHDAM VAR…

BU YOLUN SONU ÇIKMAZ SOKAKTIR…

BU GİDİŞLE ALLAH VERMESİN, 2001 KRİZİ GİBİ BİR DURUMLA HATTA DAHA BETERİYLE KARŞILAŞMAK DURUMUNDA KALABİLİRİZ…

 

Halbuki çözüm döviz bozdurmak, faizleri artırmak veya bakkalları-marketleri azarlamak değil,

Üretimi artırmaktır…!!

İhracatı artırmaktır, katma değerli ihracat yapılmasıdır…!!

 

Ancak maalesef bırakın katma değerli ihracatı, Türkiye tarımda, hayvancılıkta, gıda ürünlerinde üretimden uzaklaştırıldı. Yerli üretici borç-faiz-zam-vergi ekonomisi yüzünden ezildi, kaderine terk edildi.

Üreticinin ihmal edilmesi, gerekli desteklerin verilmemesi, sürekli artırılan girdi maliyetleri üretimi bitirdi.

Neredeyse bir yıldır pandemi nedeniyle alınan önlemlerde, desteklerde, kredi ve hibe desteği kararlarının hiç birisinde çiftçiye, tarıma, üreticiye yönelik bir şey yok...!!

Türkiye’de ekilebilir arazilerin milyonlarca hektarı boş duruyor, ekilmiyor. Kayıtlı çiftçi, tarım üreticisi sayısı her yıl geriliyor. Bir yandan nüfus artıyor, bir yandan yerli üretim azalıyor, böyle olunca da açık sürekli ithalatla kapatılıyor.

Döviz kurlarının astronomik artışlarıyla da ithal etin, sütün, buğdayın, ayçiçeği tohumunun, samanın, gübrenin, tarım ilacının fiyatı katlanıyor, girdi maliyetleri altından kalkılamaz hale geliyor.

İthal meyve sebzenin fiyatı da döviz artışı sebebiyle katlanarak artıyor.

İktidar neredeyse tüm tahıl ürünlerinde, et ürünlerinde, bakliyatta gümrükleri sıfırladı. Ardından sıfır gümrükle ithalat süresini yılbaşından itibaren yine uzattı. Yani ithalatı teşvik etmeye devam etti. Yine de gıda fiyatları düşmedi …

Bu şekilde düşmesi de mümkün değildir…

Çözüm yerli üreticiyi desteklemek, güçlü Devlet desteği ile üretimi artırmak, yerli ürün arzını artırmak, esnafın-çiftçinin-üreticinin vergi ve girdi maliyeti yükünü azaltmaktır.

 

Eğer iktidar enflasyonu, gıda fiyatlarını düşürmek, halkın alım gücünü ortadan kaldıran zam yağmurunu dindirmek istiyorsa;

- Köprü, otoyol, tünel, elektrik, doğalgaz, DSİ sulama ücreti zamlarını, vergi artışlarını, derhal geri çekmeli,

- Temel gıda maddelerinde, ve akaryakıtta KDV, ÖTV’yi en azından bir yıl süreyle sıfırlamalıdır.

- Tarım ve hayvancılık üretimine en güçlü teşvik ve destekler sağlanmalı,

- İthalat değil, yerli üretim desteklenmeli,

- Tarımda üretim planlaması yapılmalı,

- Tarımda kullanılan mazottan vergi alınmamalı,

- Tarım ve hayvancılık üretiminin girdileri devlet desteğiyle en uygun şartlarda sağlanmalı

- Tarım ürünlerinde taban fiyatları olması gereken seviyeye yükseltilmeli,

- Ekim sezonu başında üreticiye alım garantisi verilmeli, ürün bedelleri avans olarak peşin ödenmelidir.

Yerli tarım üretiminin bol ve düşük maliyetli bir şekilde yapılması şarttır, ancak bu şekilde üreticinin de tüketicinin de yüzü güler.

Tarım ve hayvancılık alanında, sanayi ve teknoloji alanında üreten ve ihraç eden Türkiye’yi hayata geçirmek şarttır.

……………………………………………………………..

 

Bilindiği üzere Sn. Cumhurbaşkanı Türkiye’nin uzay programını açıkladı ve 2023’te Ay’a gideceğimizi ifade etti.

Elbette ki havacılık, uzay, robotik, yapay zeka, nano teknoloji gibi alanlarda çalışma yapılması son derece önemli ve değerlidir. Yeniden Büyük Türkiye’nin inşası için gereklidir. Bu doğrultuda yapılacak çalışmaları elbette ki destekleriz.

Ancak “evdeki yangını söndürmeden bahçedeki çiçekleri sularsak” bu absürd bir durum olur.

Ülkemizde halkın %40’ı açlık sınırında, %80’i yoksulluk sınırında gelir elde edebilirken, milyonlarca insanımız Ayçiçek yağına dahi güç yetiremezken, halkın 3’te 1’i sosyal yardım alırken, 10 milyon işsiz, 1,5 milyon üniversite diplomalı işsizimiz varken, Ay’a gitmek son derece uçuk bir fikirdir.

Bununla birlikte bu uzay projesi hangi kaynakla finanse edilecek ? Türkiye, 450 milyar dolar dış borç stoğu olan, hane halkı, özel sektör ve Devlet olarak toplamda 1 Trilyon dolara yakın borca batmış, Hükümet’in önümüzdeki dört senede 150 milyar dolar bütçe açığı vereceğini ilan ettiği bir ülke. Borcu borçla kapatan, hatta borç faizini borçla kapatan bir durumda.

Böyle bir durumda son derece maliyetli olan uzay projeleri hangi kaynakla yürütülecek ? Yine her işte olduğu gibi en yüksek faizle alınan borçlarla mı bu çalışmalar yapılacak ?

 

NASA’nın yıllık bütçesi 23 milyar dolar, Avrupa Birliği Uzay Ajansı’nın yıllık bütçesi 7,5 milyar dolar, Rus Uzay Ajansı’nın bütçesi 1,7 milyar dolar iken, yıllık bütçesi sadece 5,4 milyon dolar olan Türkiye Uzay Ajansı bu açıklanan işleri nasıl yapacak ?

 

Yayın Tarihi: 12 Şubat 2021 | Yayın Saati: 09:36:11