
ABD’de Trump’ın dört yıl önce yapılan başkanlık seçimi sonrası sonuçlara itirazları üzerine ortaya çıkan konjonktürel gelişmeler siyasi tansiyonun yükselmesine, bunun sonucu olarak ta güven bunalımı ile birlikte ortaya çıkan ayrıştırıcı ve çatışmacı politikaların yeniden alevlenerek krize dönüşmesine neden oldu.
Başkanlık seçim sonuçları bağlamında olayların kazandığı ivme sonucu Kongre binasına düzenlenen kanlı baskın sırasında Amerikan iç savaşını çağrıştıran manzaralar hiç kuşkusuz Amerika’nın 1861-1865 yılları arasında yaşadığı iç savaş sendromunu yeniden gözler önüne sermişti. Köleliğin kaldırılmasına başkaldıran Amerikan güney eyaletlerinin oluşturduğu Konfederasyon bayrağı ile Kongre binasına giren şüpheli Kevin Seefried’ın, iç savaş sırasında 22 Mayıs 1856 tarihinde Güney Caroline Demokrat Temsilcisi olan köle yanlısı Preston Brooks tarafından linç edilerek feci şekilde öldürülen kölelik karşıtı( Abolitionist) Massachusetts Senatörü CharlesSumner’ın Kongre binasında linç edildiği mekânda yer alan portresi önünde güneyin Konfederasyon bayrağıyla poz vermesi ABD’nin geleceğine yönelik derin anlam veren bir mesaj niteliğindeydi.
Kongre binasına yönelik kanlı baskında ortaya çıkan keskin kutuplaşma, iktidarı boyunca ‘Beyaz Üstünlüğü’(WhiteSupremacy) ideolojisine teşne olan ve Afro-Amerikalıları, Müslümanları ve Göçmenleri sakat ve ırkçı politikasının hedef tahtasına koyan ABD Başkanı Donald Trump’ın ayrımcı ve dışlayıcı politikaları ABD’de güçlü bir zeminin oluşmasına neden oldu.
Bu nedenle, Amerikan Kongre Binası’na yönelik 6 Ocak’taki kanlı baskın bir bakıma Amerika’nın sinopsisini ortaya çıkarmış oldu. Buna karşılık o dönemde ABD başkanlığına seçilen Siyonist Joe Biden’ın, Beyaz Üstünlüğü ’nü savunan Kongre binası baskıncılarına karşı Afro-Amerikalılara yönelik timsah gözyaşları dökerek; “Bu manzara kim olduğumuzu ortaya koymuyor” ( That’s Not Who We Are) ifadesi Amerikan geleneksel politikasının bir yansıması niteliğinde idi.
Trump’ın seçim kampanyasına ve dış politika sloganına dönüşen ve uluslararası anlaşmalardan ve teşkilatlardan geri çekilmeyi öngören ‘Beyaz Üstünlüğü’ ideolojisi ile örtüşen ‘Önce Amerika’ kavramı karşısında Joe Biden’ın; “ Başkanlık tüm Amerikalılarındır”(A Presidency for All Americans) kampanya söylemi ile Minnesota’da nefessiz bırakılarak öldürülen Sub-Sahara kökenli Amerikan vatandaşı George Floyd başta olmak üzere ırk ayrımcılığının tavan yaptığı ve ‘Beyaz Üstünlüğü’ ideolojisinin geniş kitleler tarafından Amerika’nın özü kabul edilen düşünce atlası karşısında ABD Başkanlığının tüm Amerikalılarındır” ifadesini kullanan Joe Biden, ne yazık ki Trump ile benzer politikalar ortaya koydu. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin silah ve mühimmat yığınağı, GKRY ile olan yakınlaşma, Dedeağaç’ta askeri silah yığınağı ve Siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik katliamlarını kayıtsız ve şartsız desteklemesi Biden’ın çözüm odaklı olmaktan çok sorun odaklı ve yanlı politikalarının göstergesi niteliğinde idi.
Bugün ikici dönem başkanlık dönemi için yemin edecek olan Trump’ın yeni başkanlık döneminde Türkiye ile ilişkilerinin hangi boyutta olacağı konusunda şimdiden bir fikir yürütmek pek mümkün olmasa gerek. ABD müesses nizamının Suriye,Irak ve Türkiye boyutunda Trump’ın isteklerinden çok ABD’nin ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarının ön planda olacağı muhakkaktır.
Hatırlanacağı üzere ABD’nin ikinci dönem Başkanı Donald Trump, birinci dönem başkanlığı sırasında Türkiye’deki referandum sonrası Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tebrik ederken; “Birlikte yapacağımız çok şey var” ifadesi (eventüal) Neo- Mc. Charty’cilik anlayışını çağrıştıran ikircikli bir vehim olarak bir anda Türkiye gündemine oturmuştu. Bu nedenle, Trump’ın yeni dönem paradigmasında Türkiye ile ilişkileri bir çok soru işaretini beraberinde taşımaktadır.
Yeni kabine üyelerini büyük ölçüde Yahudi asıllı ve İsrail yanlısı bakanlardan oluşturan Trump’ın, aynen Biden döneminde olduğu gibi tek taraflı İsrail politikalarını önceleyeceği bir gerçektir.
Doğan Bekin
YenidenRefahPartisi
Genel Başkan Yardımcısı
İstanbul Milletvekili