SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU 15.06.2020

BORÇ VE FAİZLE ABAD OLUNMAZ

Kamunun Dış Borcu bu iktidar döneminde;          

4 misline çıkmış  (50 milyar $'dan  200 milyar $'a)

Kamu İç Borcu bu iktidar döneminde;

5 misline çıkmış  (150 milyar TL'den 750 milyar TL'ye)

“IMF’den borç almıyoruz diye borçlanmıyoruz mu sanıyorsunuz ?? “  İŞTE TABLO ORTADA…!!

IMF’ye 13 Milyar $ ödedik,  buna mukabil kamunun toplam borcu bu iktidar döneminde 250 Milyar $ arttı …!!

Hazine ve Maliye Bakanlığı tarihin en hızlı borçlanmasını gerçekleştirmektedir. Bakanlık 2019 yılında 278 milyar TL, son 22 ayda 556 milyar TL borçlanarak rekor kırmıştır.

Özel Sektörün borcu 35 misli artmış

(88 Milyar TL'den  3 Trilyon TL'ye)

Vatandaşın borcu 100 misli artmış

(6 Milyar TL'den 600 milyar TL'ye)

“Efendim kişi başına Milli Geliri artırdık, 4 misline çıkardık …” Vatandaşın hem geliri 4 misline çıktı, hem de aynı anda bankalara borcu 100 misli arttı … !!  BÖYLE ŞEY OLUR MU??

Devlet ve millet olarak toplam ‘borcumuz 900 milyar doları’ bulmuş, her sene ‘100 milyar dolara yakın borç faizi’ yükümüz var.

Bu borç kağıt üzerinde durduğu gibi durmuyor, her sene geri ödemesi var, faizi var…

İşte  Katar’la SWAP Anlaşması bunun için oluyor …

 

Ne demek SWAP AnlaşmasıKısa vadeli  (1 sene süre içinde ödenecek) dış borç geri ödemesi 170 milyar doları bulmuş, bunu ödeyecek döviz yok,özellikle önümüzdeki yaz aylarında yüklü ‘dış borç geri ödemeleri’ var,  bunun için dış finansman ihtiyacı,  döviz ihtiyacı  var. 

Peki SWAP Neden Oluyor ?  Biraz önce söylediğimiz gibidış borç geri ödemesi yapılması lazım yapmamız lazım. Bu iktidarın bizi getirdiği ekonomik şartlar altında bunun iki yolu var;  TL’mızı dolara çevirip ödemek,  yeniden dolar borcu almak.

1) TL’sını dolara dönemiyoruz, konvertibilitesi, finansal anlamda itibarı kalmamış.  Karşılıksız basılıyor. Onun için uluslararası piyasada kimse dolarını verip karşılığında TL almak istemiyor. Ayrıca bu kadar yüksek miktarda TL’yi dolara çevirince zaten 7 TL’ye dayanan dolar kuru 8 TL’yi de geçecek.

2) Artık Avrupa ve Amerika’dan dış borç bulamıyoruz, çünkü ekonomik göstergelerimiz ve yüksek risk nedeniyle vermiyorlar.

Bu sebeple ‘TL’ verip, karşılığında ‘Katar Riyali’ alıp, onu dolara dönüp, o dolarla da dış borç ödemeye çalışıyoruz.

 

NE DEMEK BÜTÜN BUNLARIN MANASI ? 

Ne paramızın itibarı kalmış, ne de yeniden borç alabilecek kredibilitemiz, itibarımız kalmış…!!

Geçtiğimiz günlerde Alman Die Welt Gazetesi “Türkiye iflas etti, Varlık Fonu’nu satmaktan başka çaresi kalmadı” diye yazdı. İşin acı tarafı Varlık Fonu’nu satsanız da borçlara gidiyor ve elde avuçta bir şey kalmıyor …!!

 

PEKİ YA “EKONOMİ ALANINDA MUHALEFETİN DURUMU”  ??

Yeni Kurulan Partilerden Bir Tanesinin Başkanı; “Yurtdışında borç ve kredi çok bol,  yeter ki sen almasını bil”  diyor …

“Ben daha kolay, daha hızlı, daha çok borç bulurum” diyor …

Bakan olduğu dönemde işe başlarken; Kamu ve Özel Sektör Borcu 129 milyar $,  görevi bırakırken borç 400 milyar $.

Türkiye’yi yüz milyarlarca dolar borca batırmış bu şahsiyet, şimdi de “yeniden seçilirsem daha da çok borç alacağım” diyor …!!

Irak’a ilk bomba düştüğünde 8,5 milyar $ kredi dilimi serbest kalacak diyen zihniyetten ne hayır gelecek ??

(Bir damla Mehmetçik kanını bütün ABD Bütçesi’ne değişmem diyen  Milli Görüş zihniyeti nerede,  8,5 MİLYAR $ İÇİN IRAK’I BOMBALATAN ZİHNİYET NEREDE …)

Yeni Kurulan Diğer Siyasi Partinin Başkanı bugün iktidara diyor ki;

“Ekonomik sorunları kredi ile çözmek milleti daha da borçlandırmaktır. Milleti borçlandırarak örtülü tefeciliğe mi soyunuyorsunuz ? Her sorunun kredi ile, borçlanmayla çözüleceğini sanıyorsunuz.”

Çok doğru söylüyor da, 2 sene süren kendi başbakanlığı döneminde Türkiye en hızlı şekilde borçlanmaya devam etmedi mi?? Borç-Faiz ekonomisi aynen bugün olduğu gibi kendi döneminde de uygulanmadı mı ??

 

PEKİ  YA  ANAMUHALEFET  CHP ??

- İBB Başkanı’nın ilk işi göreve gelir gelmez Avrupa’ya koşup borç bulmak oldu. Arkasından İBB Meclisi’nden 4 Milyar TL’lik borçlanma için karar çıkartmaya kalktı. Arkasından ulaşım ücretlerine %35 zam yaptı.

Bu da aynı şekilde  borç-faiz-zam ekonomisi …!!

YAHU SİZ DE GELİP BORÇLANACAKSANIZ SİZE NE İHTİYAÇ VAR ?  MEVCUT İKTİDAR DA 18 SENEDİR BORÇLANIYOR ZATEN …

BORÇ VE FAİZLE ABAD OLUNMAZ …!!

ÇÖZÜM YENİDEN REFAH PARTİMİZ TARAFINDAN ORTAYA KONULAN “MİLLİ KAYNAK PAKETLERİ”NDEDİR ...  !!

BU KAYNAKLA DA “ÜRETİM-İSTİHDAM-İHRACAT SEFERBERLİĞİ”  BAŞLATMAKTADIR…

BORÇSUZ-ZAMSIZ-VERGİSİZ OLARAK ÜRETİLEN BU KAYNAKLA;

Dar gelirli milyonların refah seviyesini artıracağız,

Üretim ve istihdam seferberliğiyle işsize iş ve aş imkanı sunacağız,

Katma değerli ihracat hamlesiyle milli gelirimizi gerçek manada artıracağız ve adil şekilde bölüşeceğiz,

Sadece bir kesime değil, herkese refah sağlayacağız

 

MADDİ KALKINMA ANCAK VE ANCAK MİLLİ GÖRÜŞ’LE OLUR, YENİDEN REFAH’LA OLUR …!!

………………………………………………………………………………………………………………………………………

 

 

 

EKONOMİK DARBOĞAZA ÇARE OLARAK KAMU BANKALARININ KREDİ MUSLUKLARINI AÇMASI

 

Hükümet ülke olarak uzun zamandır içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve bunun üzerine gelen pandemi sürecinin ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, 5 Haziran itibariyle kamu bankaları üzerinden dört yeni kredi paketini hayata geçirdi.

 

Bankalar ve bir kısım basın bu kampanyayı “büyük fırsat”, “kaçırılmayacak fırsat” olarak allayıp pullayarak lanse etmeye başladılar.

Ancak işin iç yüzü ‘büyük fırsat’ adı altında, zaten borca batağına saplanmış geniş hak kitlelerinin daha da fazla borca batırmanın yolunun açılmasıdır.

 

Hükümet bu hamlesiyle kamu bankaları eliyle halkı borçlanmaya teşvik etmekte, 18 yıldır aynen kendisinin yaptığı gibi vatandaşı da borçlandırmakta, daha da fazla borçlanmaya itmektedir.

 

18 yıl boyunca milletin refah seviyesini yükseltemeyen, sağlıklı bir ekonomik yapı oluşturamayan, gelir ve servet dağılımında adaleti tesis edemeyen iktidar ‘borç batağına daha fazla saplanmayı’ çare olarak sunuyor.

 

Alım gücü artırılmadan, gelir düzeyi, refah seviyesi artırılmadan kredi dağıtmak asla çare olmaz. Bugün için bir rahatlama sağlıyormuş gibi gözükse de, orta ve uzun vadede kredi kullananları daha da perişan bir duruma getirir.

 

Bu iktidar döneminde bankalara zaten ‘100 misli borçlanan’, mevcut banka kredilerini geri ödeyemeyen halk bu kredi hamlesiyle daha da çok borca girmiş olacak. Gelirleri yeterli gelmeyen, hali hazırda kredi borçlarını ödeyemeyen insanlar hangi parayla, hangi imkanla yeni kredilerin taksitlerini ödeyecek ?

Malesef ki büyük ölçüde ödeyemeyecek ve böylece borç üstüne borç, faiz üstüne faiz binecek, yük daha da altından kalkılamaz hal alacak.

 

Hali hazırda bankalara ‘600 milyar TL’nin üzerinde yani neredeyse ‘100 milyar USD’ kredi kartı ve bireysel kredi borcu olan vatandaş, borç bataklığına Hükümet eliyle daha da fazla itilmiş oluyor.

 

Bu adeta yangına körükle gitmek manası taşıyan bir hamledir, yanlıştır, Hükümet’in ekonomi alanındaki çaresizliğini gösteren bir durumdur.

Borçla, krediyle, borç faizi ile bataklıktan kurtuluş olmaz ...

 

Asıl yapılması gereken;

  • Devlet eliyle borçsuz, zamsız, vergisiz, millete yük yüklemeden yıllık en az 100 milyar dolar hacminde kaynak üretmek,
  • Bu kaynakla asgari ücret-memur ve emekli maaşlarını yeterli düzeyde artırarak, tarım ürünlerine yüksek taban fiyatları vererek, dar gelirli milyonların refah seviyesini yükseltmek,
  • İhtiyaç sahibi olanlara faizsiz kredi imkanı sağlamak veya gerekirse ihtiyaç sahiplerine devlet eliyle hibe yoluyla kaynak aktarımını sağlamak,
  • Yine devletin üretmiş olduğu bu kaynakla üretim ve istihdam hamlesini gerçekleştirerek, işsiz milyonlara iş ve aş imkanı sağlamaktır

 

 

……………………………………………………………………………………………………

 

MİLLİ GÖRÜŞ TAKLİTÇİLİĞİ

Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Türkiye bir batılılaşma sürecine sürüklendi. Fiziki şartlarımızdan düşünce ve yaşayış biçimimize kadar sirayet eden batılılaşma projesi aslında planlı bir uygulamaydı ve tek amacı milletimizi kendi özünden, kültüründen, benliğinden uzaklaştırıp savaşlarla elde edemedikleri emellerini bu yolla gerçekleştirmekti. Osmanlı’nın bakiyesi olan bu milleti, artık kendileri ve bölge için bir tehdit unsuru olmaktan çıkaracaklar, böylece güdülebilir bir Türkiye meydana getireceklerdi.

Maalesef ki buna en çok teşne olanlar ise siyasilerdi. Yozlaşmış çürümüş insanlığa bugüne dek hiçbir şekilde huzur ve refah getirmemiş batı medeniyetini cilalayarak milletin önüne getirip, bu üstün(!) medeniyet seviyesine yükselmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Milli kelimesi yalnızca piyangoya ve müfredatı tamamen batıya yönelik eğitime hapsedilmişti.
Aslında milletimizin DNA’sı ile hiçbir şekilde uyuşmayan bu batılılaşma yolunda; kimi zaman cebir kimi zaman hileli metotlar kullanarak ülkemizi siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak bir çıkmaza sürüklemişler ve koskoca Osmanlı mirasçısı Türkiye'yi batının uşağı haline getirmeye çalışmışlardır.
Tarihler 14 Ekim 1969’u gösterdiğinde Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamızın siyasi arenada yerini almasıyla, bu aziz milletin makûs talihi tersine dönmeye başlamış ve Milli Görüş hareketiyle ’milli’ kelimesi asıl anlamını kavramıştır.
Manevi açıdan en hassas kesimlerin dahi ‘batının fennini ve tekniğini alalım, ama ahlakını almayalım’ şeklinde düşünülen bir ortamda elbette ki Erbakan Hocamızın işi hiçte kolay olmayacaktı.
Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları ve içerideki batılılaşma sürecinin bizi köle yapmaya yönelik olduğunu ‘’Batı Taklitçiliği’’ başlığı altında uzun yıllar anlatarak, tek kurtuluş reçetesinin Milli Görüş olduğunu hem teorik hem de uygulamalı olarak aziz milletimize göstermiştir.
Batı taklitçiliği diye diye bitirmiş olduğu bu olgunun yerini artık Milli Görüş almış ve özellikle siyasetin ana omurgasını Milli Görüş söylemleri oluşturmuştur.
Irkçı emperyalizm ve batılı güçler tabii olarak emellerinden vazgeçmemişler ve yeni bir taktik geliştirerek ‘’Milli Görüş Taklitçiliğini’’ uygulamaya koymuşlardır.
Yani söylemler Milli Görüş, eylemler ise yine batı taklitçiliği yönünde seyretmiştir. 
Gerek merkezi yönetimde gerekse yerel yönetimlerde milletin önüne çıkarken tamamen milli politikalardan ve halkın hassas olduğu konulardan nutuklar atılmakta fakat uygulamada borç-faiz sistemi, israf düzeni, kültürel ve ahlaki yozlaşma ve ifsat son sürat sürdürülmektedir.
Belediyecilikte devrim yapan, 90’lı yıllarda ‘isterlerse hükümete borç verebiliriz’ diyen Milli Görüşçü Konya Büyükşehir Belediyesi maalesef ki bugün milli görüş taklitçiliği sebebiyle borç-faiz sarmalında hizmet dahi yapamamakta, kendi personelinin ödeneğinden daha fazlasını faize ödemektedir.
Seçimlerden önce milletin milli ve manevi duygularına sahipmiş ve saygılıymış gibi camilerden çıkmayan, Yasin-i şerifler okuyarak medyaya servis eden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, eşcinsel nikâh kıymayı şahsi olarak arzuladığını fakat toplumun buna hazır olmadığını dile getirmektedir.
Ekonomik olaraksa yine batıdan faizli krediler peşine düşerek aslında İstanbul’a hiçbir şekilde beklenilen hizmetleri yapamayacağını çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kendilerinden önceki yönetimin israflarından yakınmış fakat israfta üstüne koyarak yoluna devam etmiştir.
2019 yılı sonu itibarı ile toplam borcu 640 milyon TL’nin üzerinde olan Ordu Büyükşehir Belediyesinin heykel dikme olayı aslında israfın boyutunu ve toplumdan ne kadar uzak olduklarını gözler önüne sermiştir. Zaten ekonomik sıkıntıda olan ve pandemi sebebiyle de iyice darboğaza giren milletimizin aklıyla oynar gibi, hiç kimsenin hiçbir işine yaramayacak, milletin hiçbir sorununa çözüm sağlamayacak ve zaten bizim kültürümüzde de yeri olmayan bir faaliyete imza atarak yozlaşmanın ve tükenmişliğin fotoğrafını resmetmiştir. 
Borç-faiz ekonomisinde, israfta, adam kayırmacılıkta birbiriyle yarışan AK Partili ve CHP’li belediyelerin, bu milletin derdine derman olamayacakları apaçık ortadadır.
Sadece yerel yönetimlerdeki birkaç uygulama ile örneklendirdiğimiz, söylemde milli görüş taklitçiliği eylemde ise batı taklitçiliği, üzülerek ifade ediyoruz ki merkezi yönetimde çok daha vahim boyutlardadır.
Çeşitli periyotlarla ve vesilelerle Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel tehlikelere dikkat çekmekte, bununla birlikte çözümlerini de net bir biçimde önermektedir.
Dr. Fatih Erbakan liderliğindeki Yeniden Refah Partisi en kısa zamanda hem merkezi hükümette hem de yerel yönetimlerde Millî Görüş  taklitçiliğiyle çözümsüzlüğe sürüklenen gidişata dur diyecek ve söylemde de eylemde de gerçek Milli Görüş zihniyetiyle milletimizi hak ettiği refah düzeyine ulaştıracaktır inşallah.
 

 

Erkan İlyas HELVACI

Genel Başkan Yardımcısı

Mahalli İdareler Başkanı

 

 

 

KIYMETLİ MADENLERİMİZ TOPLUCA SATILMAK MI İSTENİYOR?

VARLIK FONU ARACILIĞI İLE MADEN HOLDİNGİ KURULMASI TİCARETTE HAKSIZ REKABETTİR.

Varlık Fonu Genel Müdürü Sayın Zafer Sönmez, 10 Haziran 2020 tarihinde “Madencilik Türkiye “ dergisine verdiği röportajda, Varlık Fonunun, yirmi değerli madenini bünyesine kattığını ifade etmiştir. Mevcutlara ilave olarak bu madenlerle birlikte bir Maden Holding’i kurmaya başladıklarını ifade etmektedir. Yani Devlet Varlık Fonu içinde devasa bir KİT oluşturmaktadır. Bir Maden Karteli oluşmak üzeredir.

Elindeki bütün Devlet Kuruluşlarını özelleştirmeye çalışan Hükümet, yeni bir Devlet Kuruluşu için neden çalışmaktadır? Böyle bir kurum her durumda özel sektör karşısında haksız rekabet oluşturacaktır.

Sayın Genel Müdür Zafer Sönmez ayrıca, “Varlık Fonu Özelleştirme İdaresi değildir, portföyündeki şirketleri satmak gibi bir amacı yoktur, amacı değer yaratmaktır.” demektedir.

Satın alınan ve Varlık Fonu bünyesine katılmasına karar verilen bu şirketler kar eden Devlet Kuruluşları ise idari formatları-bağlı olduğu Bakanlıklar neden değiştirilmektedir? Zarar eden Kamu kuruluşları ise Varlık Fonu bünyesine alınmalarıyla kar eden kuruluş haline nasıl getirilecektir? Varlık Fonu bu tip şirketleri yönetecek tecrübe ve personeli yoktur.

Ayrıca, Sayın Zafer Sönmez Varlık Fonunun Özelleştirme İdaresi Fonu’nun verdiği 50 Milyon TL sermaye ile kurulduğu gerçeğini unutmuşa benzemektedir. Varlık Fonundaki kurumlar herhangi bir zamanda satılabilir, alınan borca karşılık olarak gösterilebilir, hatta ekonomik bir sıkıntı olur ve borç ödenmez ise haciz ile satılabilir şirketlerdir.

Olayın gözükmeyen bir başka boyutu da, 2015-2017 arasında kapatılan 437 Maden şirketi ile ilgilidir. Yeni Maden Kanununun getirdiği birçok anlamsız ceza dolu kanun maddesi Madenciyi canından bezdirmiştir. Maden Ruhsatlarını veren Kurum kanunen Enerji Bakanlığı olması gerekirken bütün ruhsat izinlerinin Başbakanlığa gönderilmesi de Madenciliği engelleyen ayrı bir felaket olmuştur.

Kanunun hemen ertesinde hazırlanması gereken Maden Yönetmeliği, Kanundan onyedi ay sonra hazırlanarak, Madenciler bilinmez bir boşluk içinde bırakılmışlardır. 2015’te çıkan Maden Kanununun her maddesi birkaç defa değişikliğe-eklemelere uğramıştır. Kanun tanınmaz hale geldiğinden, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımız bugünlerde Yeni bir Maden Kanunu hazırlığına girişmiştir.

Bütün bu karışıklıklar sonucunda 2015 öncesi 5 milyar dolar olan ihracatımız, 2017 sonunda 3,5 milyar dolara düşmüş, aynı dönemdeki maden ithalatımız 3,5 Milyar dolardan 5 Milyar dolara çıkmıştır. 2016-2017 döneminde, Sayın Maliye Bakanımızın Sayın Berat Albayrak’ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak hizmet verdiğini de hatırlatmakta fayda vardır.

Bu kadar karışık bir kanun maddeleri arasında Varlık Fonunun bu şirketleri nasıl çok değerli hale getireceği de gerçekten merak edilmektedir. Bir başka endişe de, bütün bu değerli madenlerin bir holding haline geldikten sonra, yerli-yabancı bir kişi ve/veya kuruma topluca satılma ihtimalidir.

Prof. Dr. Doğan AYDAL

Genel Başkan Yardımcısı, Ar-Ge Başkanı

 

NOT: Varlık Fonu Genel Müdürü ile yapılan röportajın linki: http://madencilikturkiye.com/turkiye-varlik-fonu-genel-muduru-zafer-sonmez-buyuk-bir-maden-holdingi-olusturmak-icin-calismalara-basladik/

 

 

 

HAK VE ADALET MERKEZLİ MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİ’NİN TARİHİ VE FİKRİ TEMELLERİ

Prof. Dr. Arif ERSOY

 

F- Hak Anlayışı

İnsan olma demek hak sahibi olma demektir. İnsanın kişiliği, döllenmiş yumurtanın ana rahmine yapışması ile oluşmaya başlar. İnsan bu merhaleden itibaren hak sahibi olur.. İnsan, ölüp de mirası taksim edilinceye kadar kişiliği devam eder. Aleyhindeki haklar doğumdan sonra başlar, lehindeki haklar ise, ölümle biter. İşte hak sahibi olan insan budur ve yalnız bu varlık hak sahibidir.

 

Hak Merkezli Dayanışmacı Dünya Görüşü’ne göre insanlar, haklının hakkını korumak, dayanışmayı sağlayarak ihtiyaçlarını daha kolay karşılamak için ortak sorunlarını birlikte çözmek amacıyla “gönüllü işbirliği” (iradi ve rızaya dayalı yardımlaşma- voluntary cooperation) sağlamak gayesiyle sosyal sözleşme (social contract) ile sosyal kurumlar kurmuşlar ve toplum olarak teşkilatlanmışlardır. Sosyal sözleşmeye dayanılan devletin varlık nedeni hukukun üstünlüğünü sağlamak ve nimet-külfet paylaşımında adaleti tesis etmektir (A. Ersoy, 1999, s. 530- 1).

 

Hukukun üstün olduğu böyle bir ortamda gönüllü iş bölümü ve dayanışma söz konusudur ve güçlü olan değil, haklı olan güçlüdür.  Çünkü sosyal kural ve kurumların temel işlevi, haklının hakkını korumaktır. Devlet gücünü, haklı olanların ve mağdurların lehinde ve saldırganlara karşı kullanır. Devlet, zayıf ve kimsesiz de olsa haklının yanında yer aldığı için haklı konumda olan güçlü olmuş olur. Devletin meşruluğu haklı olanın hakkını korumakla sağlanır. Haklının hakkını koruyamayan ve despotik baskıların aracı haline gelen devletin meşruluğu tartışmalıdır. Hukukun üstünlüğünü sağlayamayan ve nimet-külfet paylaşımında adaleti tesis edemeyen devlet gönüllü iş bölümü ve dayanışmayı sağlayamaz. Baskı ve dayatmayla ayakta duran ve paylaşımda adil olmayan devlet, tarih boyunca belli şahıs, zümre ve sınıflara hizmet etmiştir.     

 

Hak merkezli dünya görüşüne göre devlet gücünün dayandığı egemenliğin sahibi toplumdur. Hayatına yön verme ve yeryüzünü imar etmekle görevli olan birey, üyesi olduğu topluma yetkilerinin bir kısmını devretmektedir. Teşkilatlanmış toplumun ortak gücünü temsil eden iktidar (egemenlik) gücü, toplumu oluşturan bireyler tarafından yöneticiye hukukun üstünlüğünü sağlamak ve nimet-külfet paylaşımında adaleti tesis etmek şartıyla emanet olarak devir edilir. İktidarın (egemenliğin) mülkiyeti toplumu oluşturan fertlere (halife olan insana) aittir. Yöneticilere şartlı olarak tasarruf yetkisi verilmektedir.  Bu dünya görüşüne göre “idareciler hâkim değil, hâdimdir”. Hizmet etmekle görevlidir. Devlet, baskı ve dayatma aygıtı değil; hukukun üstünlüğünü, güvenliği ve adaleti sağlamakla görevli bir teşkilâttır. Bu anlayışa göre idarecilerin pusulası toplumun ortak dünya görüşü, irade ve rızasıdır.  

Bu dünya görüşüne göre gezegenimizin en gelişmiş canlısı olan insan,  doğuştan yetenekler ile donatıldığı gibi doğal haklara da sahiptir. Doğal haklar denilen bu temel haklar insan olmanın gerekli kıldığı haklardır. Peygamberler, haklı olanı sosyal hayatta güçlü kılan Tevhid ve adalet merkezli dünya görüşünün rehberleridir. Firavunlar, despot ve tağutlar ise, sosyal hayatta güçlü olan haklı kılan dünya görüşünün önder ve rehberleridir (N. Erbakan, 2010, 12-13).

Doğumla elde edilen doğal haklar, yaşama, ırz-namus, aklın korunması, düşünme, mülkiyet ve inanç haklarıdır. Akrabalık ve komşuluk hakları da doğal haklar arasında yer almaktadır. Ayrıca emekten, karşılıklı irade ve rıza ile yapılan anlaşmalardan ve adalet gereği doğan haklar da doğal haklardır. Bu hakları insana bağışlayan Allah’tır. Sosyal kurum ve kuruluşların varlık nedeni bu hakları ihlâl etmek değildir. Hukukun üstünlüğünü sağlayarak  bu hakları korumaktır. İnsanın doğal haklarını ihlâl eden kurum ve kuruluşlar, bir bakıma varlık nedenlerini ortadan kaldırmış olur. Bu anlayışa göre sosyal teşkilatlanmanın varlık nedeni, haksızlıkları önlemek ve haklının hakkını korumaktır. Toplumu oluşturan bireyler arasında nimet-külfeti adil paylaştırmaktır.

Hak Merkezli Dayanışmacı Dünya Görüşüne (Tevhid-i anlayışa) göre doğal temel haklara insan doğumla sahip olur. Bu haklar insandan ayrı düşünülemez. Oylama konu edilemez. Bu temel haklar aşağıda belirtilen kaynaklardan neşet ederler. 

 

a) Doğumla Elde Edilen Haklar

İnsan kâinatın en gelişmiş canlısıdır. Kâinatta her şey onun için yaratılmıştır.İnsan da yeryüzünde hukukun üstünlüğünü sağlamak ve adaleti tesis ederek sosyal denge ve barışı sağlamakla yükümlüdür. Kâinatta ahenk ve barışı tek ilah olarak Allah sağlamaktadır. Sosyal hayatta ahenk ve barışı sağlama görevi insana verilmiştir. Onun için insan, diğer varlıkların sahip olmadığı güç ve yeteneklerle donatılmıştır. Doğumla elde edilen doğal haklar, aşağıdaki alt başlıklar altında sıralanabilir.

 

aa) Yaşama Hakkı

Anne rahminde canlanmakla başlayan insan hayatının bu dünyadaki bölümü ölümle biter.  Yaşama hakkı İnsanin kutsal bir hakkıdır. Hiç bir güç insanın bu hakkına sınır koyma veya ihlal etme yetkisine sahip değildir. Yaşama hakkını insana bahşeden Allah’tır. İlah olarak bu hakka ancak Allah son verir. Ondan başka hiçbir güç, insanın bu hakkına son veremez. İslam inancına göre insanın doğal haklarını ihlal eden bir bakıma kendi ilah konumuna getirmektedir. Bir bakıma Allah’a ortak olmakta, yani şirk eylemi işlemektedir. Bu eylem Tağuti bir eylemdir. Allah’tan başka hiçbir varlık hak veren ve alan ilahlık iddiasında bulunamaz. İnsanın temel haklarını ihlâl ederek ilah konumuna getirilemez.

Sosyal müesseseler insanın yaşama hakkını koruduğu ölçüde işlevlerini yerine getirir. Bu dünya görüşüne göre bir insanın yaşama hakkını ihlali, bütün dünyayı tahrip etmekle sayılmaktadır(Kuran: süre:5, ayet: 32).

 

bb) Neslin (Irz ve Namusun) Korunması Hakkı

Her insanın kendi neslini, ırz- namusunu başkaların saldırılarından koruması doğal hakkıdır. Bu bakımdan hiç kimseye veya güce insanın neslini koruma hakkını ihlal etme yetkisi verilemez. Yeni doğan ve üretimde aktif rol almayan çocukların üretilen hâsıladan paylarını sağlama toplumun görevidir. Kişilerin bölüşümdeki payları belirlenirken bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyaçları da göz önünde bulundurulur. Çocukların bakım ve yetiştirilmesi bir bakıma sosyal yatırımdır. Çünkü çocuklar hem ebeveynin, hem de toplumun geleceğini oluştururlar. Toplum ve onu temsil eden devlet üyelerinin yaşama hakkını korumakla görevlidir. Silm toplumunda kimse açıklık ve yoklukla ölüme terk edilmez.

İnsanın şahsiyetini ve kimliğini zedeleyen her çeşit girişim ve saldırı temel hak ihlâlidir. Hukukun üstünlüğü esas kabul eden Milli Görüş’e göre insanın kişiliğini, ırz ve namusu koruma devletin temel görevidir. Diğer doğal haklar gibi bu hakkı koruyamayan devletin varlığı tartışmalıdır. 

 

cc) Aklın ve Sağlığın Korunması Hakkı

İnsanın hayatı devam ettiği sürece aklını ve sağlığını koruması doğal hakkıdır. Bu nedenle hiç kimse insanın aklını ve sağlığını tehdit eden mal ve hizmetlerin üretiminde bulunamaz.

İnsan sahip olduğu aklıyla düşünen bir canlıdır. İnsanın düşünmesine sınır konamaz. Yeryüzünde en büyük zulüm insanın düşünme hakkını engelleyerek onun bireysel iradesini (irade-i cüziyyesini) serbestçe kullanmasına mani olmaktır.İnsan düşüncesine sınır konmamalı, başkasına zarar vermemek kaydıyla düşüncesini, söylem ve eylemine yansıtmalıdır. İnsanın tercih özgürlüğünü sınırlamak ve düşüncesini baskı altına almak insana yapılan en büyük zulümdür.. Çünkü insan, düşünerek çevresindeki olaylar hakkında bilgi sahibi olur. Düşüncesine sınır koymak insanın bilgisini geliştirmesini ve doğru olanı bulmasını ve yanlışlarını azaltmasını engellemektir. Düşüncesine sınırlamalar konan insan yeryüzünde doğru ve haklı olanı fark edemez. İnsanın düşüncesinin baskı altında tutulması yeteneklerinin geliştirilmesini engeller ve üretkenliğini azaltır.  Diktatörlük gayri insanı bir rejimdir. Beşer fıtratına aykırıdır.

Yayın Tarihi: 15 Haziran 2020 | Yayın Saati: 10:31:46