Haftalık Değerlendirme Raporu - Siyasî İşler Başkanlığı - 13.02.2020

TRUMP’IN AÇIKLADIĞI “YÜZYILIN PLANI”
 
Siyonizmin maşası ABD Başkanı Trump, Kudüs ve Filistin’le ilgili olarak, "Yüzyılın Planı" adı altında bir plan ilan etmeye kalkmış, ‘Büyük İsrail’ yolunda bir adım daha atmaya yeltenmiştir.
Dünya Siyonizmi tarafından atılan bu adım karşısında tüm İslam Alemi olarak yapmamız gereken; boş laflar, sözlü kınamalar ve ağlayıp - sızlanma yerine, mutlaka fiili adımlar atmak ve yaptırımlar ortaya koymaktır. Gün kıyama kalkma ve mutlaka “fiili adımlar” atma günüdür.
Kudüs’ün hamisi “Sultan Abdulhamid Han'ın torunları olarak, bu kıyamı en güçlü şekilde bizlerin yapması gereklidir.
 
"SİYONİZMİN MAŞASI TRUMP, BÜTÜN YAKIN ÇEVRESİ VE ÇALIŞMA EKİBİ SİYONİSTLERDEN OLUŞAN TRUMP, AÇIKLAMIŞ OLDUĞU BU PLANLA, KENDİSİNİ BAŞKANLIK KOLTUĞUNA OTURTAN DÜNYA SİYONİZMİNE, SİYONİST EFENDİLERİNE DİYET BORCUNU ÖDÜYOR.
 
Çok iyi biliyoruz ki; bu iş Kudüs'le ve Filistin’le bitmiyor, bunun arkasından sıra Suriye'nin, Irak'ın, İran’ın ve Türkiye'nin önemli bir kısmının yutularak, Büyük İsrail'in kurulmasına geliyor Allah muhafaza buyursun. Bugün Kudüs'ü, Filistin'i yutmaya çalışan bu canavarın bir sonra ki hedefi; Türkiye'yi, İran'ı ve bölgedeki diğer Müslüman ülkeleri de yutmak ve Büyük İsrail hedefine ulaşmaktır. Bundan 120 sene önce, Basel'de 1897'de toplanan Dünya Siyonist Kongresi işte bu hedef için toplanmış, 1948'de bölgenin çıbanbaşı, “İsrail Devleti” asıl olarak bu hedef için kurulmuştur.
 
MİLLİ GÖRÜŞ OLARAK, “50 SENEDEN BERİ SÖYLÜYORUZ”;
 
Nil-Fırat arasındaki coğrafyada yer alan tüm ülkelerin neredeyse kılcal damarlarına kadar haritaları ve bütün özellikleri çıkarılmış, adeta röntgenleri çekilerek ameliyat masasına yatırılmıştır. Bu ameliyat masasında bizleri etnik ve mezhep temelli olarak bölüp-parçalayıp, Büyük İsrail hedefine ulaşmak peşindeler. Bugün Suriye, Irak, Mısır, Sudan, Yemen ve Libya’da yaşanan olayların, çatışmaların ve bölünmelerin nedeni işte budur. Bundan sonraki hedef “Türkiye ve İran”dır …!!
 
SİYONİZM İNANCININ GEREĞİNİ, TİYNETİNİN GEREĞİNİ 5000 SENEDİR YAPIYOR VE YAPACAK, İSTEDİĞİNİZ KADAR KINAYIN, LANETLEYİN, TELİN EDİN,
ONLAR ÜZERİNE DÜŞENİ YAPIYOR DA, ASIL ÖNEMLİ OLAN BİZ NE YAPIYORUZ ? MÜSLÜMAN ÜLKELERİN YÖNETİCİLERİ NE YAPIYOR ?
1948'DE İSRAİL'İN KURULMASINDAN BU YANA HABİRE TOPLANTI YAPIYORLAR.
 
Toplan, konuş, konuş, konuş, en sonunda da bir bildiri yayınlayıp dağıl. Bildiride de diyor ki; "1967 sınırlarına riayet edilsin"
 
NE 1967'SİYMİŞ, NE SINIRIYMIŞ, NE İSRAİLİYMİŞ ...
 
Bölgeyi 70 senedir kana bulayan bu çıban başının, bu kanserli hücrenin bölgeden kaldırılıp atılması lazım. Alaska'ya mı gider, ABD'nin bir başka eyaletine mi gider, nereye gidiyorsa gitsin.
 
ALSIN ABD, ÇOK SEVDİĞİ İSRAİL'İ ABD’YE TAŞISIN...!!
 
70 senedir göreceğimizi gördük, 1967 sınırlarına da dönülse, 1948'deki ilk kuruluşuna da dönülse, bunun zararından kurtulamayız, denenmiş bir daha denenmez, İsrail bu bölgenin kanserli hücresidir, bir an evvel buradan uzaklaştırılması gereklidir. Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya yönelik bu tecavüzler asla ve asla kabul edilemez !!
 
YİNE “50 SENEDEN BERİ SÖYLEDİĞİMİZ” GİBİ; FİLİSTİN BİR İSLAM TOPRAĞIDIR, KUDÜS DE SADECE VE SADECE İSLAMINDIR.
BU NOKTADA ATILMASI GEREKEN ADIMLAR DA BELLİDİR;
 
- Bu haksız ve hukuksuz adımlarından dolayı ABD ve İsrail’e derhal “nota” verilecek,
- ABD'nin “İncirlik Üssü” derhal, bugünden tezi yok kapatılacak,
- ABD'nin, sırf İsrail'i İran'ın füze saldırılarına karşı korumak için kurduğu “Malatya Kürecik Füze Kalkanı” derhal kapatılacak,
- ABD'nin sadece Türkiye'deki değil, bütün Müslüman ülkelerdeki üsleri derhal kapatılacak,
- Petrol başta olmak üzere bütün stratejik maddelerin ABD ve İsrail'e satışı bütün Müslüman ülkeler tarafından durdurulacak,
- Müslüman ülkelerin hava sahaları, karasuları ve limanları ABD ve İsrail'e kapatılacak,
- ABD ve İsrail firmalarının bütün Müslüman ülkelerde devletle yapmış olduğu kontratlar derhal iptal edilecek,
- ABD ve İsrail mallarının Müslüman ülkelere ithalatı devlet eliyle yasaklanacak.
- MÜSLÜMAN DEVLETLER ABD DOLARI İLE TİCARETİ DURDURUP, KENDİ ORTAK PARA BİRİMLERİNE GEÇMEK İÇİN GEREKLİ ÇALIŞMAYI EN ACİL ŞEKİLDE YAPACAKLAR.
İŞTE BU ADIMLAR ATILIRSA, ABD'DE, İSRAİL'DE, SİYONİZM'DE DÜNYANIN KAÇ BUCAK OLDUĞUNU ANLARLAR. BUNLARI YAPMADAN, İSTEDİĞİNİZ KADAR KINAYIN, İSTEDİĞİNİZ KADAR MASAL ANLATIN, FAYDASI OLMAZ.
 
YENİDEN REFAH PARTİSİ GENEL BAŞKANI DR. FATİH ERBAKAN BERABERİNDEKİ HEYETLE GENEL BAŞKAN SEÇİLDİKTEN SONRA İLK DIŞ ZİYARETİNİ KKTC’YE GERÇEKLEŞTİRDİ
 
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan, KKTC’ye yaptığı ziyareti basın toplantısında değerlendirdi:
Lefkoşa'da bir otelde  düzenlediği basın toplantısında Erbakan, Siyonist güçlerin Afrika ve Kırgızistan’da nasıl yaptıysa, Kıbrıs çevresindeki doğal zenginliklere aynı şekilde göz diktiğini, KKTC ve Türkiye’nin kimsenin hakkına göz dikmediği gibi bu zenginlikler üzerindeki haklarından vazgeçmeyeceğini ifade etti. 
Erbakan, parti yetkilileriyle birlikte düzenlediği basın toplantısında Refah Partisi merhum lideri Necmettin Erbakan’ın 30-40 yıl önceden Kıbrıs’ın öneminin farkında olarak tüm dünyanın tehdit ve baskılarına da göğüs gererek Kıbrıs’a harekât yapılmasına vesile olduğunu da hatırlattı. 
 
KURULTAY SONRASI İLK ZİYARET KKTC’YE
 
Türkiye’nin Kıbrıs’ı vücudunun bir parçası olarak gördüğünü ve hiçbir zaman taviz vermemesi gerektiğini kaydeden Erbakan, Türk devlet geleneğinin bir devamı olarak partisinin yaptığı ilk kurultayın ardından ilk ziyareti KKTC’ye gerçekleştirdiğini anlattı. KKTC’de yaptıkları temaslarla ilgili bilgi veren Erbakan, Kıbrıs’ın stratejik önemi yanında şehit kanlarıyla sulanmış bir Ada ve Türk ecdadından ve Hz. Muhammed’den bir emanet olduğunu söyledi. 
Erbakan, Kıbrıs etrafındaki doğalgaz rezervlerinin Avrupa’nın 30-40, Türkiye’nin ise 500 yıllık ihtiyacını karşılayacak trilyonlarca dolarlık bir potansiyeli olduğundan bahsetti.
 
"TÜRK TARAFI KİMSENİN HAKKINI YEMEYECEĞİ GİBİ AKDENİZ’DEKİ HAKLARINI YEDİRMEMELİ"
 
Rum tarafının EASTMED projesiyle bu doğalgazı İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırmaya çalışarak KKTC ve Türkiye’ye pay vermeme çabasında olduğunu kaydeden Erbakan, Türk tarafının kimsenin hakkında gözü olmadığı gibi, kimseye de kendi hakkını yedirmemesi gerektiğini vurguladı.
 
"KIBRIS TÜRKÜNÜN KAZANIMLARI TAVİZ OLARAK VERİLMEMELİ… 'BİRLEŞİK KIBRIS' PLANLARINA KARŞI ÇIKILMALI"
 
Erbakan ayrıca, 1974 Barış Harekâtı’yla elde edilen kazanımların masada hiçbir tavize karşılık verilemeyeceğini, KKTC’nin müstakil bir devlet olarak yaşamaya devam etmesi ve iki toplumlu "Birleşik Kıbrıs" öngören barış planlarına da karşı çıkılması gerektiği görüşünü ifade etti.
Rum tarafının izlediği politikaları ve zihniyeti eleştiren Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan, silahlanmasının da sürdüğünü kaydetti.
Dış güçlerin Kıbrıs’ta ikiyüzlü politika izlediğini belirten Erbakan, Yemen’i, Suriye’yi, Sudan’ı, Libya’yı bölmek isteyenlerin, Kıbrıs’ı ise ısrarla birleştirmeye çalıştığını ve Kıbrıs’ta İsrail bünyesi altında azınlık Filistin Devleti gibi yapmayı hedeflediklerini vurguladı.
Kıbrıs’taki Türk askeri varlığının tek bir askerin dahi Adadan çıkmadan devam ettirilmesi, ayrıca iş, istihdam, üretim imkânları ve refah düzeyinin artırılması vb. maddi kalkınma yanında, manevi bir imar hamlesi de yapılması gerektiğini kaydeden Erbakan, yeni nesillerin bu manevi bilinçle yetiştirilmesi gerekliliğine de vurgu yaptı.
 
"KKTC, TÜM MÜSLÜMAN ÜLKELER VE TÜM TÜRKÎ CUMHURİYETLER TARAFINDAN TANINMALI"
 
Erbakan, KKTC’nin başta İslam ülkeleri ve Türkî cumhuriyetler tarafından tanınması ve bu eksiklik ve aksaklığın ortadan kaldırılması gerektiğini de ekledi.
Erbakan Akdeniz’deki sondaj çalışmalarıyla ilgili bir soruya karşılık, Rum kesiminin 2004 yılında bu çalışmaların startını verdiğini Türk tarafınınsa bu konuda adım atmakta biraz geç kaldığını söyleyerek, hem Türk tarafının hakkı olan parsellerde başka devletlerin de hakkı bulunduğunu, aynı zamanda Rum parselinde olan bölümlerde daha büyük potansiyel bulunması gibi sorunlar yaşandığını ifade etti.
 
"KKTC  AKDENİZ'DEKİ ZENGİNLİKLE KATAR VE KUVEYT'TEN DAHA ZENGİN OLABİLİR" 
 
Dünyadaki büyük güçlerin Afrika’nın ve Kırgızistan'ın doğal kaynaklarını sömürdüğü gibi Kıbrıs’taki kaynakları da sömürmek istediğini kaydeden Erbakan, aynı oyunun şimdi Kıbrıs’ta oynanmak istendiğini, bölge ülkeleriyle oturulup bu imkânın masada değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Akdeniz’de muazzam bir potansiyelin söz konusu olduğunu yineleyen Erbakan, KKTC’nin Katar ve Kuveyt’ten daha zengin olabileceğini ifade etti. 
Kıbrıs konusunda söze Kıbrıs davasının bayraktarları olan üç önemli, tarihi şahsiyete Cenab-ı Allah’dan rahmet dileyerek başlamak gereklidir;
 
Bu şahsiyetlerden birincisi; Dr. Fazıl Küçük Bey’dir.
Bu şahsiyetlerden ikincisi; Rauf Denktaş'dır,
Kıbrıs Davası konusunda rahmetle ve minnetle anmamız gereken üçüncü şahsiyet; 1974 Barış Harekatı’nın asıl mimarı olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır.
Cenab-ı Allah bu üç dava adamına da, Fazıl Küçük Bey’e, merhum Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Bey’e ve merhum Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a gani gani rahmet etsin ve onları cennetinde buluştursun inşallah.
1963, 1964, 1967 ve 1974’te Türklere yönelik şiddet politikalarını ve katliamları tetiklemiş ve Kıbrıs’taki Türk Toplumu’nu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir. Adanın İngiliz Yönetimi'ne devredildiği 1878'den itibaren tam 100 senelik bütün bu sıkıntıların ve zulümlerin arkasından başlatılması emri bizzat Başbakan vekili Necmettin Erbakan tarafından verilen “20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı” ise Kıbrıs Türkleri’nin yaşamında ve Kıbrıs Davası’nın tarihi akışında bir dönüm noktası olmuştur.
1878-1974 yılları arasında neredeyse 100 sene boyunca, zorunlu göçe zorlanan,zulme, baskıya ve asimilasyona maruz kalan Kıbrıs Türkleri tam bir asırlık sıkıntı ve mücadelenin sonunda bu harekatla rahat nefes almıştır. 1974 Barış Harekatı ile bugüne kadar 41 yıldır huzur içerisinde olan Kıbrıslı soydaşlarımız,
bugün ne yazık ki, 1960 yılındaki "Birleşik Kıbrıs" tuzağında olduğu gibi, AB (Avrupa Birliği)'ne girmek adına Rumların insafına terkedilmeye çalışılmaktadır.
Oysa ki her iki toplumun bir arada yaşayamayacağı, 1960 "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile ortaya çıkmıştır. Rumlar bu tarihten itibaren 1963, 1964, 1967, 1974 yıllarında defalarca katliamlar gerçekleştirmiş, kadın çocuk demeden binlerce Kıbrıslı Türk’ü katletmişlerdir. Dolayısıyla her iki toplumu tek çatı altında bir araya getirecek bir anlaşma Kıbrıs Türkü’nün faydasına değil, zararına bir gelişmedir. Birleşmiş Milletler, Kıbrıs’ta, tek federal çatı altında faaliyet gösteren, tek egemenlikle iki toplumlu, “Birleşik Kıbrıs”ı yeniden hayata geçirmek gerektiğini belirtip, asıl ana hedefin 1960’ta kurulan "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni yeniden kurmak olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bunun anlamı, KKTC’nin lağvedilmesi, Kıbrıslı Türklerin 74 Barış Harekatıyla elde ettikleri bütün kazanımları kaybetmeleri ve 1960 da olduğu gibi yeniden Rumların yönetimine ve insafına terk edilmeleri demektir. Bu şehit kanıyla alınan Kıbrıs'ın bir Rum adası haline gelmesi ve Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin Rum zulmüne yeniden terkedilmeleri demektir ki, böyle bir durum asla ve asla kabul edilemez.
 
KIBRIS’IN MANEVİ ÖNEMİ
-
Ecdadımızın emanetidir. Ada, Osmanlı’nın fethettiği 1571 yılından beri İslam toprağıdır. Her köşesinde ecdad yadigarı eserler ve kabirler bulunmaktadır.
-
Şehitlerimizin emaneti. Hem Osmanlı’nın adayı fethi sırasında şehit düşen, hem de 1974 Barış Harekatı sırasında şehit düşen şehitlerimizin bize emanetidir.
-
Peygamberimiz SAV’in emaneti. Kıbrıs’ın her köşesinde Sahabe kabirleri ve Larnaka’da Peygamberimiz SAV’in süt teyzesinin kabri (Hala Sultan Türbesi) yer
almaktadır.
-
Bir Vakıf Medeniyeti olan Osmanlı Devleti bakiyesi üzerine kurulmuş olan Kıbrıs’ta Maraş Bölgesi başta olmak üzere, Rumların almakta ısrarcı olduğu birçok yerleşim bölgesinin vakıf arazileri olduğu açık bir gerçektir.
 
KIBRIS’IN EKONOMİK ÖNEMİ
 
Uzmanlar Doğu Akdeniz’de piyasa değeri Trilyonlarca $’ı bulan hidrokarbon kaynaklarının bulunduğunu ifade etmektedir. Yapılan sondajlar da çok ciddi kaynakların olduğunu teyit etmektedir. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından yayımlanan raporda, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzası’nda 3,45 trilyon metreküp (122 trilyon kübik feetlik) doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğunun tahmin edildiği belirtilmektedir. Bu tahmin dünyanın en büyük doğalgaz yataklarından birinin Doğu Akdeniz’de bulunduğuna
işaret etmektedir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervinin, Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu anlaşılmaktadır GKRY’nin 2003 yılında KKTC ve soydaşlarımızın haklarını yok sayarak Kıbrıs’ın tek egemen gücü gibi hareket ederek, Kıbrıs çevresindeki sularda ‘Munhasır Ekonomik Bölge’ ilan edip, Mısır, İsrail gibi kıyıdaş ülkelerle deniz yetki anlaşmaları yapması son derece hukuksuz bir uygulamadır.
GKRY’nin bu tavrı “BM Deniz Hukuku Sözleşmesi”ne aykırıdır. GKRY’nin, söz konusu yetki alanlarını parselleyerek buralarda sondaj ve hidrokarbon aramaya
yabancı enerji şirketlerini davet etmesi kabul edilebilecek bir durum değildir. Daha da önemlisi, 2004 yılında hazırlanan sözde ‘Sevilla Haritası’ KKTC ile Türkiye arasındaki bağlantıyı koparmaya yönelik sinsi bir adımdır. Bu harita KKTC’yi yok saymakta ve Türkiye’yi de İskenderun Körfezi’ne hapsetmeyi amaçlamaktadır. Türkiye Devleti’nin, KKTC’nin hak ve menfaatlerini koruma konusunda azami hassasiyeti göstermesi büyük önem oluşturmaktadır.
Türkiye’yi Sevilla Haritası ile İskenderun Körfezine hapsederek EAST-MED’in gerçekleşmesini planlayan AB, İsrail ve GKRY, Türkiye’nin son Libya ile yaptığı anlaşma ile bu yanlış kararından rücu etmesini bekliyoruz.
Yeniden Refah Partisi olarak diyoruz ki, Doğu Akdeniz’de KKTC ve Türkiye’nin çıkarlarının göz ardı edildiği, hiçbir hukuki dayanağı olmayan tek yanlı çözümlerin oldu bittiye getirilmesi karşısında Kıbrıslı kardeşlerimizin haklarının korunması konusunda yanlarında yer alacağımızı ifade etmek istiyoruz.
 
KIBRIS’IN STRATEJİK ÖNEMİ
 
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, son derece büyük stratejik öneme sahip bir coğrafyadır. Adanın, Orta Doğu’da ortaya çıkmış kriz, gerginlik ve çatışmalarda etkin roller oynadığı bilinmektedir. (Örneğin; ABD, 1980’li yılların ilk yarısında Lübnan’da yaşanan kanlı olaylar sırasında, bu ülkedeki vatandaşlarını Kıbrıs Adası üzerinden tahliye edebilmiştir.) Bu örnekler, Doğu Akdeniz’in ve Kıbrıs Adası’nın Orta Doğu’ya hâkimiyet ve istikrarda ne kadar önemli rol oynadığının bir göstergesidir.
Diğer yandan Kıbrıs dünya deniz ulaşımı açısından büyük öneme sahiptir. Akdeniz’de yılda ortalama 220 binden fazla gemi seyir halinde bulunmakta, dünya denizlerinin sadece % 1’ini kapsayan bir deniz alanı olmasına rağmen dünya deniz trafiğinin 1/3’ü Akdeniz’de gerçekleşmektedir. Kıbrıs Adası bu trafiğin tam ortasında yer almaktadır.
 
Kıbrıs;
-
İsrail’in Güvenliği
 
İsrail’in Akdeniz üzerinden dünyaya açılması akımından önem arz etmektedir. Bu sebeple ABD ve İsrail Kıbrıs’la ilgili konulara fazlasıyla ilgi göstermekte ve müdahil olmaktadır. Kıbrıs Adası aynı zamanda dünyanın en büyük doğal “uçak gemisi” durumundadır. Balistik füzelerin ve savaş uçaklarının Kıbrıs’tan; Kuzey Afrika, Güney Avrupa, Ortadoğu ve Anadolu’ya rahatlıkla ulaşması mümkündür.
 
BÜTÜN BU SEBEPLER NEDENİYLE Türkiye'nin;
-
Kıbrıs Türkü’nün 1974 Barış Harekatı’yla elde ettiği tüm kazanımların korunması,
-
KKTC’nin bağımsız ve müstakil bir devlet olarak korunması,
-
Bu konuda Batı’nın dayattığı, adanın ‘Rum hakimiyeti altında tek devlet’ haline
gelmesi yönündeki planları asla kabul etmemesi,
-
Adadaki Türk askeri varlığının eksilmeden devam etmesi,
-
KKTC’de maddi ve manevi kalkınma hamlelerini en hızlı şekilde gerçekleştirmesi,
-
KKTC’nin başta Türk ve İslam ülkeleri olmak üzere, tüm dünya tarafından
tanınması için gerekli adımları atması GEREKLİDİR.
 
HALKIN GERÇEK GÜNDEMİ: YOKSULLUK
 
İşte daha bugün Sn. Cumhurbaşkanı Meclis Grup Toplantısı’nda konuşmasını yaptığı sırada bir vatandaş “çocuklarım aç” diye bağırarak “ülkemizin gerçek gündemi”ni, asıl meseleyi en yüksek sesle dile getirmiş oldu.
Türkiye’de yoksulluk meselesine bakıldığında, son yıllarda çok daha fazla vatandaşımızı etkisi altına aldığı açıkça görülmektedir. Türkiye’de gelir ve servet dağılımı dengesizliğinin artarak devam ettiğini izan sahibi her insan görebilmektedir. Mevcut sosyal güvenlik ve yardım sistemi ise yoksul kesimleri korumakta yetersiz kalmıştır.
Bunlarla birlikte kalkınma açısından büyük öneme haiz eğitimli gençler arasında işsizlik oranı %30’lara yaklaşmıştır. Bunların tümünü ifade eden ve Birleşmiş Milletler tarafından geliştirilen ‘İnsani Gelişme Endeksi’nde de ülkeler sıralamasında Türkiye oldukça gerilere düşmüştür. Bütün bunların sonucunda yoksulluğun meydana getirdiği yıkımın sosyolojik ve psikolojik sonuçları ülkemizde açıkça yaşanır hale gelmiştir. Ülkemizin her köşesinde işsizlik ve yoksulluk nedeniyle intiharlar, boşanmalar giderek artmaktadır. Eğer bir toplumda yoksullukla birlikte güçlü bir sosyal dayanışma duygusu, bunu sağlayan kurumlar, aile ve akrabalık temelinde yardımlaşma var ise yoksulluk ve bunun sonuçları tehlikeli boyutlara ulaşmayabiliyor. Türk toplumunda yoksulluğun doğurduğu sonuçlar başka ülkelerdeki kadar tehlikeli boyutlara ulaşmamışsa, bu dinamiklerin etkisi büyük olmuştur. Fakat bu süreç tüm toplumu ve aile
kurumunu yorgun düşürmüş, sosyal patlamaların zeminini oluşturmaya başlamıştır. Bu noktada yapılması gereken; “Borç-Faiz-Vergi-Trafik Cezası Ekonomisi”nden, “Üretim-İstihdam-İhracat Ekonomisi”ne geçilmesi, köprü-otoyol-park-bahçe gibi altyapı hizmetlerinin yanında asıl olarak üretime,
istihdama, ihracata, teknoloji ve sanayiye yönelik adımların atılması,
-
Kaliteli Nesil (Ahlaki ve manevi kalitesi yüksek, aynı zamanda bilimsel ve teknik kalitesi yükseknesiller) yetiştirmek,
-
Kaliteli Ürün (Katma değerli ihracat ürünü) üretmektir. Bu hamleleri gerçekleştirmek için gereken kaynak da borçla, vergiyle, trafik cezasıyla, devlet varlıklarını satıp yok ederek değil, Cenabı Allah’ın bu ülkeye vermiş olduğu zenginlikleri mali kaynağa dönüştürerek
bulunmalıdır.
 
YOKSULLUK ANCAK KAYNAK ÜRETEREK VE BU KAYNAKLA MADDİ VE MANEVİ KALKINMA HAMLELERİNİ GERÇEKLEŞTİREREK ÇÖZÜLÜR. ÇARE MİLLİ GÖRÜŞTÜR, ÇARE ADİL EKONOMİK DÜZENDİR.
 
Bu gerçeği sadece biz söylemiyoruz, 54. Hükümetin Başbakanı Erbakan Hocamız’ın ekonomi alanındaki Milli Görüş uygulamaları, “Milli Kaynak Paketleri”, “Havuz Sistemi” ve “Denk Bütçe” ile borç ve faiz ekonomisinin önlenmesi ve bunların sonucunda emekli-memur-işçi kesimlerinin refah düzeyinin
rekor seviyede artması bu gerçeğin tam bir ispatıdır. 
 
EKONOMİDE DERHAL ADİL EKONOMİK DÜZEN UYGULAMALARINA GEÇİLMELİDİR
 
Adil Ekonomik Düzen'de "istediğin müesseseye imkân ver, geliştir; istediğin müesseseyi batır" gibi zulmü sağlayan faydasız kurum ve mekanizmalar ortadan kaldırılır. Şu anki mevcut düzen, dürüst, faydalı ve adil bir düzen değildir. Devlet müesseselerden birini tutsa, karşı tarafın hem iradesine hem rızasına sınır
koyacaktır. Mevcut düzende krediler ancak zengin olan bir avuç insana gider ve kredi miktarı da mahduttur. Bunun neticesinde özel teşebbüs sadece belli bir zümreye tanınan hak gibi olur ve tekeller teşekkül eder. Bu nedenle bu mevcut düzen, özel teşebbüs düzeni olmaktan çok, tekelci bir düzendir.
Hâlbuki Adil Ekonomik Düzen'de dürüst her müteşebbise faizsiz kredi imkânı vardır. Böylece Adil Ekonomik Düzen'de daha yaygın ve rekabete dayanan özel teşebbüs mevcuttur. İşte bu bakımdan; Adil Ekonomik Düzen, gerçek anlamda serbest bir ekonomi düzenidir. 1974-1977 'deki ağır sanayi hamlesi o gün için mutlaka yapılması gereken hamleydi. Adil Düzen tam manası ile iktidar olmadığından (Milli Selamet Partisi iktidar ortağıdır o günlerde) şartlar içinde bu çok hızlı adım ancak böyle atılabilirdi. Bununla birlikte bütün ağır sanayi tesislerinin kararnamelerinde “bu tesisler bittikten sonra öncelikle içinde çalışan işçiler ve yöre halkı olmak üzere, özel teşebbüse devredilecekleri” hükmü yer almaktadır. Ancak böyle bir anlayışla o günkü şartlarda Doğu ve
Güneydoğu’ya yatırım yapma imkânı sağlanmıştır.
Adil Ekonomik Düzen, Hızlı Kalkınmayı Sağlayan Düzendir. Hızlı kalkınma; süratli, rantabl ve yeterli ölçüde gerçekleştirilecek yatırımla sağlanabilir. Şimdiki düzen ile bunu sağlamak mümkün değildir. Bugünkü düzende; bankaların ve devletin yüksek faizle para toplaması kaynakların yatırıma yönelmesini
önler. Yatırımlar yüksek faiz sebebi ile çok pahalılaşır, aynı şekilde faiz ve haksız vergi sebebi ile üç misli işletme sermayesine ihtiyaç duyulması üretimi çok pahalılaştırır. İçeride üretim yapma yerine ithal mala yönelme olur. Bu da memleketi borç batağına iter. İktidarın özel teşebbüslere iş projeleri sunması, projeleri varsa kredisiz destekler vermesi, destekleri tüm yurtta yaygınlaştırması ve böylece ülkemizde var olan yoğun işsizliğin önüne geçilmesi, bölgesel
kalkınmayı da sağlaması gerekmektedir.
Şimdiki düzende özel teşebbüsün iş görmesi mümkün değil. Ekonomik istikrarsızlık vardır. Yarın döviz kurunun ne kadar olacağı, hangi vergilerin konacağı, hangi teşviklerin verilip, hangilerinin kaldırılacağı belli olmadığı için, özel teşebbüsün güveni yoktur. Her şey ilgililerin iki dudağı arasındadır. Bu sistem
müdahaleci ve engelleyici sistemdir. Keyfilik ve kayırmacılık yaygındır.
Adil Ekonomik Düzen'de istikrar var; Vergi bellidir. Kur bellidir. Para ancak mal karşılığı piyasaya çıkar, faiz yoktur. Bu istikrarlı zeminde özel ve tüzel kişiler kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasında serbestçe aktif rol oynarlar. Adil Ekonomik Düzen'de her müteşebbis, devlet hizmetinden yararlanır. Kişi ve kurumlar arasında fark gözetilmez. Herkes istediği projeyi seçer ve yapar. Gereken teminatları veren müteşebbise faizsiz kredi verilir. Adil Düzen, gerçek anlamda tekelden arındırılmış özel teşebbüsçü bir düzendir. Ekonomide faizci kapitalist ve neo-liberal politikalardan vazgeçilip, Adil Ekonomik Düzene geçilmelidir. Milletimiz ve tüm insanlık için de tek çıkar yol budur.
 
NÜFUSUMUZUN YAŞLANMASI İLE OLUŞACAK SOSYAL VE SIHHİ SORUNLARA TEDBİRLER ALINMALIDIR
 
Önümüzdeki yıllar içinde dünya nüfus yapısında hızlı değişimler olacağı tahmin edilmektedir. Yaş yapısındaki en önemli değişim çocuk-yaşlı dengesinde gerçekleşecek ve 2050 yılında tarihte ilk kez yaşlı sayısı, çocuk sayısına ulaşacaktır. Nüfus içinde yaşlıların oranının artışı ile birlikte, onların sağlık ve sosyal
gereksinimlerinin karşılanamaması önümüzdeki yıllarda gelişmekte olan ülkeler için önemli bir sorun olarak ortaya çıkacaktır.
Dünyada yaşlı nüfusun artış hızı (%2,1), genel nüfus artış hızından (%1,2) daha fazladır. Nüfus artış hızının azalması sonucu, 2050 yılında 11 ülkenin (Japonya, Rusya, Ukrayna gibi) nüfusu şimdiki nüfuslarının altına düşecektir. Diğer taraftan bu ülkelerde yaşayan yaşlıların nüfus içindeki payı daha da artacaktır. 
Yaşlı popülasyonda 80 yaş üstünde bulunanların nüfus artış hızı ise %4,3’tür. Dünya nüfusu son 100 yıl içinde (1950-2050) dörde katlanırken yaşlı nüfusun 10 kez artacak olması dikkat çekicidir. Dünyada en fazla yaşlı artışı 2008- 2040 arasında %316 ile Singapur’da gerçekleşecektir (2,4,6). Şekil 2’de yaşlıların 
nüfus içindeki yüzdelerinin 100 yıllık süreçteki değişimleri izlenmektedir. 2000 yılında yaşlı nüfusun %62’si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyorken 2030’da bu oran %75-80’e ulaşacaktır. Günümüzde sayısal olarak en fazla yaşlı (106 milyon) Çin’de yaşamaktadır. Ardından Hindistan (59,6 milyon), Amerika
Birleşik Devletleri (38,7 milyon) ve Japonya (27,7 milyon) gelmektedir. Türkiye’de yaşayan yaşlı sayısı 5.1 milyondur ve dünya sıralamasında 19 sırada bulunmaktadır. 2050 yılında gelişmekte olan ülkelerden Çin (437 milyon), Hindistan (324 milyon), Endonezya (70 milyon) ve Brezilya’da (58 milyon) yaşayan yaşlı sayıları, dünyada ilk sıralara yerleşecektir.
Türkiye, yaşlanma sürecinin hızla gerçekleşeceği ülkelerden birisidir. 2008-2040 arasında Türkiye’de yaşlı nüfusta, %201’lik bir artış beklenmektedir. Yaşlılık endeksi 2025 yılında 21,2’ye çıkacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’de ortalama yaş, 2000 yılında 26 iken, 2020’de 34 ve 2040’ta 42 olacağı tahmin
edilmektedir.
Demografik değişim sürecinde nüfusun yaşlanmasıyla birlikte kamunun tasarruf oranının daha da düşmesi, sağlık ve emeklilik ücretleri gibi harcamaların ise ciddi ölçüde artması beklenmektedir. 65 ve üzeri yaş grubunda görülen hızlı nüfus artışı, önümüzdeki dönemde sosyal güvenlik sistemleri açısından
en önemli tehditlerden birisi olarak görülmektedir. Yaşlı nüfus ekonomik faaliyetlerin dışında kalan veya işgücüne katılımları sınırlı olan gruplardan birisidir.
Uzun yıllardır nüfusun yaşlanması ile karşı karşıya olan endüstrileşmiş ülkelerde bu nüfus grubunun sağlık, sosyal ve ekonomik gereksinimleri ve beklentileri belirlenmiş ve sorunların büyük kısmı çözülmüştür. Diğer taraftan nüfusun yaşlanması sürecinin çok daha hızlı olması beklenen ve halen
gelişmekte olan ülkelerde önemli problemler yaşanacaktır. Önümüzdeki birkaç on yıl içinde beklenen sorunlara hazırlıkların yapılması, yaşlılığa yönelik sağlık politikalarının ve sosyal politikaların gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu konularla alakalı yeni kurumların kurulması, kurulan bu kurumların gerekli ilmi çalışmaları yaparak gerekli tedbirleri hayata geçirmeleri gerekmektedir.
 
UZAY, ARTIK MİLLET VE DEVLETÇE YÜKSEK İLGİ ALANIMIZDIR
 
Uzay; Soğuk Savaş döneminde yaşandığı gibi ülkelerin üstünlük göstergesi veya prestij alanı olmaktan çoktan çıkmıştır. Teknolojik gelişmelerin artmasıyla güvenliğe, ekonomiye, çevre ve kalkınmaya katkı fırsatı ve potansiyeli taşıyan hayatî öneme sahip bir alan hâline gelmiştir. Amerika’da Mars’a yolculuk ve
Mars’ta yerleşim alanları kurma üzerine, “Uzay Hukuku” üzerine ciddi çalışmalar yapılmakta, Çin Ay’ın karanlık yüzüne araç göndererek enerji kaynağı olacak maddeler aramaktadır. Uzay teknolojilerinin maliyetinin ve üretim sürelerinin azalmasıyla, uzayla ilgili çalışmalar teknik yetenekleri az olan devletlerin, gelişmekte olan devletlerin, küçük firmaların ve üniversitelerin dahi yetenek kapsamına girmiştir. Türkiye’nin ve diğer gelişmekte olan ülkelerin uzay faaliyetlerinde bulunmalarının önemi giderek artmaktadır.
Uzay çalışmalarında kurumsal olarak ülkemiz uzun yıllar sadece seyirci konumunda kalmıştır. Yakın zamana kadar uzay çalışmalarını düzenleyecek bir merkezi kurum mevcut değilken, 2018 Aralık ayında Türkiye Uzay Ajansı’nın kurulmasını, bu boşluğu doldurma niyetiyle ve yeni kurulacak kurumlar
ile bu boşluğu dolduracak nitelikte olacağı umudu ile olumlu karşılamaktayız. Ancak yeni gelişmeler, uzay çalışmalarını teşvik eden devletler ve Uluslararası kurumlar yeni bir döneme başlanıldığını haber vermektedir. Bu yeni gelişme ile uluslararası işbirlikleri de artmıştır. Birleşmiş Milletler’in ve Japonya gibi bazı devletlerin hem uydu tasarım ve üretiminde hem de ücretsiz fırlatma konusunda verdiği destek uzaya ilk adım atanlar için önemli bir rol üstlenmiştir. Bu konuda tecrübesi olmayan devlet ve şirketlerin birçok ülkeden daha ileri gidebileceği de öngörülmektedir.
Uzay çalışmalarında geç kalmış bir ülke olarak uzay, ülkemiz için sivil ekonomik yararları yanında büyük askerî önem de taşımaktadır. Uzay keşif, istihbarat, seyrüsefer ve haberleşme alanlarında askerî kuvvetlere, yeryüzünden elde edilemeyecek üst düzeyde üstünlükler sağlar. Uzay artık ülkelerin ana gündemi olmaya başlamıştır. Amerika yıllarda uzak uzayda hayat aramakta değişik gezegenler ile ilgili çok yoğun çalışmalar yapmaktadır. Ülkemizin uzay çalışmalarında geride kalması düşünülemez.
Uzayın kullanımı, ihtiyaçlara cevap bulabilme durumu birçok sivil ortamda artık dünyanın diğer güncel sorunları ile birlikte ele alınmaktadır. İklim değişikliği, çevre kirliliği, tarım ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği, enerji ve toplumsal kalkınma artık uzay teknolojilerinden alınacak ve oradan gelecek verilerle izlenebilir ve öngörülebilir olmaktadır. Uzaydan yapılabilecek gözlem bu konularda çok önemli bilgiler sağlarken, haberleşme ve seyrüsefer hizmetleri ile de sürdürülebilir kalkınmaya da önemli katkılar vereceği bilinmektedir.
Yüce Rabbimiz “Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz.” (Zariyat Suresi, 47.Ayet) buyurmaktadır. Geniş bir uzayda yüzlerce yıl dünyaya adalet dağıtan milletimizin olmaması düşünülemez. Milli ve manevi kaidelerimize uygun bir şekilde, adaleti gözeterek ve kul haklarına riayet ederek uzayda var olmak için
gerekli çalışmaların yapılması son derece önemlidir.
Milli Görüş’ün uzay ile ilgili planının olmaması düşünülemez. Uzay zalimlerin, dünyayı zaten ifsad etmiş olanların, kuvveti üstün tutanların hakim olduğu bir alan olarak bırakılamaz. Biz Allah’ın izniyle Milli Görüş iktidarında uzayı tüm milletler için kullanılabilir kılacağız. Uzayda var olan tüm imkânları insanlığın
hizmetine sunacağız. Bu imkanların tüm insanlık tarafından adil şekilde paylaşılması için gereken düzenlemeleri yapacağız.